
En genel bir söyleyişle “İnsanlığın Mahrem Tarihi”, iktidar, yalnızlık, aşk, dostluk/arkadaşlık, iktidar, merhamet… gibi pek çok çağdaş dünya sorunsalı konusunda son derece “kafa açıcı” bir niteliğe sahip.
On yıl kadar önceydi. Bir arkadaşımız yabancı eşi ve yeni doğmuş çocuklarıyla birlikte Türkiye’ye gelmişlerdi. Haliyle, arkadaşımız bu çekirdek ailesini doğup büyüdüğü köyüne de götürdü.
Arkadaşlarımız, köyde bir süre kalıp sonrasında bize de uğrayacaklardı. Ancak, bize bildirdikleri süreden çok önce köyden döndüler. Bize gelir gelmez, yabancı eş başlarına gelen “korkunç” olayları anlatmaya koyuldu. Köyde uzak yakın bütün akrabalar küçük bebeğin her şeyine karışmaya başlamışlar. Anneye sormadan süt, mama ve başkaca yiyecekleri yedirmeye başlamışlar. Bebeğin bütün beslenme ve uyuma “programı” alt üst olmuş. Kadınlar, anneden hiç izin almadan her şeye karışıyorlarmış! Bütün bunları gözlerini kocaman kocaman açarak anlatan “gelinimiz” büyük bir şaşkınlıkla “No personal space, no personal space” diye yakınıyordu. Yani ne kendilerinin ne de bebeğin hiç kişisel/dokunulmaz bir alanı yokmuş köyde. Her yer kamusal alan!
Bir yaşına yeni gelmiş olan bebeğin, o köydeki bütün akrabaların ortak “bebeği” sayıldığını, öyle görüldüğünü bizim “yabancı” gelinimize anlatmamız olanaksızdı!
Bu öyküde hem anne, hem de köyüm kadınları kesinlikle iyiniyetli ve haklıydı…
“İnsanlığın Mahrem Tarihi” adlı kitabı, bizim öykümüzdeki iyiniyetli köylü kadınlarımız okusa, kitabın sonuna kadar bir “mahrem” bulamazlar. Başka bir deyişle, bu kitabı coğrafyamızın Kapıkule’den bu tarafına ait olan bir bakışla okusaydık, başlığa küçük bir ek yapmamız gerekirdi; “Fransızların Gözünden İnsanlığın Mahrem Tarihi…” Çünkü, kitapta yer alan yirmi beş bölüm boyunca, bir ya da birden fazla kadının “çok özel” öyküleri, özel yaşam deneyimleri dile getirilmiş. Her bölüm böyle bir öyküyle başlayıp, sonra ele alınan kavram, sorunsal üzerinden konu boyutlandırılmış. Öyle ki, tarihten antropolojiye, dinlerden felsefeye, oradan da kültür sanat ve edebiyata… geniş bir yelpazede yoğun bir bilgi işlenmesiyle –neredeyse malumatfuruşluk derecesinde- bazı sonuçlara varılmış, değerlendirmelerde bulunulmuş…
İşte, Fransız toplumunun çok farklı sosyal tabakalarında yer alan kadınların “özel” öykülerinin sergilenişi asıl olarak bir “mahremiyet” oluşturmakta. Yoksa metnin içinde, başlıkta yer aldığı –ve beklendiği gibi- bir evrensel mahremiyet olgusunun işlenmesi söz konusu değil.
Kitapta izlenen metodoloji ve kimi bölümlerin tematik sıralanışı, öyküyle başlayıp bilgi malzemesi ve başkaca örneksemeler ve yorumlarla anlatının olgunlaştırılması, bu metnin aslında bir anlatı nitelendirmesine çok uygun. Kişisel öyküler metni mahremleştirmiyor belki ama “yumuşatan” bir etki sağlıyor. Bu yöntem oldukça işe yaramış ki, kitabın ilk baskısı 1998 yılında yapılmış olmakla birlikte, elimizdeki altıncı baskı 2017 tarihini taşımakta ve üstelik 2000 adet basılmış. Yani bu kitap okur tarafından sevilmiş, satın alınmış bir kitap. Ayrıntı Yayınları kitabı “Ağır” kitaplar dizisi altında yayımlamış olsa da, o denli ağır olduğunu söylemek doğru olmaz. Bu sonuca, okurun kitabı sevmesinden ve altı baskı yapmış olmasında dolayı varmıyoruz. Kitap daha çok, batı dünyasında çokça rastladığımız hayatın şifresini çözücü içerikli kitapların düşünsel soslu bir üst versiyonu neredeyse… Burada sorun, kitabın sahip olduğu içeriğine bir itiraz değil. Çünkü en genel bir söyleyişle kitap, iktidar, yalnızlık, aşk, dostluk/arkadaşlık, iktidar, merhamet… gibi pek çok çağdaş dünya sorunsalı konusunda son derece “kafa açıcı” bir niteliğe sahip. Daha birinci bölümde yer alan “Günümüzde işverenleri tarafından manen iğdiş edilen insanların sayısına ilişkin bir istatistik ise elimizde bulunmuyor” (s.21) gibi değerlendirmeler beklentiyi yükseltiyor. Beklenti son bölümlere doğru oldukça düşüşe geçse ve tartışmalı genellemeler olsa da, temelde okunası bir kitap.
Asıl sorun, başlıkta da belirttiğimiz gibi kitabın adında. Kitabın iç kapağındaki açıklamaya göre İngilizce adı; “A History of French Passions, 5 Cilt; The French; Happines; An Intimamate of Humanity” İşte, buradan yola çıkılarak “İnsanlığın Mahrem Tarihi” adına varmak normal koşulda belki mümkündür. Kitabın pazarlama şansı için de bu gerekli olabilir. Ancak, metni okuduktan sonra yaptığımız bu küçük itirazi kayıt da zorunlu hale geliyor. Daha önce yine benzer bir eleştiride bulunmuş, İlber Ortaylı’nın “Türklerin Altın Çağı” adlı kitabın isim babasının yayıncı olmasına şaşırmıştık! Başlığın bu denli kapsayıcı olmasına karşın, içerikte bunun olmaması pek hoş olmuyor doğrusu. Belki bu konuda olumlu bir örnek de vermek gerekebilir. Özellikle, özel ya da minimal tarih alanının alt türü olarak, tematik bir tarih çalışmasına ilişkin bir kitap konusunda iyi bir örnek; “Memenin Tarihi” (Marilyn Yalom, Çeviri Ayşe Gün, Çitlembik Yayınları,1997) adlı kitap gerçekten de bir meme tarihi ve eksiksiz bir metindir.
Mahremiyet konusunda da böyle bir beklenti içine girdiğimiz için başlıktan başlayarak bu küçük itirazımızı dile getirmeyi gerekli gördük. Ama şurası da var ki, bir Fransız olsaydık, olasıdır ki, bu değerlendirmelerin hiç biri aklımıza gelmezdi. Çünkü, kültürel tarihinin ana öznesi, bütün malzemesi bizi var eden kültürel toplam olmakla, bu toplamın dışına çıkmak herkesin –ve bizim- harcı olmuyor!
![]()
|
- Azerbaycan Şiiri ve Çağdaş Bir Derviş, İbrahim İlyaslı - 1 Kasım 2018
- Paslı Bir Kelime; Umut - 15 Eylül 2018
- Zor Olanı Yazmak; Kırgın Çocuklar Mevsimi - 1 Eylül 2018
FACEBOOK YORUMLARI