Pamuk’un kitaplarını sıkıcı, vasat kitaplar olarak değil, bir de transa sokucu kitaplar olarak değerlendirin, farklı bir yargıya varırsınız.
Kırktan fazla dile çevrilen ve her ülkede binlerce satan romanları ve sonunda ulaştığı Nobel’le Orhan Pamuk başarı izleği açısından yaygın biçimde örnek alınacak ve dikkatle incelenmesi gereken bir olgu. Sıkıcı ve zor okunur nitelikleri, bol rastlanır hatalarıyla birer şaheser sayılmayacak kitaplarının böylesine ilgi görmesi, kazanma öyküsünün yanı sıra insanı ve toplumları bir kez daha sorgulamamızı gerektiriyor.
Piyasada hayli rağbet gören kişisel gelişim ve başarı kitaplarını şöyle bir gözden geçirerek başlayacağız incelemeye. “Kişisel gelişim kitapları” denilen türde eserlerden Türkiye’de bile yüzlercesini bulmak mümkün. Bile diyorum, çünkü bu çeşit kitapların mucidi Batı, özellikle ABD. Sektörün babası da bir Amerikalı. Dale Carnegie. Yapıtları ellili yıllardan bu yana bizde de yayımlanıyor. Mutluluğa nasıl ulaşılır, insan ilişkilerinde ne yolla etkili olunur, güçlü liderliğin sırları nelerdir… Ve sonuçta hepsinin amacı şu veya bu konuda nasıl başarıya ulaşılacağını göstermek. Bazıları zaten başarıyı veya kazanmayı doğrudan ana tema olarak saptamış çalışmalardır. Başarı başarı… Ama ne konuda başarı. İş hayatında başarı, kazanma veya makamda başarı, ünde, liderlikte, politikada, aile ilişkilerinde, evlilikte, sosyal ilişkilerde, cinsellikte, mutlulukta başarı.
Kanımca hemen hepsi okunması yarar sağlayacak kitaplar. Ancak şu birkaç uyarı önceden dikkate alınmalıdır: Hemen hepsinin esas amaçlarından biri kitabı çok sattırmak ve para kazanmaktır. Bu yüzden bir kitabın olası faydası diyelim 3 puanlıksa, samimiyet derecesine göre bunu 10 ila 30 otuz puan arasında gösterebilmektedir. Değişik içtenlik düzeyleri sergilerler, ancak okuduklarım arasında ağırlıklı oranda samimi bulduğum bir tekine rastlamamışımdır. Bu da az ilerde açacağım gibi ele aldıkları konuların gerçek püf noktalarından bazen hiç bahsetmemelerine, bazense onları çarpıtmalarına neden olmaktadır.
NLP MUCİZESİ
Önce NLP konusunda kısa bir yorum: Nöro Linguistik Program adı verilen bu ekolün yürütücüleri işe zaten başarılı insanların o başarıya nasıl ulaştıklarını inceleyerek başlamışlar. Modelleme adı verilen bu çalışmalarda, başarılı kişinin başarıya yol açtığı varsayılan tüm davranış biçimleri, konuşmaları, ilişki biçimleri, karar alma yöntemleri, hatta oturuşları kalkışları, kılıkları kıyafetleri tek tek ayrıntılarıyla inceleniyor ve özellikle hangilerinin ne tür olumlu sonuçlar verdiği yorumlandıktan sonra başarılı olmak isteyen öbür insanlara bu kalıplar öğretiliyor. NLP denen yaklaşım tarzı işte bu şekilde oluşmaya başlıyor. Daha sonraki yıllarda onlarca yeni üstat ortaya çıkıyor, bunlar yüzlerce yeni öğretici yetiştiriyor ve iş iyice dallanıp budaklanıyor. Şu anda NLP tüm dünyada binlerce kişinin büyük boyutlarda ekmek yediği bir sektöre dönüşmüş durumda.
Ayrıca NLP teknikleri gelişip çeşitlendikçe “başarı” amaç ve alanları da yayılmış. NLP’ciler hemen her konuda insanları eğitiyor, yol gösteriyorlar. Girdikleri sahalara psikolojik sorunlar, hatta psikiyatrik hastalıklar da eklenmiş. Zaten ciddi sıkıntı da burada başlıyor. Sınırlarını bilmiyorlar. Abartılı, ne ki hiçbir şekilde bilimsel yollarla kanıtlanmamış savlarla sallayıp duruyorlar ve epeyce göz boyuyorlar.
Çok büyük ağırlıkla yöntemleri, eğitim verdikleri insanların zihinlerinde belli görüntüler oluşturmayı öğretmek üstünden yürüyor. Daha az tercih ettikleri şekliyle sesli ve dokunsal deneyimler yaratmak. Ayrıntısına giremeyeceğim için kabaca anlatırsam, kişiye, bir yönetmen gibi kafasında kendi filmlerini oluşturma yolları gösteriliyor. Kişinin problemini başlattığı varsayılan değişik temalardaki olayların kişinin zihninde bir film sahnesi olarak canlandırılması, buna ayrıntılar, renk, ışık katılması, ses katılması, görüntünün uzaklaştırılıp yakınlaştırılması, görüntünün içine girilmesi veya ondan çıkılması, daha basit olayların sahneleriyle yer değiştirilmesi gibi tekniklerle o kişide probleme yol açan ya da bireyin başarısını engelleyen olay ve olguların kişi üstündeki gücü kırılıyor. Kişiyi başarıya, güce götürecek görüntülerin oluşturulmasıyla şahıs ruhsal yaşamında bir ivme kazanıyor.
Ortalama insan tüm ülkelerde çok zavallı. Ortalamanın üstünde insan da sadece zavallı. O yüzden her türlü göz boyama teknikleri soyumuz üstünde binlerce yıldır etkili oluyor. Şu veya bu ekonomik-toplumsal sistemi seçmek gibi temel bir sorundan başlayın, bir okunuşta hayatı değiştirdiği iddia edilen herhangi bir kitaptan hipnotize olmuş kadar etkilenmeye götürecek ikincil sorunlara dek… NLP her ne kadar bilimselliği kanıtlanmış bir yöntem olmamakla birlikte, gerek fikir sahibi olmak, gerekse kısmen o tekniklerden yararlanmak için bu konuda yazılmış birkaç kitap bence okunmalı.
Kaynaklar bölümünde adını andığım kitabın daha 9. sayfasında çok önemli bir vurgu yapılıyor. Öteki başarı kitaplarında yazılandan hayli farklı ve özgün bir vurgu. Başarıya giden yol uzun mücadelelerden ve acı çekmekten geçer, kalıp yargısının yanlışlığı gösteriliyor. Eğer bir zafer uzun süren bir çabanın sonunda daha elde edilememişse ve hissettiğimiz şey hala acıysa yolumuzda yöntemimizde mutlaka bir hata vardır. Yeni bir şeyler denemeliyiz. Orhan Pamuk bu mesajı iyi kapmış.
Az önce sözünü etmiştim, NLP tekniğinin doğuşu “modelleme”den geçiyor. Kişinin kendi başarı yoluna uygun çok başarılı modellerden bir veya ikisini kendine örnek alması hayati düzeyde önemli. Seçilen modelin dünyayı, işini uğraşını ve kendini nasıl gördüğünün incelenmesi, anlaşılması ve kişinin bunlara benzer sahneleri kendi kafasında yaratabilmesi… Mesela Pamuk, kendine gerçekten Spielberg’i örnek seçmiş olabilir. “Spielberg hayatta ne yapmak istediğine bakarken şunu söylemiş olabilir: ‘Ben gezegenler arası bir öykü anlatıcısıyım. İnsanların gelişmesine yardım edecek öyküler anlatacağım.’ Oymuş gibi davranın ve bu duyguyu hissedin.” (1) s.96 Gezegenler arasını “Doğu-Batı” olarak değiştirin, alın size bir Spielberg’in Pamuk değişkesi.
NLP’nin ilginç temel varsayımlarından biri “Eğer bir insan bir şeyi yapabiliyorsa, onu yapmayı herkes öğrenebilir”dir. (1) Kişiye büyük umut ve motivasyon kazandıran, bilinç ve çabayı öne çıkaran bir yargı. Sadece başarı için değil, temel hayat enerjisi için de insana umut ve motivasyon gerek; o yüzden olumlu bir ilkeymiş gibi görünüyor bu ilke. Evet, gerçekçiliğimizi tümden kaybetmez, sınırımızın da farkında davranırsak olumlu. Gelin görün ki sahte umut yaratan her önerme ilerde veya pek yakında derin bir düş kırıklığı yaratabilir, dikkat! Şimdi Pamuk, Nobel’i aldığına göre ben de alabilir miyim mesela ya da filanca yüz metrede dünya şampiyonu olmuşsa ben de olabilir miyim? İkinci örneğe bakın önermenin saçmalığını anlarsınız. Bilincin, bilinçli seçimlerin ve akılcı gayretin müthiş bir değiştirici gücü var, ama onun da bir sınırı yok mu? Kişinin yetenekleri bir yere kadar, biyolojik sınırları, karakter kişilik sınırları, çevre, ilişki gücü genişliği, aile sınırları da belirleyici etkenlerden. Son saydıklarım değiştirilemez mi? Hepsi belli oranlarda değiştirilir, ama hepsi için ayrı ayrı son noktalar söz konusu.
Kitapta bir yerde “… hipnozun ustası, sadece öyküler anlatarak insanları derin transa sokabilen bir kişi olarak ün yaptı” (1) s.2 diye bir cümle dikkat çekiyor. Pamuk’un kitaplarını sıkıcı, vasat kitaplar olarak değil, bir de transa sokucu kitaplar olarak değerlendirin, farklı bir yargıya varırsınız. Romanlarındaki daha ilk cümle ve aradaki bize anlamsız gelen bazı yinelemeler sakın hipnotik komut olmasınlar?
Hedef belirlemek. Bu hedefin benim için anlamı nedir, nesi önemli sorularını sormak ve o hedefe ulaştığınız anı bir film sahnesi gibi tüm ihtişamı ve renkliliğiyle kafanızda canlandırmak. O hedefe ulaşmasından yıllar öncesinden beri bunları yapsın ki, kişi hedefe kilitlensin, ona en yüksek yoğunlaşmayla güdülensin.
Yine NLP’nin ötekilerden farklı özgün yanlarından biri kişisel benzeşimlilik gibi bir kavramı kullanmasıdır. Kısaca anlatırsam kişinin iç bütünlüğü. Başarıya giden bir yoldaysanız ve bir yanınız ben o başarıyı istemiyorum diyorsa veya o başarıya gitmek için seçtiğin bu yoldan hoşlanmıyorum diye itiraz ediyorsa oraya ulaşmanız çok zordur. Çoğu başarılı insanda ruhun tüm yanlarıyla o hedefe kilitlenme ve yürünen o yoldan memnun olma hali gözlemlenir. Yaptığının yanlış olduğunu hatırlatan içsel bir ses duymak başarıyı engeller. Başarılı insanlarda bu ses ya yoktur ya bastırılmıştır. Son derece doğru bir saptama. NLP bu sesi nasıl yok edeceğimizi gösterir. İşe tersinden bakarsak vicdanımızı nasıl susturacağımızı gösterir. Vicdanı susturmak veya dar kalıplara hapsetmek gerçekten işe yarar. Bir androide dönüşürüz ya da bu kitaplardan hiçbirini okumamış olsak bile zaten androidizdir ve başarı bize daha yakındır. Bu karakterde biri iyi edebiyatçı olabilir mi peki?
Türkiye’nin değerli aydınlarının bombalarla parçalanarak öldürülmesini dalga geçerek keyifle anlatan (Kar) veya trafik kazasında paramparça edilmiş cesetlerden mizah yarattığını sanan (Yeni Hayat) bir romancı ne kadar “insani” edebiyatçı olabilir?
NLP’Lİ “YENİ HAYAT”
Çok ilginçtir, kitapta bir de Swish kalıbı diye bir teknik var. Yeni Hayat’la ilginç rastlaşmalar gösteriyor: “Ve en önemlisi kuvvetle ona doğru çekildiğinizi hissedin… Kendinizin o görüntüsünü tam karşınızda büyük, parlak, ve renkli olarak … görün.” (1) s.266-267 Sonra başka yerde: “Vücudunuzun dışına süzülün. Farkındalığınızın yükselmeye ve vücudunuzun dışına çıkmaya başladığını hissedin. Yakında kendinizi kolayca vücudunuzun tepesine doğru süzülürken hissedebilirsiniz. Kendinizi ve odayı aşağıda büyük bir detay zenginliği içinde görebildiğinizi hayal edin… Yükselin. Şimdi kendinizin tavana yaklaşana kadar daha da yukarıya süzülmesine izin verin. Sonra bir sonraki kata ya da binanın çatısına içinde bulunduğunuz binanın ve onu çevreleyen bölgenin kuşbakışı bir görüntüsünü görene kadar yükselin.” (1) s.327 İlk cümleleri tıpatıp benzer kitapların şimdi de ikincisinden, Yeni Hayat’tan bir bölüm: “Daha ilk sayfalarındayken bile, kitabın gücünü öyle hissettim ki içimde, oturduğum masadan ve sandalyeden gövdemin benden kopup uzaklaştığını sanmama rağmen, sanki bütün varlığım ve her şeyimle her zamankinden daha çok sandalyede ve masanın başındaydım ve kitap bütün etkisini yalnız ruhumda değil beni ben yapan her şeyde gösteriyordu. Öyle bir etkiydi ki bu, okuduğum kitabın sayfalarından yüzüme ışık fışkırıyor sandım: Aynı anda hem bütün aklımı körleştiren, hem de onu pırıl pırıl parlatan bir ışık. Bu ışıkla kendimi yeniden yapacağımı düşündüm…” (2) s.7 “Kitap herkes için yazılmış olsaydı diye düşünüyordum, bir yandan, eskiden olduğu gibi hayat böylesine ağır ve pervasız sürüp gitmezdi” (2) s.12 “İkbal Oteli’nin ikinci katındaki pencereden bakan kendimi hayalimde dışarıdan görmeye başladım. … yabancı filmlerin jeneriklerindeki gibi: Önce şehrin genel görüntüsü görülür, sonra bir mahalle, bir ev, bir pencere…” (2) s. 96
Elbette buradaki yeni bir intihal suçlaması değildir kesinlikle. Söz konusu Amerikan çoksatarıyla Yeni Hayat aynı yıl piyasaya verilmiş. Kim kimden intihal etmiş, kanıtlanamaz. Benzer bakış açılarıyla, benzer ruhlarla aynı dönemde yazılmış kitaplardaki ilginç benzerliklere örnektir. Fakat Pamuk’un intihal ve kopya meselelerine Yeni Hayat’ta da fena halde taktığı anlaşılıyor: “Başkaları işime kitabı kopya etmek de diyebilir, ama basit bir kopya işinden ötedir benim işim. Hissederek, anlayarak ve her seferinde her cümle, her kelime, her harf benim buluşummuş gibi yazarım.” (2) s.198 Meğer Pamuk Beyaz Kale’de kopyacılık yaparken böyle bir ruh hali içindeymiş. “Nota kopyacılığı yapan Rousseau da, başkalarının yarattıklarını yeniden, yeniden yazmanın ne demek olduğunu bilirdi.” (2) s. 213
NLP kitabında bir bölüm de eleştirilere karşı sakin yaklaşmak ve onlardan olabilecek en yüksek faydayı çıkarma tekniğiyle ilgili. Belli ki Pamuk o bölümü içselleştirememiş ya yine sonra göreceğimiz gibi her zaman işe yaramayan bu teknik yerine daha faydalısını yeğlemiş. Edebiyat eleştirmenleri başta Semih Gümüş olmak üzere Pamuk’un eleştiriye ve eleştirenlere karşı nasıl hırçın yaklaştığını bilirler. Birçok medya mensubu da bu hırçınlıktan payını almıştır. Ne ki kitabın yazmadığı bir altın kural: Yeterince güçlü ve başarılıysanız bazı alt başarı ilkelerini atlayabilirsiniz. Bakın Pamuk bir dış basın söyleşisinde ne diyor: “Otuz beş yaşıma kadar Türkiye’de herhangi bir şekilde ödüllendirilmedim. İnsafsız ve kindar eleştiriler almaya başladım ve şimdi artık iyi bir değerlendirme beklemiyorum. Son birkaç kitabım için ne yazdığımı eleştirmediler, bunun yerine pazarlama kampanyasını eleştirdiler.” (3) Nicholas Wroe, The Guardian, 8.5.2004
Şimdi geldik ilişkiler sorununa. Bence başarı için çok ve bilinçli çalışmak kadar ilişkileri iyi ayarlamak da temel bir gereklilik. Pamuk bu işin ustasıdır. Fakat gariptir, başarı kitaplarının çoğunda ilişkiler konusuna yeterince sayfa ayrılmaz ve ayrıldığı kadarıyla bazı çelişkili mesajlara yer verilir.
NLP kitabında da ilişkiler bahsinde insani iletişimlerde karşılıklı güven ve dürüstlüğün ne kadar önemli olduğu yazılıyor. Örneğin bir satıcı sattığı mala güvenmeli ve satarken asla karşısındakini aldatmamalı, deniyor. Bu ilke başarı için temel koşulmuş gibi gösteriliyor. Bir işadamı ya da yönetici için de aynı şeylerin geçerliliğinden söz ediliyor. Güzel! Etik açıdan doğru. Ama gerçekten doğru mu? İşte orada samimiyetsizlik başlıyor. Tüm piyasa işi kapitalizm yanlısı kitapların açmazı aynı noktada. Sahtekârlık ederek önce hızla başarıya ulaşmış, sonra bunları kaybetmiş ya da yalan dolana saptığı için hiç başarılı olamamış sayılmayacak kadar örnek bulmak, evet mümkün. Ama sahtekârlıkla kalıcı başarıya ulaşmış en az o sayıda satıcı, işadamı, yönetici de bulmak mümkün. Ve bugün toplumlarda hemen her alandaki başarılı kişiler arasında etik değerleri önemli ölçüde çiğneyenler büyük çoğunluğu oluşturuyorlar.
Konu felsefi, ideolojik temel bir sorundur ve o yüzden hiçbir piyasa işi başarı kitabında bu konuda samimi öneriler bulamazsınız. Sadece bazı imalarda bulunulur. Örneğin NLP kitabında şöyle deniyor: “Hedefin kimleri gerekli kıldığına karar verin. İnsanların hedefle nasıl bir ilişki içinde olduklarını tanımlayın.” (1) s.148 İşte mesele budur. Pamuk’un “Cevdet Bey ve Oğulları” adlı kitabından sonra (Kuvvetli Mann etkileri görülen, klasik tipte basit gerçekçi fena olmayan bir eser), yazdığı kitaplar önemli edebiyat eleştirmenlerince giderek daha az beğenilmeye başladı. Pamuk durumu tahlil etti ve eleştirmenlerin hiçbirinin tek başına çok sattırma gücü bulunmadığına karar verdi. Onlarla ilişkilerini teker teker soğuttu, çünkü gözden çıkarılabilirlerdi. Pamuk kitaplarının tanıtımı için harcayacağı enerjiyi büyük medyanın büyük yazarlarıyla, genel yayın yönetmenleriyle ilişkilerine kaydırmaya başladı, doğru da yaptı. Alt kademeyi kestirmeden atlayarak üstten işi bağladı. Ne ki bu birinci aşamaydı. Bir süre sonra yurt içi ilişkilerin daha üst amaçlar için pek yetersiz geldiğini gördü. Sektörün kalbi Amerika’da ve oradaki büyük ilişkilerde atıyordu. Amerika’ya gitti. Hayati adım buydu, Pamuk o adımı attı. Kitaplarda ima edildiği gibi gereksiz ve vakit kaybettiren ilişkilere son verdi, onları dondurdu, büyük ilişkileri yeğledi. Altın gole o yolla ulaşılabilirdi. Nasıl olsa her zaferden sonra görüldüğü üzere daha önce es geçtikleri kendi kapısına gelerek başarısını kutlamak zorunda kalacaklardı. Öyle de oldu.
Görüldüğü gibi vicdanın sesini dinlemek, soyut bir insan sevgisi, gereksiz kişilere saygı, lüzumsuz insanlarla vakit alan ilişkiler başarı için çabuk terk edilmesi gereken ayak bağlarıdır. Pek çok kişi paranın, sahtekârlıkla ya da zalimlikle kazanılan gücün toplumları ne kadar bozduğundan yakınır günlük konuşmalarında. Ama yine çoğumuz o noktada da ikiyüzlüdür. Kürkü nasıl elde ettiğine hiç bakılmaksızın para, ün ve iktidar sahiplerine yaltakçılık, ne yazık ki ekserimizin karakteridir. Genel karakter böyle olduğunda başarıya giden yolda fazla karakterlilik engel çıkarabilir. Her iyi başarı kitabı bunları az çok sezdirir.
ETKİLİ İNSAN OLMAK İSTİYORSAN BELLİ ALIŞKANLIKLAR EDİN
Stephen R. Covey imzalı “Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı” adlı kitap konunun en iyilerinden. (4) Alışkanlık ya da ilkelerin birincisi, belki de en önemlisi yazarın deyişiyle proaktif olmak. Proaktiflikten kastedilen, kişinin, daima her durum her işte, ben ne yapabilirim, ben neyi değiştirebilirim, hangi adımı atabilirim, benim misyonum ne gibi kendi güçlerini, kendi aklını, kendi inisiyatifini öne çıkaracak bir başlatıcı uyanıklık düzeyinde bulunması. Çevre koşullarının iyiliğinin kötülüğünün, dış etkenlerin uygunluğunun uygunsuzluğunun, onun veya bunun etkisine kapılmaksızın, kendi kararlarına, kararlığına, aklına güvenmesi ve iyi bir şeyler için başlatıcı, sürdürücü olması. Olumlu ya da olumsuz yönde başarılı kişilerde görülen neredeyse ortak özellik… Orhan Pamuk’ta da bu nitelik yüksek düzeylerde kendini gösteriyor.
İkinci ilke son kertede yüksek etik karakterli bir ilke. Sonunu düşünerek işe başla! Bunun anlamıysa şu: Sonunda herkes ölecek. Tüm başarılı ya da başarısız diye nitelenen yaşamlar ölüm gerçeği ile karşılaşacak ve ömürleri birer mezar taşı yazısı gibi değerlendirilecek. O bakımdan insan tüm başarı ve başarısızlıklarını, tüm edimlerini geriye iyi bir manevi miras bırakmak için yerine getirmeli, kendini sonunda kötü bir kişi olarak betimlendirecek eylemlerden kaçınmalı. Şöyle diyor Covey: “İnsanlar çoğu zaman boş zaferler kazandıklarını fark ederler. Elde ettikleri başarılara karşın, birdenbire kendileri için çok daha değerli olan şeyleri kaybettiklerini anlarlar… Sonuçta ise hedefe ulaşma arzularının, gerçekten önemli olan ama artık kaybedilmiş şeylere karşı gözlerini kör ettiğini fark ederler.” (4) s.111
Gönül ister ki insanlar tertemiz, namuslu davransınlar, başarıyı öbürleriyle iyi ilişkiler içinde, düzgün yollardan elde etsinler. Ancak dürüstlük ve başarı çoğu durumda birbiriyle çelişir. O zaman ya biri ya öbürü gözden çıkarılır.
Ve dördüncü alışkanlık. Daima kazan kazan ilkesiyle hareket et. Birçok insan başarının, kazanılacak şeylerin kıtlık içinde bulunduğunu düşünür ve pastadan pay alınacaksa ötekilerin kaybetmesi gerektiğini varsayar. Yani kazan kaybet ilkesine göre davranır. Ayrıca kaybet kaybet ve kazan kaybet prensipleri vardır. Covey’e göre bunlardan en geçerlisi ilkidir, kazan kazan ilkesi. Sahiden de başarı, başka başarılılarla destek dayanışma ilişkileri içinde elde edilebilir. Ya da başka deyişle örneğin ün, para veya mevki türünden başarılar söz konusuysa, bu alanda pek çok kişiyi, kalabalık sayılabilecek bir zümreyi tatmin edecek geniş yığınlar zaten hep el altındadır. Burada Pamuk’un aynen bu ilkeyi benimsediği, belli grup ve kişilerle birlikte ortak çıkar ilkelerine göre hareket ettiği açıktır.
Pamuk’un yurt dışındaki başarıları ülke içindekileri solladı. Gerçi bu projede kendi dehası dışında yayınevinin patronlarının da önemli katkısı bulunduğu, çenemizi yoran söz konusu başarıların onların başarısı, örneğin Murat Belge’nin başarısı olduğu bile iddia ediliyor. Belge’nin performansını asla küçümsememeli, ama asıl virtüöz kuşkusuz Pamuk’tur.
Yurt dışında seçtiği-seçildiği yayınevleri, gittiği edebiyat kursu, girdiği ilişkiler, Nobel’den önceki ödülleri, hep kazan kazan ilkesi doğrultusunda yürütülen uluslararası bir projedir. Devam ettiği kurs Amerikan bakış açısı kazandırma amacını internet sayfalarında bile açıklamaktan çekinmeyen bir kuruma ait. Keza kursun sponsorluğu Amerikan Devleti’nce üstlenilmiştir. Kazandığı IMPAC Dublin ödülünün arkasındaki büyük Amerikan kuruluşu uluslararası bir danışmanlık şirketidir ve onun da CIA’le bağlantılı olduğu iddia edilmektedir. Kazan kazan ilkesi IMPAC’ın da ana prensiplerindendir.
Beşinci ilke: Önce anlamaya çalış, sonra anlaşılmaya. Bu, kişiler arası ilişkilerde iyi bir noktaya gelebilmek için gözden kaçırılmaması gereken bir alışkanlık. Pamuk yazdıklarıyla önce neyi anlamaya çalışmıştır, ayrı bir konudur; iş ilişkilerinde neyi anlamaya çalışmıştır, ayrı bir konu. Yazdığı yazılarda kendisinin de defalarca söylediği gibi orta sınıfın, tüm dünyadaki az çok okuyan (derin okuyan değil) varlıklı kesimlerin dünyayı nasıl gördükleri üstüne yoğunlaşmıştır. Bunda başarılı olmuştur. Yine çok tekrarladığı Doğu-Batı karşıtlığını ve birliğini eserlerinde yansıtmak, egzotik İstanbul’u masallamak, değişik ülkelerdeki orta sınıf, orta zekâlı ve orta bilgili kesimlerin beklentilerine denk düşmektedir. Pamuk onları anlamıştır. Bu alanda yüksek bir piyasa başarısı kazandıktan sonra daha üst entelektüel kesimlerin de kendini anlayacağını hesaplamıştır ve bu hesabı da büyük ölçüde tutmuştur. Keza Türkiye’de büyük medya yorumcularının romancılardan ne isteyebileceğini, dünyayı ve Türkiye’yi, kendi yaşamlarını nasıl gördüklerini layıkıyla anlamayı başarabilmiştir. Bunu anladıktan sonra kendisi de anlaşılmıştır. Yazdığı her şey anlaşılmasa da o yöndeki iyi niyeti açıkça anlaşılmıştır.
Altıncı ilke: Sinerji yarat. Yani birlikte hareket ettiğin kişilerle, onların tek tek güçleri toplamından çok daha fazla bir güce eriş. Pamuk sıkı bir alkışı hak edecek kadar başarmıştır bunu da.
Yedinci ilke kendini dengeli biçimde yenileyebilmektir. Pamuk, “Cevdet Bey ve Oğulları”ndan sonra hızla bu sürece girmiştir. Politikayla ilgilenmeyen Pamuk’tan sıyrılmış, romanlarında bazen kenarından bazen göbeğinden siyasete girmiştir. Bunu yaparken salt siyasi bir yazar haline gelmemiş, siyaseti hep belli bir düzeyde tutmuş, fakat zaman zaman katıldığı politik etkinlikler ve ara sıra verdiği demeçlerle gündemin baş sıralarında kalmayı başarabilmiştir. Eserlerinde ve söyleşilerinde devrimci sola, sosyalist sola, Atatürkçü sola duyduğu nefreti gizleyemez, ama bu kesimden insanlarla bile kendini güçlendirecek biçimde dirsek temasını sürdürür. Ün kazandıkça daha da cesaretlenir, yani kendini yeniler. Uluslararası gündem nereye kaymışsa onu iyi izler. Önceleri, dışarıda en popüler sorun Kürt sorunuyken Kürt sorununa ağırlık verir, projektörler Ermeni sorununa kaymışsa oraya yönelir. Tepkiler artınca tekrar apolitikleşir, edebiyatın kuzusu, masalsı şehrin çocuğu kılığına giriverir. Bunları yaparken fazla zorlanmaz, çünkü iç dengesi sağlamdır. Başkasını oynamaz, kendini oynar, bazıları da bu yüzden sever onu.
“Kar, Pamuk’un altıncı romanı ve Türkiye’nin güncel politikalarının doğrudan konu alındığı ilk romanı. (…) Pamuk daha önce açık politik konularda yazmaktan kaçınıyordu, çünkü önceki Türk yazarlar kuşağının politikayla fazla haşir-neşir olmasının yıkıcı etkilerini görüyordu. Buna karşın uluslararası üne kavuştuktan sonra Kürt gerillalarına karşı yürütülen savaş, Türk devletinin insan hakları ihlalleri ve düşünce özgürlüğüyle ilgili bildirilere imza koymaya başladı. Bu konularda dış basına makaleler yazmaya devam etti ki, bunlar Türk gazetelerinde kızgınlıkla tartışıldı. Ve sonunda kendisine rağmen politik bir figür haline geldi.” (3) Talya Halkin, Jerusalem Post, 28.5.2004.
Evet, Kar romanı: Bir edebiyatçı dostuma göre ötekilerden çok daha ileride bir “küfür romanı”. Laik düzeni savunmaya çalışan aydınları halk düşmanı despot, siyasal dinciliği ise özgürlükçü insanilik olarak gösteren bir gericilik bildirgesi. Ve üstelik bunu son derece yapay-kukla karakterlerin son derece uyduruk davranış ve konuşmalarına dayandırıyor. Roman tekniği açısından skandal sayılabilecek kadar düzeysiz bir kitap. Ancak zamanın ruhuna tamı tamına uyumludur, ülkede ve ülke dışında.
BAŞARI İÇİN STRATEJİLER ve KAZANAN TUTUM
Jim Dornan’ın Başarı İçin Stratejiler adlı kitabı’ndan da kısaca söz edelim. (5) Dornan tıpkı üstadı Maxwell gibi başarı için “tutum”un öneminden bahsediyor. “Olumlu tutum” ilerlemek için kesin gerekliliktir. Eğer tutumunuz, bakışınız, yorumlarınız genellikle olumsuzsa siz güçlü bir başarısızlık adayısınızdır. Bir de başarısızlıkları nasıl değerlendirdiğiniz önemli. Her hüsranı işin sonu olarak değerlendirip umutsuzluğa mı kapılıyorsunuz, yoksa yenilgileri, dersler çıkararak yarara mı dönüştürüyorsunuz.
John C. Maxwell’in Kazanan Tutum adlı kitabında da benzeri konular işleniyor. (6) Tutumunuz doğruysa sizi başarıya götürür; yanlışsa, olumsuz, uyumsuzsa başarısızlığa… Maxwell’in ötekilerden biraz farklı olarak eleştiri konusundaki yaklaşımı ilginç. Tutumunuz doğruysa, buna inanıyorsanız her eleştiriyi dikkate almayın diyor Maxwell. “1- Sizi alçaltan insanlardan mümkün olduğunca uzak durun. Küçük insanlar sizi aşağı çekmek isterler, ama büyük insanlar kendinizi değerli hissetmenizi sağlarlar. 2- Kendinize sorun: Eleştirildiğimde beni en çok rahatsız eden şey ne? Bunu kim söylüyor? Neden söyleniyor? Nasıl bir ortamda söyleniyor? Farklı insanlardan aynı konuda eleştiri mi geliyor? Bu geçerli mi? Geçerliyse bununla ilgili bir şey yapıyor muyum?” (6) s.100 İşte eleştiri karşısında öncekinden çok daha rafine bir tutum. Yani herkesin eleştirine kulak asma, bazılarını yığından ayır yaklaşımı. Pamuk’un daha çok yaptığı bu. Her eleştiriyi dikkatle dinlemek sıradan başarılar için geçerli sayılabilir, ikincisi kesinlikle üst başarılar için uygundur. Maxwell ayrıca bir malın satışında insan bilgisi ve insan ilişkilerinin öneminin %87.5 oranında, ürün bilgisininse sadece %12.5 oranında önem taşıdığına da açık biçimde işaret ediyor. (6) s.23 İşte satır aralarında yakalanan içten bildirimler.
Bu çalışma için okuduğum kitaplardan en açık sözlüsü Zig Ziglar’ınki bana göre. Kitap şöyle başlıyor: “ Bana tam bir özgürlük ve serbest girişimcilik düşüncesi ile bu kitabı yazma fırsatı verdiğin için sana teşekkür ediyorum Amerika.” (7) s.VII Amerika kendine hizmet eden herkesten böyle bir teşekkür beklemiyor, ama Ziglar o konuda bonkör ve açık yürekli davranmış. Kitapta şöyle cümleler sık geçiyor: “… eğer zirveye ulaşmak istiyorsam bunun benim çok sıkı bir şekilde çalışmama bağlı olduğunu kendime hatırlatacağım.” (7) s.49 Son derece klasik, ama önemli bir temel öneri. Sıkı çalışmaksızın çok az işte başarıya ulaşılabilir. Pamuk çalışkan bir yazardır ya da en azından öyle görünüyor.
Ziglar kimini onayladığım, önemli bulduğum, kimini onaylamadığım, dahası önemsiz gördüğüm bir dizi tavsiyeden sonra kitabını aslında işin özünü ortaya koyan şu cümlelerle bitiriyor. Bu saptama “bir kitap okudum hayatım değişti” cümlesinden çok daha gerçekçi bir bildirimi: “Hepimiz birer satıcıyız. Bazılarımız gerçek anlamda satıcıyız, ürünleri satarız, bu nedenle de sık sık başkalarını ararız. Ama gerçekte hepimiz birer satış elemanıyız. Siz belirli bir ürünü satmayabilirsiniz, ancak sürekli fikirlerinizi ve ideallerinizi satmaya çalışmaktasınız… Eğer siz gerçekten satıldıysanız, işlerinizi iyi yapabilir ve iyi bir iş gören olabilirsiniz. Ve iddia ediyorum ki, eğer işvereniniz size gerekli fırsatı verirse, artık her şeyi satabilirsiniz… Eylem aşaması: Bugün ‘ben kendimi sattım’ tümcesini hatırlayacak ve istekli olacağım.” (7) s.239
BİLİM, OLUMLU ve OLUMSUZ MODELLER HAKKINDA NE DİYOR?
Konuya şimdi de psikoloji cephesinden bakalım. “Sosyal öğrenme kuramı” önem verdiğim kuramlardan biridir. Öncülerinden Albert Bandura’ya göre, öğrendiklerimizin çoğunu başkalarını gözlemleyerek öğreniriz. Ona göre modelleme, yani bazı örnek kişileri ve onların davranışlarını örnek alarak gözlemleme doğrudan deneyim kadar etkiliydi. Bandura’ya göre TV ve film yıldızları gençleri ve çocukları modelleme yoluyla kuvvetle etkilemekteydi. (8) s.39
Gençlerin ve çocukların kötü alışkanlıklara, örneğin şiddete yönelmesinde televizyonun ve sinemanın olumsuz etkileri pek çok psikolojik araştırmaya konu oldu. Bandura’ya göre modellenen davranış izleyen kişide önce sembolik düzeyde kurulup prova edilir, sonra açık olarak icra edilirdi. (8) s.27 Kötü alışkanlıklar sinema yıldızlarının kötü davranışlarıyla artıyordu.
İzleyen yıllarda sosyal öğrenme anlayışı iyice gelişti ve pek çok araştırmayla desteklendi. Kişi durmadan trafik kurallarını ihlal ediyor ve bundan zarar görmeyip, fayda buluyorsa; rüşvet verip işlerini gördürüyor ve hiç bir engelle karşılaşmıyorsa, kural ihlalleri de, rüşvet de artacaktır. İnsanlar kendilerine ağırlıklı oranda kötü modelleri seçeceklerdir.
İşte şimdi Pamuk’u bir model kişi olarak olumlu mu olumsuz mu saymamız gerektiğini inceleyebiliriz. Ve onun davranışlarının toplumdan, dünyadan gördüğü ödül ve ceza tepkilerine göre insanları, gençleri ve çocukları ne şekilde etkileyebileceği üstüne bir şeyler söyleyebiliriz.
Pamuk bir birey ve yazar olarak bana göre şu olumlu ve olumsuz davranış kalıplarını göstermektedir: Olumlu: Çalışkanlık, işini önemseme ve sevme, planlama yeteneği ve başarısı, olumlu bir uğraş alanı seçimi (edebiyat), devletle ve resmi yöneticilerle yakın ilişkiler geliştirme hevesi göstermemesi, zaman zaman ülke sorunlarıyla ilgilenmesi… Olumsuz: Edebiyatta pazarlamacı reklamcı bir çizgi belirlemesi, edebiyatı kapitalist bir iş sahası gibi görmesi, iş ilişkilerinde hesapçı manipülatif davranması, dünyadaki en gerici en yıkıcı güçlerle ideolojik siyasi kardeşlik içinde bulunması, birçok üst insani kavramı kişisel hırsları ve gerici ideolojisi için kullanması, savruk bir dil, parlak sayılmayacak bir edebi yetenek.
Pamuk sonuçta bu olumlu ve olumsuz tutumlarıyla toplumlardan hem takdir ve destek görmekte, yani manen ve maddeten ödüllendirilmekte; hem de belli kesimlerce kınanmakta ve o yolla cezalandırılmaktadır. Ülke içinde sıradan yığınlar arasında karşıtları ezici çoğunluğu teşkil etse de asıl önemsediği orta sınıflar içinde onu beğenenler önemli bir orandadır. Ülke dışında ise edebiyattan anlayan küçük bir azınlık dışında ciddi destek ve ilgi görmektedir.
Sonuçta büyük bir kesim için iyi-olumlu model olan Pamuk, ağır basan olumsuz tutumlarıyla, aynı kesimin davranışlarını olumsuz yöne çeken bir yıldız niteliğindedir.
BAŞARI OLSUN TAŞTAN OLSUN
Sonuç bölümünde yine başarı nedir sorusu üstünde duracağız. Steven Covey’in ilginç bir saptaması, gerçekliğe ilginç bir yorumu var. Covey, “kişilik etiği” kavramıyla “karakter etiği” kavramını birbirinden kesin çizgilerle ayırıyor. Ona göre kişilik etiği denilen şey bugün pek çok toplumda geçerli yüzeysel akıl yoluyla bireyin gücü, etkisi, başarısının nasıl sağlanacağı konusunda kişiye verilen mesajlar. Kişi nasıl üne, paraya, makama, erke kavuşur ve bunlarla nasıl mutlu olur bilgisi, söylemi. Amaç etik yönden ciddi sorun taşıdığı için kişiler güce, başarıya ulaşmayı hayatlarının neredeyse tek amacı olarak saptıyorlar. Ve o yolda her türlü olumlu olumsuz davranışı meşru görmeye başlıyorlar. Sonucuysa tüm toplumlarda ahlaki bir düşüş, daha çok tatminsizlik, daha az dayanışma, daha çok mutsuzluk, daha çok sorun ve depresyon.
Oysa Steven Covey’e göre önemli olan karakter etiği. Yani kişinin başarılı kabul edilmesi için illa çok ünlü, çok paralı, en üst mevkide ve çok büyük nüfuz sahibi olması gerekmiyor. Tüm bunlar Covey’e göre istenmesinde sakınca bulunmayan, hatta istenmesi gereken başarı ölçütleri, ama başarının tüm ölçütleri bundan ibaret değil. Öte yandan Covey’in daha çok vurguladığı şey şu: Tamam, her türlü başarı istensin, ama bunlar başkalarının zararına elde edilmesin, başkalarının yararlanabileceği yollarla elde edilsin, insanlarla iyi ilişkiler içinde ve dürüstlükle elde edilsin.
Başarının Yeni Teknolojisi kitabının yazarları bu noktada daha gerçekçiler. (1) Onlar da neredeyse tüm kişisel başarı rehberi kitaplarında olduğu gibi az veya çok dürüstlükten ayrılmamayı, insanlarla güvene dayanan ilişkiler kurmayı, kimseyi kullanmamayı vurguluyorlar. Ne ki, değer dedikleri şeyler sıradan insanların değer kabul ettikleri şeylere büyük uyum gösteriyor. Onların ki kadar yüzeysel, onların ki gibi içi boş değerler bunlar. Değer diye kitabın bir yerinde örnek verdikleri güdüler neler biliyor musunuz: Öğrenmek, eğlenmek, heyecan veya meydan okuma. (1) s. 88
İnsanı şaşırtacak kadar içeriksiz bu değer kavramı aslında günümüzün sıradan insanının kendine ve dünyaya nasıl baktığını iyi açımlıyor. Felsefe yok, bilim yok, dil ve edebiyat yok; sağdan soldan öğrenilmiş dar cümle kalıpları, ezber yorumlar, taklit duygulanımlar… Bilgisayarların, internetin, televizyonun, sinemanın yüzeysel kültürü ve onun üstünde şekillenen hayatlar. Pamuk’un başarısı, işte bu iyice tekdüzeleşmiş beyinlere seslenmeyi iyi bilmek.
Exploitation diye bir kavram kullanır Eysenck. Bitki ve hayvanlar için (keza insan için) en iyi habitat (doğal ortam) her zaman kaynakların en bol olduğu yer değildir. Bazen kaynakların daha az olduğu yer avantajlıdır. (9) s.8 Kitaptaki örnekten yola çıkarsak, bir yanda ürünleri çok bol büyük ve meşhur fast-food’cu görünüyor, öte yanda küçük mütevazı bir lokanta. Herkes birincisine akın ediyor ve orada uzun kuyruklar oluşuyor, kimileri yiyecek bulamıyor. Küçük lokantayı tercih eden birkaç kişi ise hiç sıra beklemeden daha kaliteli ve bol kepçe doyabiliyorlar.
İşte edebiyat da böyle bir doğal ortam ister. Büyük, ünlü, zengin mağazayı tercih ederseniz kalabalıktan ezilebilir, üstelik daha kalitesiz bir ürünü markasını da satın alarak daha pahalıya elde edersiniz. Bu örnek bile işi kabalaştırdı. Edebiyat gerçekten ciddi iştir, çok özümsenmiş, çok iyi damıtılmış fikirler, imgeler üstünde şekillenir ve yığın genellikle ortalığı gürültüye boğup pisleterek düşünceleri, imgeleri kaçırır, uzaklaştırır.
KAYNAKLAR
1- Steve Andreas, Charles Faulkner, NLP Başarının Yeni Teknolojisi, Beyaz Yay. 2004
2- Orhan Pamuk, Yeni Hayat, İletişim Yay.
3- Melike Yılmaz, A Translational Journey: Orhan Pamuk in English (Thesis), Boğaziçi University, 2004
4- Stephen R. Covey, Etkili İnsanların 7 Alışkanlığı, Varlık Yay. 2006
5- Jim Dornan, Başarı İçin Stratejiler, Sistem Yay. 2004
6- John C. Maxwell, Kazanan Tutum, Sistem Yay. 2004
7- Zig Zaglar, Zirveye Çıkan Basamaklar, Beyaz Yay. 2004
8- Albert Bandura, Social Learning Theory, Prentice-Hall, 1977
9- Michael W. Eysenck, Psychology: An International Perspective, Evolution and Behaviour, Psychology Press Ltd. 2004
10- Orhan Pamuk, Kar, İletişim yayınları.
FACEBOOK YORUMLARI
4 Comments
Ne büyük emek… Ve kişisel gelişimi arttırması muhtemel çok değerli bir çaba :))) Elinize sağlık.
Teşekkürler MAVARA. Bu yazı İthaki Yayınları’ndan çıkan “5. Sanattan 5. Kola Orhan Pamuk” adlı (2007) kitaptan bir bölümdür. O yazıyı hayli kısalttım, az ekledim, yeniden derledim, bu yazı ortaya çıktı. Söz konusu kitapta başka birçok yazı var. Öteki yazarları: Ahmet Öz, Ali Mert, Ergin Yıldızoğlu, Nihat Ateş…
Had safhada bir cekememezlik ve zavallılık orneği …acınası…
Beyinlerimiz savaşsın isterdim, ama görüyorum ki silahsızsınız bayım. Kafka