
Babası Samuel Ireland’ın dükkanında çalışan William’ın büyük yazar William Shakespeare’in peşine düşmesiyle Londra sokaklarında canlanan trajediler…
Bir insanın günlerini saatlerini esirgemeden, ömrünü esirgemeden, büyük bir tutkuyla kitaplar yazmasının açıklaması nasıl yapılabilir? Ve her zaman kıran kırana bir mücadelenin yaşandığı yayıncılık dünyasında uzun yıllar boyunca varlığını kabul ettirmek için bir yazarın hangi özelliklere sahip olması gerekir?
Mutlaka büyük bir yetenek, iyi işleyen bir zihin, ömrünü adamayı göze aldırtan bir kararlılık gerekiyordur. Belki de hepsinden önemlisi, bütün bunları canlı tutan enerjiyi üretecek bir kaynak. Örneğin, daha güzel bir dünya yolunda ilerleme isteği ve bir mücadeleye katılma kararı kişide böylesine büyük bir tutkunun kaynağı haline gelebilir. Vicdan, bilinç, hayatı anlama sevdası, insan ve doğa sevgisi, sorumluluk duygusu gibi birçok özellik, tutkuların uzun yıllar canlı kalmasını sağlayabilir.
Bir Zamanlar Londra’da romanında William’ın yazarlık serüveni, konu hakkında derinlikli düşünmeye vesile oluşturuyor.
ZORLU BİR YOL
Babası Samuel Ireland’ın kitapçı dükkanında çalışan William’ın yazarlık yoluna girişi, ilk bakışta onun Shakespeare’e yönelik ilgisi ve hayranlığı ile ilişkilendirilebilir. Oysa neden-sonuç ilişkisi açısından bu geçerli bir açıklama olmayacaktır. Son zamanlarda yaygınlaşan “yazarlık, okurluğun ileri aşamasıdır” gibi bir yanlış düşünce de böyle bir hatalı yoruma neden olabilir. (Okurluktan yazarlığa “terfi” yaklaşımındaki sorunlar başka bir yazı konusu olmalı.)
Kişide dâhilik özelliklerinin gelişmesi ve büyük bir yaratıcılığın ortaya çıkması, elbette basit birkaç cümleyle açıklanamaz. Üstelik her zaman yüce değerlerle ilişkilendirilemeyebilir de. Böylesine zorlu bir yola girmek üzere harekete geçmek, bazı durumlarda, daha çok kişisel hırslarla, zaaflarla da açıklanabilir. Tıpkı William’ın, babasının kendini yeteneksiz bulmasına ve küçümsemesine tepki duyması gibi.
Bu olgu, romanda pek öne çıkmıyor. Zaten kitabın son sayfalarında, henüz birkaç denemesi yayımlanmış genç bir edebiyat heveslisi olarak William’la vedalaşıyoruz. Hikayenin geçtiği zaman diliminden sonraki dönemle ilgili kısa bilgiler verilirken, William Ireland’ın ömrünün sonraki kısmında 70’e yakın kitap yazdığını öğreniyoruz. Ama okuduğumuz olayların geçtiği günlerde de, ilişkilerin gelişmesinde ve konunun işlenmesinde, William’ın babasına karşı kendini kanıtlama isteği derinlerdeki bir gerçek olarak beliriyor.
SHAKESPEARE’Lİ BİR YOL
Nazik, hatta naif bir gençtir William. Davranışları, bazen çekingenlik düzeyinde kontrollüdür. Zaman zaman yaptığı kararlı çıkışlar, onun genel tarzıyla pek uyuşmamaktadır. Demek ki romandan sonraki, yani biz hikayeden ayrıldıktan sonra devam edem hayatında William biraz daha sert bir kişilik geliştirmiştir. Edebiyat dünyasında kendini kabul ettirdiğine göre, ilerleyen yıllarda kararlı tavırları çoğalmıştır.
Ne William’ın yumuşakça biriken ihtirasını sadece ona özgü bir durum gibi okuyorsunuz ne Mary’nin kapalı dünyasındaki hülyalarını. Ne de olsa, içinden Shakespeare geçen bir kitap bu. Oldukça mütevazı biçimde anlatılsa da, Londra sokaklarında ve mekanlarında roman kahramanlarını izlerken, insanlığın kadim temaları üzerine de düşünüyorsunuz.
Anlatıdaki olayların geliştiği 19. yüzyılda Shakespeare yaşamıyor elbette, ama roman kahramanları üzerindeki etkisi hissediliyor, ele aldığı temalar tartışılıyor, gündelik hayata kadar uzanan sözleri anılıyor. Zaten romandaki başlıca kahramanlar da gerçek hayattan alınmış kişiler. Örneğin, Mary ve kardeşi Charles Lamb. Ayrıca, yaşlanmış ve hafızasıyla sorunlar yaşayan Mr. Lamb da var romanda. Biraz otoriter, özellikle kızına karşı baskıcı sayılabilecek tavırlarıyla Mrs. Lamb’ın olayların gelişimindeki etkisi de görmezden gelinemez.
Ve bu kahramanlarla birlikte Londra’da dolaşıyorsunuz, Shakespeare’in yaşadığı eve kadar gidip onun adımladığı sokaklarda yürüyorsunuz. Bu bölümlerde, özellikle William eşlik ediyor size. Shakespeare’in bu genç adaşı, büyük ustanın temalarına dokunuyor, adeta uyuyan bir devi uyandırıyor.
AH, TRAJEDİ!
Gözkapakları yavaşça kalkan bir devin derin iki gözüyle dünyaya bakar gibi, evrensel temalar zihninizde sayfa sayfa açılıyor. Tüm zamanlardaki, tüm memleketlerdeki akıp giden hayata bakıyorsunuz. En önemli gerçekliklerden biri olarak, ne yazık ki, trajedi meselesini bir kez daha algılıyorsunuz.
“Samuel Ireland’ın oğlu!” William böyle anılmaktan herhalde hiç hoşlanmayacaktır. Kendi adıyla yaşamak için her şeyi göze alacaktır. Aslında daha çok, babasının gözünde iyi metinler kaleme alabilen biri konumuna yükselmektir, onun derdi. Zaten Londra sokaklarında bunun için dolaşmaktadır. Belki kendisi de farkında değildir ama Shakespeare’in izini bu nedenle sürmektedir. Peki, Shakespeare’in yeni bir yapıtını bulup ortaya çıkarmak mı daha caziptir, yoksa herkesin Shakespeare eseri sandığı bir yapıtı yazabilecek olmak mı?
O sakin davranışlarıyla ve yumuşak tarzıyla üstü örtülmüş de olsa, demek ki William’ın içindeki ihtiras, sonunda ortaya onca kitap çıkarıyor. Böyle bir yazar olmak için, başka bir deyişle, babasına bunu kanıtlamak için, düşünsenize, ne kadar büyük bir tutkuyla çalışmıştır. Hatta babasıyla ilişkisini tahrip edecek kadar, başka hiçbir şeyi hayatının merkezine almayacağı biçimde zorlu bir yola girmiştir. Bu sayede kendini kanıtlamış bir yazar haline gelmiştir.
Ama 70 kitaplı bir yazar olmayı başardığı hayatının geri kalan kısmında, babasına yazdığı mektuplara cevap alamaz.
İhtiras dolu yılların, hedeflenin tersi sonuçlara varması… Ah, trajedi!
ACILI YOL, GÜZEL YOL
Çerçevesi aslında çok net çizilmeden, daha çok konulara değinerek ilerleyen bir roman bu. Kitap boyunca sürekliliğini koruyan başlıca konu ise, bir kişide yaratıcılığın gelişmesi.
Belki diye düşünüyorsunuz, ruhunun derinliğinde, artık kendisinin de farkında olmadığı, kişiliğinin bir parçası haline gelmiş yaralardır, bazı dâhilere o enerjiyi veren. O kadar büyük bir yetenek geliştirmek, o kadar kararlı, öylesine adanmış olmak, belki de ta çocukluktaki bir ihtirasa dayanıyordur. Birçok bilim insanındaki o huysuz, kavgacı ve çocukça özelliklere, bazı büyük sanatçılarda da rastlanması, belki bundandır.
Durup dururken aklınıza örneğin Charles Spencer geliyor. Acaba o nasıl bir çocukluk yaşadı? Kaç kardeşti, aile ortamı ne kadar sağlıklıydı? Onun Charlie Chaplin olmasında, ünlü Şarlo olarak büyümesinde, yani tarihin en büyük yaratıcılarından birinin ortaya çıkmasında, bu çocukluğun bir etkisi yok mudur?
Hatta koşulları çok daha iyi olan bir aileden gelen birinin, gerekli ilgiyi gördüğünü, ruhsal gereksinimlerinin karşılandığını kim ileri sürebilir?
Bilim ve sanat alanındaki birçok dâhinin, kendilerinden uzaktaki veya kendilerinden sonraki insanlar için güzellik kaynağı olsa da, yakın çevreleri için çekilmez bir kişi haline gelmesi, bu açıdan bakarak yorumlanabilir mi?
Elbette bir dâhi olmak için muhtaç olunan kudret, sadece bu şekilde açıklanamaz. Ayrıca, doğru olduğu durumlarda bile, bu belirleme çoğu kez sadece yola çıkışın bir açıklamasından ibaret kalabilir. O büyülü yolda ilerlerken kendisini dönüştüren nice büyük insan vardır.
Çığırtkanlık yapmadan, anlaşılmayı bile beklemeden sanat üreten yaratıcılar. Dünyayı anlamanın güzelliği dışında hiçbir şeye tenezzül etmeyen bilim insanları. Onların da bir kısmı belki yola aynı kişisel yaralarla çıkmıştır. Yolda kendilerini yaratmışlardır. Artık o hırsları, o acıları aşmışlardır.
Aşsalar da aşmasalar da iyi ki varlar, diye haykırmak geliyor içinizden. Yaşasın dâhiler! Yaşasın Shakespeare!
- Bir Zamanlar Londra’da
- Yazar: Peter Ackroyd
- Çeviri: Ayça Sabuncuoğlu
- Sayfa Sayısı: 221 Sayfa
- Can Yayınları, Mayıs 2016
- İbrahim Meleknaz’ı Seviyor! - 16 Şubat 2017
- Karanlığı Dağıtan Aydınlık - 5 Ocak 2017
- HAYIR’lı Bir Roman - 2 Şubat 2017