Sevgi Soysal‘ın romanı Yenişehir’de Bir Öğle Vakti; 70’lerin Ankara’sı, o dönemin sorgulaması ve daha da önemlisi hatırlanması için okunmalı.
Yenişehir’de Bir Öğle Vakti. Bir Sevgi Soysal romanı. 1960’ların sonundan 1970’lerin başlarına kadar uzanan zaman diliminden bir günlük kesit. Hemen şunu söylemeliyim ki, yazarın sadece adı okur üzerinde ilgi ve heyecan yaratıyor. Önce kitaplarının üzerine basılan o kibar gülüşünün yayıldığı gençlik ışığı, sonra özel hayatının bu toplumun verilerine göre oldukça sıra dışı olması ve o kadar genç yaşta bütün bu hızlı yaşadığı hayatını yine çok hızlı bir şekilde kaybetmesi. Ve bütün bunlara ilave olarak da romanlarına da yansıttığı, o herşeye rağmen neşeli, eleştirel ve hayatı biraz da tiye alan renkli dünya görüşü.
Bütün bunlar Sevgi Soysal’ı çok ilginç ve okunası kılıyor haliyle. Bugünlerde birbirlerinden habersiz bir çok okuma grubunun veya tek tek kişilerin bu yetmişli yıllardan kalma kitabı okuduklarını, eskiden okuyanların da bugünlerde tekrar okuduklarını biliyorum. Hatta bu geçtiğimiz hafta PTT tarafından “2018 Yılın Yazarı Sevgi Soysal” konulu özel tarih damgalı zarfın satışa sunulduğunu duydum. Bir “Sevgi Soysal” patlaması var yani.
Sevgi Soysal’dan ilk okuduğum Tante Roza çok etkileyici bir küçük kitap. Bir kadınlık manifestosu diyebilirsiniz. Kadınların ayakta kalma mücadelesini, bir kadın üzerinden, Tante Rosa üzerinden bütün çıplaklığı ile veriyor. Acıtıcı, güldürücü, ağlatıcı, şaşırtıcı bir çıplaklık. Hatta huzursuz eden bir gerçeklikle sanki bir masal anlatmış. Kocaman bir kadın gerçeğini masal gibi anlatmış. Okunası bir kitap. Bu kitap hakkında yazmıştım. İşte linki burada…
Bu yakınlarda Yenişehir’de Bir Öğle Vakti’ni okudum. Bazı kitaplar grup tartışması sırasında çok renkleniyorlar, kitabın içinden başka mekanlar, başka karekterler, başka umutlar çıkıyor. Çoğalıyor kitap. Bu da öyle oldu. Katılımcıların hatıraları, geçmişteki çatışmaları, şimdiki hallerinden geçmişe bakışları. Bir romanın içinden sanki birçok öykü çıkıyor, her biri farklı yaşanmış. Bu kitabın bir dönem kitabı olması ve tabii o dönemi yaşayanların hafızasında bütün ayrıntıları ile hala duruyor olması kitabın çoğalmasında çok önemli bir etken haliyle. Ayrıca Ankara’nın o yıllarının edebi ve coğrafi şekilde anlatılması aramızdaki Ankaralıları mest etti. Mesela Gora sandviçi. Ben hiç duymamamıştım. Ama Ankaralıların çok iyi bildiği…
Roman, yazının başlagıcında değindiğim gibi 24 saat içinde ve öne çıkan üç karekter üzerinden, toplam on iki karekterle kotarılmış. Merkezde bir çınar ağacı. Çınar ağacının bir öğle vakti nasıl devrildiği ve bunun etrafında şekillenen insan hayatları. Daha doğrusu kapitalist sistemin dünya üzerine çöreklenmeye başladığı o yılları ve devrimci bakışın karıştığı toplumsal çalkantıları anlatıyor. Kitap çok kolay okunuyor önce onu yazmalıyım. Yani derinlemesine kazılan katmanlı pek bir şey yok. Olay örgüsü oldukça açık ve anlaşılır. Herkes kendinden veya çevresindekilerden birşeyler bulabilir. Buraya kadar böyle.
Ama biraz daha ileriye gittiğimiz de, mesela bu roman edebi bir roman mıdır diye konuştuğumuzda okur kitlesi ikiye ayrılıyor. Bir grup çok iyi bir dönem kitabı olduğunu ve yıllar sonra yine keyifle okuduğunu söyledi. Hatta siyah beyaz bir film şeridi gibi gözümün önünden aktı gitti diyenler var. Bu arada Mustafa Aslantunalı’nın –miş’li geçmiş zaman– isimli bir önsözü var. Bu makaleyi hepimiz roman kadar beğendik. Ancak Sevgi Soysal ismi, kitabın bir dönem kitabı olması ve 1974 Orhan Kemal ödülü alması bazı okurların kitabı diğerleri kadar beğenmesine yetmedi. Hatta bu kitabı gençliğimde çok beğenerek ve hatta kendimden geçerek okumuştum ama şimdi hiç etkilenmedim, diyenler vardı. Ben de kitaptan çok etkilenmeyenlerdenim. Evet toplumsal devinimleri çok başarılı bir şekilde anlatmış. Ama yarattığı tipler bir okurun ifadesi ile streotip. Mesela roman baş kahramanları Devrimci Ali ve küçük burjuva Doğan.
Ali, şablon bir devrimci: çok dürüst, çok entelektüel, hiçbir yamuğu olmayan. Doğan ise şablon bir küçük burjuva: beceriksiz, ne yaptığını bilmeyen, sevgiyi hiç tanımamış. Yani bir insanın derinlikleri, gri tonları hiç yok, sadece siyah ve beyazlar. Aynı dönemde yazılan, psikolojik verilerin derinliklerinde kaybolduğumuz bir -Tutunamayanlar- var mesela. Veya Adalet Ağaoğlu’nun -Ölmeye Yatmak- romanı . Firuzan’ın 47liler’i… Bazı okurlara göre bu saydıklarım daha katmanlı romanlar. Ancak toplumsal gerçekçi edebiyatta, yazarın demek istediğini etkili anlatması için çoğu kere bu streotiplere gereksinimi olduğunu söyleyenler vardı. Çok haklı olabilirler, bilemiyorum. Bu kitap üzerine böyle bir tartışma oldu. Tabii ki farklı görüşler bu kitabın değerini azaltmıyor. Sonuçta bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Gerçekten 70’lerin Ankara’sı, o dönemin sorgulaması ve daha da önemlisi hatırlanması için okunmalı. Bir de kitabın sonunda bu tartışmaya katılan hangi grubun içinde yer alacaksınız bakalım.
|
Okuma önerisi!Pınar K. Üretmen’in incelemesi; “Bu Kitabı Ateşten Koruyun: Fahrenheit 451“ Fahrenheit 451 ne denli önemli olduğu ıskalanan günümüz dünyasının iki kör noktasını büyüteç altına alarak bir gelecek-dünya kurgusunda gözler önüne serer. |
- YOKSULLUĞUN DERİN HALİ: AÇLIK - 18 Mart 2021
- Mahcubiyet ve Haysiyet - 7 Kasım 2020
- Martin Eden’i Okumak veya Okumamak - 22 Ağustos 2020
FACEBOOK YORUMLARI