Fatigül Balcı: “Romanın ortaya çıkması, içimdeki ukdenin, yaranın durup durup sızlamasıydı.”
İletişim Yayınları’ndan çıkan Filizkıran’ın yazarı Fatigül Balcı’yla, eski bir solcunun Türkiye’den Fransa’ya uzanan mücadele dolu yıllarını anlattığı romanı hakkında konuştuk.
-
Kitabın ismiyle başlayalım isterim. Neden Filizkıran?
Coğrafi bir olayı ifade eden “Filizkıran” Anadolu’da, mayıs ayının ortasında görülen ve sert esen bir fırtınanın adıdır. Bu kaçınılmaz olay hem gemicinin, hem de çiftçinin takviminde korku işareti olarak yer alır; çünkü gemiyi alabora eden, henüz yaşama tutunan körpecik filizleri kırıp geçiren, onların büyüme şansını yok eden bir fırtınadır, Filizkıran. Ülkemizde bir dönem yaşanan olayları buna benzettiğimden, romanın ismine uygun olacağını düşündüm… O dönem, ülkemizin bir ütopyası ve distopyasıdır; Filizkıran, demek hafif bile kaldı. Umarım yaşanan iklim değişiklikleri, fırtınanın şiddetini kırmakta etkili olacaktır bundan sonra…
-
Romanınızın ana karakteri eski sol örgüt lideri bir adam. Onun Türkiye’den Fransa’ya uzanan zorlu mücadelesini anlatıyorsunuz. Bununla birlikte, o dönem solcu olmanın zorluklarını yaşayan diğer insanların da hikâyesine değiniyorsunuz. Bunları yazarken gerçeklerden, kendi deneyimlerinizden beslendiğiniz oldu mu?
Beslenmeye evet; zaten insanının besin ögesi, beş duyusuyla elde ettikleridir, duydukları, gördükleri, hissettikleri… Kendi deneyimlerim, demek pek de doğru olmaz, fiilen olayların içinde olamadım, ama yüreğim ağzımda, bir ütopyanın esrikliği, sancısı, dehşeti içinde kahrolduğum bir dönemdi. Afiş asanları, yazı yazanları perdenin ardından seyrettiğim ve ilahi yazılar gibi okuduğum her sözcüğün akşam sabah gerçekleşeceğine inandığım günlerdi. Sonra o inanca tövbe ettirmek için yapılan insanlık ayıpları… Ezilenle ezildim, korkutulanla korktum, kitaplarımı yaktım, çünkü halktım ben. Yazdıklarımın hemen hepsinin uzaktan yakından tanığıydım ve hepsi tarihe geçen gerçeklerdir. Sadece, Fransa’da yaşananları Nuri’den dinledim.
Bir şey daha eklemek istiyorum, kitap da dahil, yapılan bütün her şeyin bir nüvesi, bir mayası, yani bir gerçeği vardır ve sen buna sahipsen, o şeyi çıkarırsın ortaya. Ayrıca bir roman gerçeği vardır ki, bütün gerçeklerin üstündedir; örneğin bir Mark Twain romanı olan Adem’le Havva’nın Güncesi ya da Jack London romanı olan Adem’den Önce için, gerçek değildir, diyebilir misiniz?
-
Romanınızda sol görüşlü, mücadeleci, güçlü kadın karakterler var. Öte yandan, bu kadınların aktif olarak sol mücadelelerinin sönümlendiğini, evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra hayatlarının, gündelik pratiklerinin değiştiğini görüyoruz… Mesela, kadın karakterlerden birisi şöyle söylüyor: “Bizim tabakanın zorunluluğu bu; çünkü tek başına yaşama olanağı bulamıyor, ancak biriyle dayanışma içine girerek ya da karılık ederek. Başka yolu var mı?” Buradan hareketle, solcu kadınların kendileri gibi solcu erkeklerle ilişkisini, onlarla yaptıkları evliliklerini ve daha da önemlisi, kadınların sol mücadele içindeki yerlerini nasıl görüyorsunuz?
Kadınsız bir mücadele eksiktir. Evrensel hiçbir eylemin dışında ya da uzağında düşünülemez kadın, hayatın her alanında ana unsurdur o. Kadın, doğası gereği mücadelecidir, sevdiğini de mücadelenin içinden seçer… Nezahat’in söylediğine gelecek olursak, nerdeyse yarım asır öncesi, o zaman olanaklar şimdikinden dardı ve evlilik bir dayanışmaydı, belki bir özgürlüktü de, aynı zamanda önemli bir sosyal statü. Öte yanda yanlış yapılan evlilikler de fazlaydı, bu sosyal ortaklığa ömür boyu çaresizce ya da inatla katlananlar da.
-
Romanın ortaya çıkış hikâyesi nedir? Ne kadar sürede yazdınız, kitaplaşma süreci nasıl oldu?
Romanın ortaya çıkması, içimdeki ukdenin, yaranın durup durup sızlamasıydı. Gözümün önünden öyle çok Nuri, öyle çok Nezahat, Sevilay ve diğerleri geçiyordu ki. Bunları ben tanıyordum, başkalarıyla da tanıştırmak istedim. Ölümsüz olsunlar istedim. Zaten yazmaya yazgılıysanız, yazacak bir şey bulursunuz, daha doğrusu o her ne ise gelir sizi bulur. Kendini yazdırana kadar da ayrılmaz başucunuzdan, tutsak eder sizi. Bir de tanık olduğun olaylar kendini unutturmuyorsa, aklından çıkarmak için yazarsın. Yazarsın ki, yeni düşüncelere, hayallere yer açılsın. Yeni evrenlere kapı açılsın da, sen o bilmediğin evrenlerde, bilmediğin hayatları yaşayabilesin; zira yazar ömrünü kendi kurduğu evrenlerde geçirir.
Yazma süresi: Yıllar önce bir dergide kısa öykü olarak yayınlandı. Sonra roman olarak düşündüm. Beş altı sene oldu başlayalı, ama sadece bunun üstünde durmadım, başka çalışmalarım da oldu. Aynı anda birkaç çalışmayı birlikte yürütürüm genellikle… Kitaplaşma sürecine gelince o pek kolay olmuyor, en büyük etken de kitaba ilginin az oluşu. Yani arz talep olayı, böyle olunca da bastırmakta sıkıntı çekiyor yazar, yıllarca bekliyor dosyalar. Sanırım yayıncı da bu arz talep ilişkisinin sıkıntısını yaşamakta ki, yazarın yüzüne bakmıyorlar öyle kolay kolay.
-
Son olarak, okumaktan keyif aldığınız, kıymet verdiğiniz yazarlar kimlerdir?
Okumaktan keyif almadığım kitap yok, desem yalan olmaz. İyi kitapların keyfi ayrıdır elbet, ayrı bir mutluluktur; ama okumayı çok sevdiğimden, yazara, emeğe olan saygımdan kaldırıp attığım, yarım bıraktığım kitap hiç olmamıştır. Kıymet verdiğim yazarları sıralasam yer kalmaz, bütün yazarlar kıymetlidir, hepsinin kendine özgü bir dili, bir ifade biçimi ve felsefesi vardır. Klasikleri ana sütüne, diğerlerini de çeşitli besinlere benzetirim. Nasıl ki bütün yiyeceklerin tadı ayrı ayrıysa, kitaplar da öyledir bence. Besinlerin de yararlısı, yararsızı vardır kuşkusuz, hele ki günümüzde organik olanı, olmayanı gibi… Genç yazarları çok beğeniyorum, güzel eserler çıkarıyorlar ortaya, bazen şaşırtıyorlar insanı.
|
- Yaranın durup durup sızlaması: Filizkıran - 17 Haziran 2019
FACEBOOK YORUMLARI