Yaşadığımız Çağı ve Coğrafyayı Doğru Yorumlayabilmek Adına: Kent Deneyimi

Kent ve yaşam konularında KentSel etiketiyle yaptığı yayınlarla çok değerli eserleri dilimize kazandıran Sel Yayıncılık geçtiğimiz ay yeni bir kitabı daha ekledi bu seriye.

Yaşadığı coğrafya insanın kaderini belirler; kişiliğini, hayallerini, yaşam amacını… Kent kavramıysa mekânsal bir boyutu ifade etmenin ötesindedir. Kent insanı, insan da kenti şekillendirir süreğen bir şekilde.

Kent ve yaşam konularında KentSel etiketiyle yaptığı yayınlarla çok değerli eserleri dilimize kazandıran Sel Yayıncılık geçtiğimiz ay yeni bir kitabı daha ekledi bu seriye. Kent konusundaki akademik çalışmalarıyla tanınan, çalışmalarına sıklıkla atıfta bulunulan, analizlerini olabildiğince sade ve anlaşılır bir dille aktaran David Harvey’nin Kent Deneyimi adlı kitabı.

Kent Deneyimi, kent kavramını merkeze alarak kapitalizm ve Marksist ideolojinin ekonomik ve sınıfsal karşılaştırmasına yoğunlaşan bir inceleme. Harvey, hem ekonomik-tarihsel süreçleri hem de teorik göstergeleri detaylandırarak çok boyutlu analizler yapıyor. Kitabın genel değerlendirmesini yaparak kuşbakışı haritasını çıkarmadan önce, ülkemizin tüketim ekonomisini ve güncel politikasını belirlemesi nedeniyle kentsel alanda genişleme yaratıp sonra bu uzaklığı aşmak adına tüketime yönlendiren anlayışa yani banliyö yaşamı ve ulaşım konularına ilk olarak dikkat çekmek istiyorum. Daha önce Batı ekonomisinde deneyimlenen bu sürecin Üçüncü Dünya Ülkelerini darboğaza sokmakta halen nasıl kullanıldığını irdelemeye ve anlamlandırmaya çalışabiliriz böylelikle.

On dokuzuncu yüzyılda Batı Avrupa ve Amerika’da kapitalizm kaynaklı, sermaye fazlasına ve artı değere bağlı bir ekonomik kriz ortaya çıkar. Kapitalist ekonomi, 1830’lardan itibaren teknoloji ve aşırı birikim sonucunda oluşan sermaye fazlasının tüketimi için fazlaların massedilmesi (emilmesi, giderilmesi) yolu olarak coğrafi yayılıma yönelmişti. Madalyonun bir yüzünde aşırı birikim, diğer yüzünde ise yetersiz tüketim vardı; alanın genişlemesi sonucunda tüketimin arttırılması planlanıyordu. Tüketim odaklı kentleşmeyle sorun bertaraf edilmeye çalışıldı. Finansal borçlanma-kredi yoluyla emlak sektörüne yönlendirme, kent dışında bir banliyö yaşamına özendirme, ulaşım için yollar-tüneller-köprüler inşa etme, ulaşım için otomotiv sektörünü genişletme, akaryakıta zam yaparak tüketimi arttırma döngüsü şeklinde çok basite indirgeyebileceğimiz bir yapıdan bahsediyor Harvey. Banliyöleşme, otomotiv, akaryakıt, lastik, inşaat sanayii ürünlerini lüks değil zorunlu mallar haline getirdi. Bu sektörün yetersiz kaldığı yerde ise silah yarışı, savaş, kentlerin yıkımı ve yıkılan kentlerin tekrar inşa edilmesi için inşaat sektörü devreye girdi. Bu aşırı birikim problemi jeopolitik çekişmelere ve iki dünya savaşına yol açan temel baskıydı ve savaş gibi vahşi bir çözüme gidilmişti. Yirminci yüzyıl Avrupası için anlatılan bu senaryo günümüz Orta Doğu ülkelerine ne kadar çok benziyor aslında. Dünya Savaşları gibi Orta Doğu’da hiç dinmeyen kıyımı ve yıkımı var eden sebeplerin en başında ekonomik çıkarların yer aldığını ya da tüketim ekonomisi adına can tüketiminin en “can alıcı” çözüm olduğunu da çıkarabiliriz bu analizden belki.

Ancak bu çıkarımı yaptığımız yer aynı zamanda kitabın bir eksiğini, birçok ülkenin analize dâhil edilmemesi sorununu da içinde barındırıyor. Harvey analizlerini Batı Avrupa ve Amerika Birleşik Devletlerini temel alarak, diğer dünya ülkelerini dikkate almadan şekillendirmiş. Bu bakış açısı, bizim gibi kapitalist düzenin yanı sıra feodal yapıyı da özünde barındıran ülkeler için açıkta kalan konular içeriyor. Ayrıca günümüzde dünyanın büyük bölümünü etkileyen ama özellikle kendi coğrafyamızda can alıcı öneme sahip terör, iç savaş, mülteci sorunu ve göç gibi kentleşmeyi derinden etkileyen sorunlar da ele alınmayı bekliyor. Kitabın ilk baskısının 1989 yılında yapılmasına bağlı olarak zamansal; Batı ekonomisini temel almasına bağlı olarak da mekânsal eksiklikler olduğunu söyleyebilirim.

Kitabın giriş kısmında bir kenti ön yargısız anlayabilmek adına en yüksek binaya çıkarak şehri seyreden turisti resmeder ve yukarıdan bakan, her şeyi gören gözü metafor olarak kullanır Harvey. Bu, Eski Mısır uygarlıklarında Tanrısal Göz kabul edilen Güneş (Horrus’un) Gözü benzetmesidir. Böyle yukarıdan seyretmenin, şehir tarafından ele geçirilmeden hayal gücümüzle onu ele geçirmeyi ve her detayı bütünlük içinde görebilmeyi sağladığını belirtir. O zaman biz de aynı metaforu kullanır, yeterince yüksekten ve dışarıdan bakarsak tarihsel süreci ve bugünü bir bütün olarak görebilir, küresel oyunların günümüz ekonomisini, tüketimi, savaşları, terörü anlamada yol gösterici olacağını söyleyebiliriz sanırım.

Yaptığı çalışmalar, önermeler ve verdiği eserlerle fikirleri sıkça alıntılanan akademisyenlerin başında geliyor David Harvey. Kent Deneyimi adlı kitabıysa çok kapsamlı analizlerin, daha önce yayımladığı makalelerin ve çalışmaların derlemesinden oluşuyor.

Kentleşme, anlık bir olay değil tarihsel süreçtir. Bu süreç insanların ve toplumların özelliklerini belirlemede etkin olduğu gibi ideolojilerin de teoriden pratiğe geçişine imkân tanır. İdeolojik fikirler kent yüzeyinde test edilir, hayata geçer ya da sönümlenir. İnsanlar arası ilişkilerin, ekonomik süreçlerin, sosyolojik değişimlerin deneyimlenme alanıdır. Bir kenti doğru okuyabilmek hem tarihsel süreci hem de günümüzü anlamamıza olanak sağlar.

Harvey, kendisinin de ifade ettiği gibi, Marksist ideolojiyi temel alan, kavramları kapitalizm ve sınıf çatışması üzerinden değerlendiren bir yazar. Kentsel sürece ilişkin meta-teoriler içinde de Marksçı teorinin, sorunları analiz etmede ve çözümler sunmada en güçlüsü olduğu düşüncesinde. Kapitalist süreç sonucunda kentsel alanda ortaya çıkan sorunların, Marksist ideoloji ve yaklaşımla çözülebileceğini ileri sürüyor, çalışmalarında buna odaklanıyor. Ancak Marks’ın mekândan çok zamana öncelik verdiğini, coğrafi sorunları “gereksiz bir komplikasyon” diyerek gözardı ettiğini belirterek bu konuda Marksist teoride açık alanlar bulunduğu saptamasıyla yola çıkıyor. Yol haritasını ise sosyalist teoride yer alan bu açığın giderilmesi olarak belirliyor. Bu amaçla Harvey öncelikle kapitalist tarih ve coğrafyada kentsel süreçleri analiz ediyor. Kapitalizm, sermaye ve emek fazlalarının üretimi, sermaye dolaşımı, değer ve artı değer kavramları konularına değiniyor. Kapitalist kentleşmenin ne demek olduğunu, postmodern tarzın etkilerini irdeliyor. Paris’teki Sacre-Coeur Bazilikasını sınıf mücadelesinin ürünü ve sembolü olarak ele alarak inceliyor.

Harvey’e göre tarihi ve coğrafi çalışmalar Marksçı meta-teorinin gücünün test edilebileceği tecrübe alanları olarak ele alınabilir. Üretim, değiş tokuş ve tüketimin gerçekleştiği yerler, kentsel alanlardır. Kent analizi sürece dâhil edilmeden yapılan ekonomik çözümlemeler tam ve yeterli olamaz. Kapitalistlerin kentsel düzeni uygun şekilde düzenlemesiyle tüketim, kârlılık, birikim ve sermayenin emeğe baskısı mümkün olur. Sermaye birikimi ve kentleşme süreci el ele yürür. Değiş tokuş yani mübadele noktasından bakıldığında sermaye dolaşımı zaman boyunca coğrafi harekettir. Marksçı teori, daha çok üretime odaklanması nedeniyle, bu konuya yeterli açılım getirmemektedir. Kapitalizm ise vakit nakittir atasözüne uygun şekilde üretimi bir an önce tüketime yönlendirmek yani mekânsal uzaklığı yok etmek ister. Sermaye birikimi, teknolojik yenilik ve kapitalist kentleşme bu anlamda da birlikte yürümek zorundadır.

Her ne kadar sade ve anlaşılır bir dile sahip olsa da ekonomi, siyaset, sosyoloji ve tarih konularında ön bilgilere sahip olmayı talep ediyor okurundan Harvey. Ancak kent ve mekânın yanı sıra pek çok konuda detaylı, eleştirel açılımlar sunuyor ve dış-göz olarak bakma imkânı veriyor. Harvey’in dediği gibi cevapları aramak için önce doğru soruları sorabilmek gerekir. Kent Deneyimi bizi doğru sorulara yönlendiren, düşündüren, saklı gerçekleri işaret eden bir kitap. Yaşadığımız çağı ve coğrafyayı yukarıdan, Güneş Gözü’yle görebilmek adına…

Her kentin bir bilinci vardır, toplumsal bellektir bir bakıma. Kalbi atar, dili söyler; tanıklıklarıyla, yaşanmışlıklarıyla, değerleriyle hayat bulur. Kentlerin ne ifade ettiğini doğru teşhis edebilmek önemlidir. Onlar, dünya üzerindeki toplumsal ilişkilerin, ekonomik süreçlerin, çıkar çatışmalarının daha küçük boyutta yaşandığı yerler, haritadaki izdüşümleridir. Bu nedenle kentlerin yapısını ve içerdiği komplike ilişkileri görebilmek, dünyayı ve tarihsel süreci anlayabilmemizde anahtar rolü üstlenir. Kapitalizmin ulaştığı vahşi sömürü sürecinde, terörün ve yerel savaşların ateşiyle canlı tutulan bir tür tüketim politikası yaratılarak dünyanın içine itildiği kaosun analizi ve çözümü ancak bu süreci doğru okuyabilmekle mümkün olabilir.

  • Kent Deneyimi
  • Yazar: David Harvey
  • Çeviri: Esin Soğancılar
  • Türü: Araştırma
  • Baskı Yılı: Kasım 2016
  • Sayfa Sayısı: 396 Sayfa
  • Yayınevi: Sel Yayıncılık
Pınar K. Üretmen
Vinkmag ad

Read Previous

“İnsanlar bir daha asla nesnelerin yerine konmayacak”

Read Next

Harika Uygur cevapladı; “Bu Rol Senin!”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *