Kendi dünyasından çıkınca başka cümlelerin öznesi olan bir adamın güzellik karşısında hüzünlendiği hayatı: Sinek Isırıklarının Müellifi
Barış Bıçakçı’nın hissettiği hiçbir şeyi tam o anda kimseye söyleyememiş Cemil’in uğraştığı ruhsal sökükleri anlatan romanı Sinek Isırıklarının Müellifi bizleri aşkın, arkadaşlığın ve edebiyatın üzerine düşünmeye çağırıyor.
Modern insanın ağrı kesicisi olan aforizmalar hiç olmanın ağrısını dindirirken var olmanın acısını hangi satırlar dindirecektir? Bir kelimeye, bir hisse, bir saç teline ve bir kavanoz çilek reçeline binlerce anlam yükleyen insan böyle hafif bir evrende aradığı anlamı bulabilecek midir? Kahramanımız Cemil pek öyle düşünmüyor. Ona göre anlam ağırdır, dibe çöker. Falcılar da bu yüzden kahvenin telvesine bakarlar.
Cemil’i Üzen Yanlış Bir Telaffuz Gibi Sonbahar
Günümüz insanının kapitalizm karşısında ödediği bedelleri ve bu bedellerin edebiyatın üzerine düşen gölgesini konu edinen Bıçakçı, hayatın tekdüzeliğini başarılı zaman atlamaları ve akıcı bir üslup yoluyla anlatırken, olanca gelişmişliğine rağmen insani değerleri tüketen bir kent yaşamına tepki veriyor. Okur olarak yirmi iki yıl öncesinden bir kesitle, hastane odasında tanıştığımız Cemil’in İstanbul’da bir yayınevine roman dosyasını teslim etmesiyle birlikte, editörden gelecek haberi beklerken yaşamına ve geçmişine tanık oluyoruz. Yazmayı anlatılmaya değmez olanı anlatmaya cüret etmek olarak gören Cemil her gün kendi kendine editörle konuştuğu evinde karısı Nazlı üzerinden bütün kadınlarla, akıtan banyo fayansı üzerinden bütün dünyayla yüzleşiyor.
Mucize: Evin Bugün Yarın Ölecek İhtiyar Kedisi
Çeşitli ‘’olamama’’ kabusları vardır. Kaynayan çilek reçelinin köpüğüne, perdeyle cam arasındaki boşluğa, kitaplıktaki bir şiir kitabına dalıp devamlı en başa saran, hayatının küçük dönüm noktalarını kafasında tekrar tekrar yaşayan Cemil’in olamama kabusu ise yazarlıktır. 12 senelik mesleğini kendini edebiyata adamak için bırakmıştır ve kendini mutlu hissettiği her an dönmek istediği evinde gün içinde kafasından kurdukları bile bir roman olabilecekken Cemil’e bunlar yetmemektedir. Hayat, Cemil’in davet edildiği bir şölendi evet ama Cemil eli boş geldiği için huzursuzdu, şölenin tadını çıkaramıyordu.
Kitap bitirince akvaryumunun suyu değişmiş bir balık gibi hisseden bu adam varını yoğunu yazdığı romana adamıştır. Hissedileni okura veremeyecek –kolay dolaşıma girecek- cümleleri sevmediğinden ve bir duyguyu karşıtıyla karıştırıp terbiye etmeden edebiyat yapılamayacağını bildiğinden karısı Nazlı’nın bir sözü ya da 250 gram fındığın cam kavanoza dökülürken çıkardığı ses bile ona romanını baştan yazdırabilecek hisler yaşatabiliyor. Biliyor eline kalem alan insanın sadece kendi düşürdüklerini değil bütün dökülenleri toplaması gerektiğini.
Gündelik hayatın hem övgüsü hem eleştirisi niteliğindeki bu eser ıslanmış nohutlarda, geçmişte, bulaşık deterjanı kokusunda tezahür eden sevmelerin öyküsü. Yazarın, hayatınızın bir ucundan tutup yaşadıklarınıza ayna olan cümleleri Ankara’nın ayazında başınızı döndürüyor.
“Her şey bir şeyin etrafında durmadan döner, insanın payına düşen sarhoşluktur.”
|
Okuma önerisi!Feride Cihan Göktan’ın incelemesi; “Bozkırkurdu Dans Eder mi?“
|
- Olmaz denileni olduran güçlü kadınların sesi: Ben İstersem - 1 Mart 2019
- İki Mezarlığı Birbirine Bağlayan Köprü: Garipler Sokağı - 11 Şubat 2019
- Hayatla bütün hesaplarını gören bir ailenin hikayesi: Golovlev Ailesi - 6 Ocak 2019
FACEBOOK YORUMLARI