2003’te Nobel Edebiyat Ödülüne layık görülen Coetzee’nin “Yavaş Adam” isimli romanı; aidiyet, yaşlılık, engellilik, aşk ve hayat üzerine derin sorgulamaların yapıldığı müstesna bir yapıt.
Roman bir kaza sahnesi ile başlar. Hayat ne yazık ki bazen istenmeyen sürprizlere gebedir; tıpkı bisiklet kullanmayı seven altmış yaşlarındaki eski fotoğrafçı Paul Rayment’a hızla çarpan arabanın sağ bacağını yok edercesine ezmesi gibi. Bacağının büyük bölümünü kaybeden Paul, ıssız yaşamına bir engelli olarak devam etmek zorundadır ve kullanması önerilen protezi takmayı inatla reddeder. O artık kaçınılmaz sonun başlangıcında mıdır? Bu soruya cevap hazırdır:
“… Geniş perspektiften bakıldığında bir bacak kaybetmek her şeyi kaybetmenin bir provasıdır o kadar.” (1)
Bu önemli kayıp ile birlikte ruhsal çöküş yaşayan Paul, hayatında aldığı kararları ve bunların anlamını sorgular ister istemez. Geçirdiği hayatı boşa harcanmış bir fırsat olarak görmeden edemez. Zira yaşadığı sürece ciddi bir kötülük yapmasa da ciddi bir iyilik de yapmamıştır. Geride soyunu sürdürecek bir varisi dahi yoktur. Yalnızlığı, kimsesizliği ona bakacak bir ailenin bulunmayışı onu o zamana kadar üzerinde düşünmediği seçimleri ile yüzleştirir. Evet, hayatı sıradan seçimlerle dolu değildir. Kalabalık sürüden farklıdır o. Arabaya binmemesi de, bilgisayarını sadece yazı yazmak için kullanması da, protez takmayı reddetmesi de bu ayrık tercihlerden sadece birkaçıdır… Öte yandan bu ayrıksı tavır kendisine bakmak için yönlendirilen bakıcılarla ilgili seçiciliğin de habercisidir, ta ki kalbini çalacak Hırvat göçmeni Marijana gelene değin…
Geniş zaman kipinin tercih edildiği metinde, kahraman ve diğer karakterleri onların tam da yanı başından seslendiren tanrı anlatıcının aktarım tekniği, perde arkasından, karakterlere mütemadiyen ne düşünmeleri gerektiğini fısıldayan bir tınıda. Bu yakın tınının başka bir özelliği de, tanrı anlatıcının, karakterleri kameraya çeken, ellerine mikrofon veren ve filme kendisini de dâhil eden bir yönetmen tavrıyla davranması. Böylelikle yarattığı adeta interaktif tanıklık; karakterler, duygular ve düşünceler ekseninde, okuru, sahnelerin içine çekmeyi başarıyor.
Kimi zaman da yazarın sesinin tanrı anlatıcı sesiyle iç içe geçtiği görülüyor, tıpkı acı gerçekle yeni yüzleşen hastasını teselli eden doktorun tasvirinde olduğu gibi:
“O sırada Paul’un yüzüne bir şeyler olmuş olacak ki, genç doktor şaşırtıcı bir şey yapıyor. Elini uzatıp Paul’ün yanağına dokunuyor ve elini orada bırakıyor, o ihtiyar başı avuçluyor. Bir kadının yapacağı türden bir hareket bu, birini sevmiş olan bir kadının. Paul bu hareket karşısında utanıyor ama geri çekilemiyor.” (2)
Kimsesiz Paul’e günlük yaşamının idamesinde yardım elzemdir. Ancak Paul kısa süren tutkusuz evliliğinde karısıyla dahi yakınlık kuramamış soğuk bir partnerdir. Böyle renksiz ve kapalı bir adamın, muhtemelen daha düşük sosyokültürel seviyedeki, memleketinin izlerini üzerinden atamamış göçmen bir bakıcı ile bağ kurması mümkün müdür? Hâlbuki Marijana, doğallığı, sevecenliği, çocukları ve yaban ellerde var olma çabası ile birdenbire Paul’ün -tam da tersi özellikteki- hayatının merkezine oturuverir.
Paul’ün, bir kadın tipinin kusursuz hali olarak nitelendirdiği Marijana, onun sahip olamadığı çocuklara sahip, hayata anlamlı tohumlar ekmiş, verimli ve çekici bir kadındır. Fiziksel çekicilik konusu Paul’ün zihnini çok meşgul eder:
“… Bu çökeltinin, bu duygunun adı ne peki? Şehvete benzemiyor. Paul, bir isim bulmak zorunda olsa, takdir derdi. Takdirden şehvet doğabilir mi, yoksa bu ikisi tamamen farklı mıdır? Takdir ettiği bir kadınla yan yana, çıplak, göğüs göğse yatmak nasıl bir şeydir?” (3)
Yine de temiz duygulara sahip olduğuna kendini inandırmaya çalışan Paul, Marijna’nın üst rafları silmek için parmak uçlarında yükselişini zihninde canlandırdığında sahip olduğunu düşündüğü sevginin de uyanmak için güzel görüntülere ihtiyaç duyduğunun farkındadır.
“… Marijana’ya sahiden tertemiz bir sevgi besliyorsa, bu sevgi neden ancak onun bacaklarını görünce kalbinde yer etti ki?” sorusu sevginin şehvetle olan ilişkisini sorgular.(4)
Paul, Marijana’ya zamanla daha çok bağlanır. Hatta bağları güçlendirmek için –kocasına rağmen- ailesine yardım teklifleri yapar, tekliflerinin arkasında durur, bu yüzden küsen karı kocayı barıştırır ve sözlerini azimle gerçekleştirir. Fakat iyilik, iyilik doğurmaz. Yardım ettiği çocuklar da Marijana da zaman içinde, Paul’ü, onlara yardım etmediği dönemlerdeki kadar bile önemsemezler. Hatta ölümünden sonra devlet kütüphanesine bağışlamayı düşündüğü özel fotoğraf koleksiyonunu da ondan habersiz alırlar. Paul tüm bu yaşadıklarıyla karşılıksız aşkının diyetini mi ödemeye çalışmaktadır? Ya da son virajda o yaşına kadar yapmadığı iyilikler kontenjanını mı doldurma çabasındadır?
Olayların kızışma noktasından kısa bir süre önce, Coetzee’nin diğer romanlarının da başkarakteri olan “Elizabeth Costello” bir alter ego kimliğinde damdan düşer gibi giriverir Paul’un evine ve hayatına… Şeytanın avukatlığını yapmaya başlar hemen. Paul, bu karışkan, çokbilmiş yazar kadını ne kadar susturmaya çalışsa da, yakasından bir türlü düşüremez. Costello, Paul’e her ikisinin de artık yaşlı ve çirkin olduğunu, dünya güzelliklerini kucaklamak isteseler de artık dünyanın onları istemediğini, dünya onlara ne sunuyorsa razı gelmeleri gerektiğini söyler. Hatta kendisinin çocuklarından bile medet ummadığını, birbirlerine arkadaşlık edip, destek çıkarak ve hatta sevgiyle bakarak hayatlarının kalanını sürdürmeyi teklif eder… Oysa duygularını inceleyen Paul bu teklifi kabul etmeyecektir. Çünkü Costello’da gördüğü şey “Aşk” değildir, daha az yoğun bir şeydir.
Her sayfası şaşırtan, düşündürten ve sade anlatımı ile yormadan ilerleyen eser Türkçe’ye Dost Körpe tarafından başarıyla çevrilmiş…
- Yavaş Adam
- Yazar: J.M.Coetzee
- Çeviri: Dost Körpe
- Türü: Roman
- Baskı Yılı: 2016
- Sayfa Sayısı: 259 Sayfa
- Yayınevi: Can Yayınları
- S: 22
- S: 13
- S: 57
- S: 151
- Y kromozomu yeryüzünden silindi, bu dünyada yalnızca kadınlar yaşıyor - 2 Nisan 2018
- Bu kitap bütün ağrılarınızı kesecek! - 22 Mayıs 2017
- Âşık Kedi - 11 Nisan 2017
FACEBOOK YORUMLARI