Edebiyatın sihirli gücünü en ustaca kullanan yazarlardan biri olan Cengiz Aytmatov, “Cemile” ile uzak diyarlardan gelip, yanı başımıza dostça kıvrılıyor.
“Bir solukta okunan” tabirini sonuna kadar hak etmiş bir eser. Öyle ki, ilk cümlede derin bir nefes alıyorsunuz, araya bozkırlar, rüzgârlar, sevdalar, özlemler, öfkeler, zulümler, ümitler giriyor. Aldığınız nefesi ancak son cümleyi okuduğunuzda veriyorsunuz, eliniz kalbinizde oluyor. Bir sonraki cümleyi, bir sonraki sayfayı merak edip sabırsızlanırken, “sona yaklaştım” diye hayıflanıyorsunuz.
Edebiyatın sihirli gücünü en ustaca kullanan yazarlardan biri olan Cengiz Aytmatov, “Cemile” ile uzak diyarlardan gelip, yanı başımıza dostça kıvrılıyor. Kimbilir belki de sevgili gibi. Okurken de karar veremedik bazen, sorular sorduk. Aşk mı? Dostluk mu? Hayranlık mı? Kardeşlik mi? Cemile ile Daniyar’ a baktık Seyit’ in kalbinden. Aşk mıydı Seyitinki de? Ya Cemile? Hain miydi, yiğit mi? Daniyar cesur muydu, korkak mı? Onlar giderken, evine dönen Sadık suçlu muydu yoksa kurban mı?
Seyit ailesine, geleneklerine, alışılagelmiş doğrulara küçük yaşı, koca yüreğiyle karşı durmuş, kendi resminin kahramanlarına yol vermişti. “Hayatın gerçeğine, o iki insanın gerçeğine ihanet etmemiştim ya!” diyor, üç kişilik bu aşkı kendi yolunu aydınlatan fener olarak görüyordu. “Onlar nasıl yiğitçe, cesaretle gittilerse ben de gitmeli, mutluluğun çetin yolunu tutmalıydım.” diyerek yola çıkmış, sonunda istediği yere varmıştı. Varmıştı varmasına ama masalın sonunu merak etmişti. Biz de etmiştik.
“Yorgun musun, kendine güvenini, inancını yitirdin mi? Daniyar’a yaslan, sana türküsünü söylesin, o sevda türküsünü, yaşama türküsünü, toprak türküsünü! Bozkır o türküyü içsin, renk renk çiçekler yaratsın o türküden! O Ağustos gecesini hep hatırlayın! Yılma, Cemile, pişmanlık duyma, o güç mutluluğu buldun çünkü!”
Gerçekten mutluluğu bulmuş muydu Cemile? Başka yüreklerin mutsuzluğu üstüne mutluluğunu inşa edebilmiş miydi?
Aşk, insanın belki de en ilkel ve bencil duygusu. Hayatta kalma güdüsünden sonra, aşkının peşinden mutluluğa koşma isteği de aynı şiddettedir kim bilir? Ama Cemile ve Daniyar’ı cesur olarak nitelendiriyorsak bu, aşkının peşinden gidemeyenleri çoğunluk yapar. Çünkü biliyoruz ki dünyada korkaklar, cesurlardan hep daha fazla olmuştur. Kaybetmekten korkanlar. Ailesini, sosyal statüsünü, sevse de sevmese de alışkın olduğu yaşam şeklini kaybetmekten korkanlar. Ya da güvensizler. Hayatta kendisi dahil hiç kimseye güvenmeyenler de sayıca az olmasa gerek. Bu kişiler aşkına da, bunun onu sonsuza kadar mutlu edeceğine de güvenemez. Kimileri de yeterince güçlü değildir. Seçimlerinin bedelini ödeyecek, sahip olduğu güzelliği koruyup sürdürecek gücü kendinde bulamaz. O yüzden Cemileler, Daniyarlar değil, Sadıklar, Osmanlar çoktur dünyada. En iyi ihtimalle Seyitler…
Kitapta iç içe geçmiş iki öykü var. İkisinde de insanın çeşitli, tarifsiz duyguları salınıyor. Biz bunlara topyekûn “Aşk” diyoruz çünkü biliyoruz ki aşk bin bir renkli zehirli bir çiçek. Kimi kan kırmızı, kimi yoncaya benzer yeşil. Kanatmadan kendini koklatmayan muhteşem bir çiçek. Dokunamazsan yaprağına hiç bitmez özlemi, dokunursan yanarsın.
Kitabın sayfalarında yürüdüğümüz ana tema “aşk” olsa da ustalıkla yapılmış benzersiz tasvirlerle doğayı da iliklerimize kadar hissediyoruz. Burnumuza yaz gecelerinin kokusu geliyor, akan ırmağın serinliğini duyumsuyor, batan güneşin muhteşem renkleriyle düşlere dalıyoruz. Ama her şeyin farkındayız. Savaş var, yoksulluk, cehalet ve de zulüm. Mermi sesleri kulağımıza gelmiyor ama savaşın ağırlaştırdığı havayı soluyoruz. Sırtımızda çuvalları taşımıyoruz ama belimiz bükülüyor ağırlığından.
Derken yine yüreğimize dokunuyor yazar. Bu kez Altınay’ın masumiyetinin, çocukluğunun üstündeki zulüm içimizi kemiriyor. Duyşen’in insanlığı, cesareti, çabası bizi büyülüyor. Altınay’ın öğretmeni olan Duyşen’e hayranlığına vuruluyoruz . Öğretmeni, kahramanı Altınay’ın. Onu karanlıklardan aydınlığa taşıyacak bir savaşçı. Duyşen cesur ama kötüler güçlü. Ama zaman illa ki ilaç, kader bazen de böyle iyiden yana. Acı çekiyor Altınay da Duyşen de. Yazar yaşananları bir diken gibi parmağımıza batırmıyor. Dikeni öyle bir yere koyuyor ki, biz kendimize olanca gücümüzle batırıyoruz. Tıpkı Altınay’ı korumaya çalışan Duyşen’in cesareti, Altınay’ ın acısı ve çaresizliğini yaşadığımız şu cümleler gibi. “Güçlükle arkama baktım. Duyşen peşimizden koşuyordu. Her yanı kana bulanmıştı; kocaman bir taş geçirmişti eline… Peşimizden koşuyordu. Bütün sınıf, hıçkırarak, haykırarak onu takip ediyordu. Durun haydutlar! Durun! Bırakın onu! Altınay! diye bağırıyordu Duyşen. Atlılar durdu. Duyşen’i dövmüş olan iki adam, çevresinde dönmeye başladılar onun. Kırılmış kolunu dişleriyle kaldırdı Duyşen, taşı fırlattı.”
Yazar öyle yalın bir manzara çiziyor ki trajediyi iliklerimize kadar hissediyoruz. Duyşen o gün olmasa da Altınay’ı kurtarıyor. İdealleri, doğruları duygularının önüne geçiyor ve Altınay’ı tahsil görmesi için gönderiyor. Bir daha hiç göremiyorlar birbirlerini. O yüzden “aşk” oluyor. İçinde özlem, bilinmezlik, hayal, hayranlık var. En masum aşk, yaşanmamış olandır ve hiç bitmez. Altınay, öğretmeninin açtığı yolda ilerleyip ödevlerini gerçekleştiriyor, hayatını ve ailesini kuruyor ama yüreği çocukluğunun, ilk gençliğinin kahramanında kalıyor.
Büyük yazar Aytmatov “Cemile” ile ruhumuza dokunuyor. Kitabın sonunda yanımızda “ben buradayım” diyen yüreğimiz, cevap arayan sorularımız ve acımasız sorgulamalarımız kalıyor.
|
- ÖLÇÜLEBİLİR BİRİMİ OLMAYAN DUYGULARA İTHAFEN YAZILMIŞ BİR ROMAN - 6 Şubat 2020
- NAR TANELERİ NEREYE SAVRULUR? - 9 Ocak 2020
- YÜRÜDÜĞÜMÜZ YOLDA AŞK VAR - 8 Aralık 2019
FACEBOOK YORUMLARI