“Yeraltı” Nitelemesini Hakeden Bir Roman

Norveç’te 2012 yılında yayımlanan “Gece Gündüzü Düşlüyor” romanında Sune Skogen isimli bir adamın hikayesini -kendi ağzından- dinliyoruz.

“İnsan Postuna Bürünmüş Köpek”, “Beyaz Zenciler” ve “Tavandaki Kukla”romanlarıyla tanıdığımız Norveçli yazar Ingvar Ambjornsen, “Gece Gündüzü Düşlüyor”da yine aykırı ve yakıcı hayat manzaraları sergiliyor.

Ingvar Ambjornsen 1956 doğumlu. Norveç’in güneyinde yer alan Larvik adlı küçük bir kentte hayata başlayan Ambjornsen, 15 yaşında kitaplara tutulup yazar olmaya karar verdi, okulla ilişkisini kesti. Okuldan ayrıldıktan sonra 10 yıl boyunca -kendi deyimiyle- uyku tulumunun içinde yaşadı, çeşitli kentler, ülkeler dolaştı ve her çeşit işte çalıştı. Bu 10 yıl boyunca yazdığı şiirler yerleşik yayınevleri tarafından basılmadı; şiir ve yazıları ancak 1970’li yılların başında Norveç’te gelişen antikültür hareketi içinde karşılık buldu ve bu kültürü temsil eden “Gateavisa/Sokakgazetesi” türü dergilerde yayımlandı. İlk kitabını yazdığında 25 yaşındaydı. O günden bu yana çok sayıda kitabı yayımlanan Ingvar Ambjornsen çok sayıda ödüle değer görüldü, romanları TV dizilerine ve sinemaya da uyarlandı.

Kaçmak Arzusu

Norveç’te 2012 yılında yayımlanan “Gece Gündüzü Düşlüyor” romanında Sune Skogen isimli bir adamın hikayesini -kendi ağzından- dinliyoruz. Ne var ki Sune’nin geçmişini her yanıyla kapsayan bir hikaye değil. Geçmişi, neleri ardında bıraktığı, neden böyle bir hayatı seçtiği özellikle bulanık bırakılmış. Arada bir yerlerde geçmişe yapılan değinmeler sayesinde Sune hakkında biraz bilgi sahibi oluyoruz: 40 yaşlarında, karısı ve çocukları olan, geçirdiği kazadan sonra başka bir hayat tarzı seçen, ortadan kaybolmayı, Norveç’in kış mevsiminde ıssızlaşan bölgelerdeki kulübelerde yaşamayı alışkanlık haline getirmiş bir adam. Gençliğinden beri bu ormanlık mıntıkayı ziyaret eden Sune ne kanun kaçağı ne toplum karşıtı ne de politik bir tavır içinde. Sadece yalnız kalmak istiyor, yalnız olduğunda kendisini daha iyi hissediyor. Modern hayatın boğduğu bir adamın çığlığını duyuyoruz;

Yapacak başka işleri olmadığı için Pazar gezintisine çıkmış gündelik kahramanlar rolü kesen, Fjâllrâven marka anoraklar giyinmiş cücelerin teknesine bakıp bakıp iç geçirmelerinden hoşlanmıyor; bu adamlar insanlığın şu muhteşem hayatından böyle geçip giderler işte: Salam ve kıtır ekmekle dolu mideler, gömlekten içeri kaçıp kaşındıran kırıntılar, ruhlarında sivri sinek ısırıkları, kendileri gibi pasif adamlarla yapılan spor ve karı muhabbetleri, iki inç ebadında çiviler, banyoya döşenecek karolar ve de vergi borcu ne kadar geldi sana, gibisinden varoluşsal öneme haiz konular… Ben böyle değilim. Böyle değilim ben. Onlar kendi hayatlarını yaşasınlar ben kendi hayatımı.

Sune’nin yalnızlığı ansızı karşısına çıkan yaralı bir kadın tarafından bölünecektir. Asya kökenli kadın İnternet aracılığıyla ısmarlanan Asyalı “gelin”lerden olan kadın Sune’yı yanına yaklaştırmaz, konuşmaz ama peşini de bırakmaz. Kadına Vale adını takan Sun’nin kendisi, orman ve alışkanlıkları ile başbaşa kalma planları değişecektir. Şimdi bu zor doğa şartlarında önemli olan kadını korumak ve takipçilerin elinden kurtarmaktır…

Cehennem Sakinleri

Ingvar Ambjornsen’in kariyeri “Beyaz Zenciler”in gördüğü olağanüstü ilgi ile başlamıştı. Bu roman “yeraltı edebiyatı”nın Türkiye’deki ilk iyi örneklerinden birisidir ve türün ciddiye alınıp sevilmesine katkıda bulunmuştur. Ancak şunu eklemek gerekiyor; Ambjornsen “yeraltı edebiyatı” içinde olmak ya da uyuşturucu güzellemesi yapmak için yazmıyor. İçinden çıkıp geldiği bir dünyayı anlatıyor Ambjornsen. Şöyle demiş bir söyleşisinde: “Beni Beyaz Zenciler ve Son Tilki Avı’nı yazmaya iten ‘70’li yıllarda yayımlanan kitaplar oldu. Bu kitaplar blöf doluydu. Uyuşturucu cehennemlerini anlatan uyduruk anı defterleri, filan. Her şeyin bombok çevreler olarak anlatıldığı bu kitaplar beni çok öfkelendiriyordu. İnsan her yerde insandır. İnsan bilmediği şeyleri yazmaya çalışmamalı. Ben bunları hem bildiğim, hem de takıntım olduğu için yazdım.”

Sahte ile gerçek arasındaki farkı çok iyi koyan ifadeler. Yeraltı edebiyatının bir hayat tarzını övmek/yermek ya da bu hayatı fantastikleştirmek gibi bir derdi yoktur. Yeraltıcı için mevcut durumu olduğu gibi, yansız anlatmak vardır. “Burada böyle bir hayat yaşanıyor” der sadece. Hayatı tartışmaz, onun üzerinden ahlakçılık yapmaz. Ahlaki kaygı gütmez yeraltı edebiyatı. Sınırı, kuralı, iyileri, kötüleri yoktur. Yazar “bu var” der sadece, “bu böyle bir dünya”. Aslında bu dünya tam da yerin üstünde bir dünya, bizim yalanla üzerini örttüğümüz bir dünyadır. Asıl üzeri örtülen böyle bir hayatın saçmalığıdır ki Ambjornsen, bütün romanlarında uyumsuz, eşcinsel, depresif, yalnız yaşayan kahramanları aracılığıyla bu örtüyü kaldırmaya çalışır. “Gece Gündüzü Düşlüyor”da “yerleşik bir toplumdışi” olan Sune’nin ağzından afişe ediyor “normal”in boğuculuğunu;

Aslında koşan ben olmalıydım diye düşünüyorum, ormanın içinden ve düzlüklerden koşarak geçmeliydim, başkalarının lüzumsuz işlerinden boş muhabbetlerin esaretinden, dualardan ve taleplerden uzaklaşmalıydım, bunlar beni hasta ediyor, insanların sıradan günlerine tahammül edemiyorum, niye bu kadar zor hatta imkânsız olsun ki bu? Adeta başkalarının yanlışlıkla ya da aptalcasına örmüş olduğu görünmez ağa takılmak gibi… Bu kaosun dışında, ormanda, nehirlerde, patikalarda ve denizde dinlenen sakin günler geceler var ancak insanların yaşayarak yarattıkları bu telaşe yüzünden ulaşmak imkânsız. Ben bu insanlardan biri değilim. Ben kendi özümün içinde olmayı ve orada ölmeyi seçen biriyim.

Modern hayat normlar üzerine kurulu. Bireyin kuruluşuna katılmadığı, benimsemediği, hatta boğulduğunu hissettiği ama değiştirmek için mücadele etmeyip teslim olduğu böyle bir hayatın karanlığını sergilemek için doğanın güzelliğini ve ihtişamını çok iyi kullanmış Ambjornsen. Sune’nin zihninden imge zenginliği ile yansıyan doğa tasvirleri Sune’nin norm ve kurallara reddiyesini daha anlaşılır kılıyor.

Yeraltı dediğimiz edebiyatın ayırdedici yanlarından birisi var olana, kurulu düzene, normlara, normal olarak tanımlanmış olana başkaldırıdır. Ambjornsen ve diğer yeraltı yazarları için “normal”, aptallaştırılmış, belleği ve iradesi elinden alınmış, boyun eğdirilmiş insandır. “Normal”in normları geleneksel aile yapısıyla, okulla, askerlikle, dini inançlarla, cinsel aidiyetlerle oluşturulur. İnsanlar bu normlara doğar; normal olanlar okula gider, işe girer, evlenir, çocukları olur ve herkes kendisine biçilen role uymak, hatta memnun olmak zorundadır. Peki ama bize biçilen rolü beğenmemek ya da kendimizden bir yorum katmak hakkına sahip değilsek özgürlükten nasıl bahsedebiliriz? Sune’nin toplumdan kaçışı bir özgürlük arayışı. Dillendirdiği radikal bir eleştirisi yok ama deneyimleri ve sezgileriyle tehlikeyi görüyor ve katılmak istemiyor. Çünkü biliyor ki;

Çökecek. Her şey çökecek. Benim göreceğim günler değil bunlar. Senin de değil. Ancak bizim bildiğimiz tip toplum çökmeden önce, her yer soğuyacak. Hepimiz nefret yolunda ilerliyoruz.

  • Gece Gündüzü Düşlüyor
  • Yazar: Ingvar Ambjørnsen
  • Çeviri: Banu Gürsaler Syvertsen
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Eylül 2016
  • Sayfa Sayısı: 336 Sayfa
  • Yayınevi: Ayrıntı Yayınları
Vinkmag ad

Read Previous

Büyük Bir Mektup

Read Next

Kitap okumanın depresyona iyi geldiği kanıtlandı

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *