Hevesi Kirpiğinde, acının, kıyımın, yok saymanın, yok sayılmanın içinden ve bu hallerin diliyle okura seslenen öyküler anlatmakta.
“Hevesi Kirpiğinde” Polat Özlüoğlu’nun NotaBene Yayınları öykü serisinden yayımlanan yeni kitabı. Yazarın, “Günlerden Kırmızı” adlı ilk kitabı da yine aynı yayınevi etiketiyle 2015 Kasım’ında yayımlanmıştı. Hevesi Kirpiğinde, Didem Madak sesinin yankılandığı bir epigrafla açılıyor. Kitapta yer alan öyküleri, yakın tarihimizde coğrafyamızda yaşanan acı ve kıyımlara tanıklık eden öyküler diye tanımlayabiliriz. Adıyla yarım kalmışlığı imleyen Hevesi Kirpiğinde on öyküden oluşuyor. Ana izlekler çocukluk, çocuk olmak. Öykü dilinde bir şiirsellikten, şiirsel anlatımın varlığından söz etmek de yanlış bir tespit olmayacaktır.
Kitabın ilk ve son hikâyesi aynı olayı, iki ayrı hikâye kişisinin gözünden aktarıyor.
Giriş öyküsü “Elimi Tuttun” Ankara Gar’ında yaşanan o büyük acıyı konu ediniyor. Hikâyede anlatı zamanı patlama anının akabinde başlıyor. Barış mitingi için babasıyla birlikte miting alanına giden hikâye kişisinin yerlere saçılmış, parçalanmış bedeninden bakan bir gözle anlatılıyor hikâye. Olay öncesi, olay anı ve olay sonrasına ilişkin yaşananlar şeklinde bir akışla okura sunuluyor. Kitabın son öyküsü, ilk öyküyle bağlantılı olan “Elini Tuttum” ise aynı olayı bu defa babanın gözünden bir aktarımla okura sunuyor. Zaman akışı yine ilk öyküde olduğu sırayla ilerliyor. Olaydan günler öncesinden başlayan yolculuk kararı, yolculuk anı, patlama anı ve sonrası şeklinde sıralanıyor. En taze ve en büyük acılarımızdan biri olan Ankara Gar’ı saldırısı, Özlüoğlu’nun kaleminden, bir baba kızın tanıklığında yeniden, bir kez daha ve bir başka biçimde kayıtlara not düşülüyor.
Kitabın ikinci öyküsü “Bin Başlı Canavar”da masalsı bir anlatı dili kullanılmış. Kitabın en dikkat çekici öykülerinden biri olan “Bin Başlı Canavar” belirsiz bir zaman diliminde başlıyor. Anlatım ilerledikçe, birinci tekil dille, küçük bir kız çocuğunu gözünden aktarılan hikâyede zaman ve hatta mekân (mekân bağlamında coğrafya) belirginleşiyor. Çok yakından tanıdığımız bir meseleye, acıya dönüşüyor.
“Topraklarımızı damımızı bırakıp ot bitmeyen, kuş uçmayan, kervan geçmeyen bozkırlara yürüdük. Her şeyi bıraktık geride, bahçede uyuyan anamı, çaputtan oyuncaklarımızı, yarım yamalak anılarımızı, emanet rüyalarımızı, tasımızı tarağımızı her şeyi bıraktık.”
“Sekiz kardeştik, dört kaldık. En uzun ağaçların diplerine içimizden en küçüklerini gömdük. Büyüklerimizi susuz kuyuların kucağına bıraktık.”
Adını unutmuş bir Leyla olarak başlayan küçük kızın hikâyesi, adı değişen bir Leyla olarak bitiyor. Artık Rabia olan, Leyla’nın çocuk bedeni yaşlı bir adamın yatağında kıpırtısız uyurken sonlanıyor öykü.
“Bin başlı canavarım uzanmış yatıyor yanımda. Hiç kıpırdamıyorum, hiç nefes almıyorum artık. Alırsam bir daha uyanır yoksa.”
“Hevesi Kirpiğinde” kitapta yer alan öykülerin içinde en uzun olanı. Yine tanıdık ve yıllanmış bir yaranın, toplumsal olayın konu edildiği öyküde, çocuklarını aramak için köyden İstanbul’a gelen karı/koca, anne/babanın yaşadığı olaylar konu ediliyor. Aile, üniversite eğitimi için İstanbul’a yolladıkları oğullarından uzunca bir süre haber alamayınca, çocuklarını bulmak için köyden, şehre geliyor. Köy ve şehir hayatına ilişkin yaşam farklılıkları, tezatlıklar; köyün huzurlu, sakin küçük yaşamına karşılık, şehrin büyük, kaotik yaşamı anlatının yan unsurları olarak hikâyeyi beslemekte. Cumartesi aileleri denildiğinde hafızamızda yer etmiş, simgesel bir mekâna dönüşmüş o lisenin önünde son bulan, aktarıcı anlatıcı diliyle kurmuş öyküde anlatım, biraz daha konsantre edilebilirmiş belki de.
Özlüoğlu, “Boş Sayfa” öyküsünü diğer öykülerden farklı bir biçimde kurgulamış. Bu biçim bir yanıyla post modern anlatı tekniğine de yakın durmakta. Epigrafında yine bir Didem Madak sesinin duyulduğu öyküde, trans bir bireyin yaşamından bir kesit anlatılıyor. Öykü, bir hikâye yazmak üzere masasının başına oturan yazarın, yazdıklarının öyküye dönüşmesi şeklinde kurgulanmış. Çerçeve anlatı tekniği olarak tanımlanabilecek bu biçemde, okur, yazarın yazma sürecine tanıklık ediyor bir bakıma. Yazarın, öyküsünü yazdığı kâğıtlarsa, öykünün sahnesine dönüşüyor böylelikle.
“Ben, ben yine uzaktan bozup yazıp karalıyorum seni. Bembeyaz, bir gelin gibi boş bir sayfanın en kuytu yerine çiziyorum tüllerin ardındaki küskün yüzünü.”
Hevesi Kirpiğinde, acının, kıyımın, yok saymanın, yok sayılmanın içinden ve bu hallerin diliyle okura seslenen öyküler anlatmakta.
Bilinmez kaç defa kayda geçmek gerekir. Kaç tekrardan sonra duyulur, kitapta her ne kadar kurmaca kişiler olsalar da gerçek hayatta çok yakından bildiğimiz kimselerin acıyı haykıran bu çığlıkları. Duyulur mu? Biz yazdıkça olağanlaşır mı? Bu cinayetler, ölümler, acılar üreten döngü bir yerinden kırılır mı?
Özlüoğlu, Hevesi Kirpiğinde’yle, bu acı döngünün bir yerinden kırılmasına yönelik bir çabanın, niyetin ürünleri olarak ortaya koymakta metinlerini.
|
- Yarım Kalmış Heveslerin Hiç Susmayacak Sesleri - 6 Kasım 2017
FACEBOOK YORUMLARI