Yüzlerce Yıllık Enkazın Altından Ses Verenler

Mustafa Çevikdoğan; “Belki yardımcı olabiliriz bir şeylerin fark edilmesine ama bir kitapla iyi bir toplum yaratamayız. Bunun yolu başka. Bir kitapla hayatı değişen insanlar sadece kitaplarda var.

Yayıncılık konusunda oldukça deneyimli ve bir o kadar da genç bir yazar Mustafa Çevikdoğan. Daha önce kaleme aldığı öyküler farklı mecralarda yayımlanmıştı. Temiz Kâğıdı isimli öykü kitabı yeni ve eski öykülerinden oluşuyor. Kitapta birbirinden güzel 13 öykü bulunuyor.

Çevikdoğan ezberleri bozan öykülerle okurun karşısına çıkıyor. Çok şey yaparmış gibi gözüküp aslında hiçbir şey yapmayanları tersyüz ediyor. Can Yayınları etiketiyle yayımlanan kitap, toplumcu bir bakış açısına sahip. Bizden birinin, bizden birilerini yazdığı bir kitap olmuş.

Belki de kâğıttan kaplanların hayatına ışık tutuyor. Üflesen yıkılacak olanların endamını yerle bir ediyor.

Kara mizahla resmettiği hayatlar sokakta her gün karşılaştığımız kişiler aslında. Karar değiştirenlerin, hiçbir şeye dokunmadığı halde enkazın altında kalanların hayatı. Sözü fazla uzatmayalım. Derinleştirmek istediklerimizi biraz da yazara soralım…

  • Genellikle yeni bir işe başlayacak olanların adliye koridorlarında gergin bir bekleyişle almaya çabaladığı bir kâğıdın ismini vermişsiniz kitabınıza. Gerçi hoş, internet aracılığıyla bu gergin bekleyiş saniyelerle ölçülür durumda artık. “Tertemiz bir kâğıt” alanlar size göre gerçekten “iyi halli” mi? Sizin “temiz kâğıdı”nız nasıl? Kitabınızda kurguladığınız karakterler bu toplumun iyi hallileri mi?

Öykülerdeki karakterlerin hepsi adliyeden ya da e-devletten temiz kâğıdı alabilir. Şimdilik aralarında katil yok, tescilli hırsız yok. Ama temiz sayılırlar mı, emin değilim. Öykülerin çoğunda, kendi yağıyla kavrulmak, etliye sütlüye karışmamak insanı temiz yapar mı, sorusuyla boğuştuğumu fark ettim. Eylemsizlik de suç, hadi biraz yumuşatalım, kabahat olabilir. Sahip çıkmamız gereken evrensel ve kültürel değerler var, zamanı geldiğinde sorumluluk almamızı gerektiren şeyler. Bizzat şahit olduklarımızdan başka kimliklerimizin, tarihin getirdiği sorumluluklar var. Hoşumuza gidenleri benimseyip sevimsiz olanları görmezden gelemeyiz. Tarihimizde yaşananların hesabını vermek, hesabını sormak zorundayız. Bunu yapabilmek için de önce bu “biz”in içini doldurmak gerekiyor. Kendi adıma bu meseleleri öykülere taşıyarak kendi hesabımı vermeye çalışıyorum. Ne kadar başarıyorum, bu çaba beni ne kadar aklar, zaman gösterecek.

  • Nasıl bir anlayışla kalem oynatıyorsunuz? Öyküleriniz toplumla ne tür bir ilişki kuruyor size göre?

Genelde önce bir olay, durum ya da bir karakter aklımı çeliyor, bunu yazmalıyım derken imge illa toplumsal konularla sarılıyor, muhayyilemde yavaş yavaş şekil buluyor ve aylar sonra öykü ortaya çıkıyor. Yirmili yaşlarımda ve öncesinde daha çok okuyarak anlamaya çalışıyordum ama artık kalabalığın içinde olmak hoşuma gidiyor. Okuduğum tipler üzerinden değil, gördüklerim, hayal ettiklerim üzerinden gitmeye çalışıyorum elimden geldiğince. Topluma üstten bakmak istemem ama kurmaca yazınca, hele de toplumsal konularda yazınca bunun başka türlü olamayacağını kabul etmeliyiz. Fildişi kuleden bahsetmiyorum, doğal bir durum bu.

  • Mizahi bir dil kullanarak dikkat çekmek istediğiniz noktaya insanları yaklaştırabiliyor musunuz? Bir anlatıda hicvin oynadığı rolü nasıl tarif edersiniz?

Mizahi olsun diye yazmıyorum yazıları. Bütün öyküler için de mizahi diyemeyiz. Belki yazmayı seçtiğim şeylerin bazılarını başka türlü anlatmak mümkün olmadığından öyle oluyor. İnsanlar üzerinde etkisinin ne olduğunu da henüz bilemiyorum. Ama ister mizahi ister değil, hicvedilecek şeyleri bulmak zorundayız. Toplumda her şey mükemmel olsa bile edebiyatçıların eksiklik yaratıp onu hicvetmesi gerekir. Hele de biz, kendi babası için bile hicviye yazmış şairlerin geleneğinden geliyoruz. Tabii ki sivri dilli olacağız.

  • Bir röportajınızda dünyada gerçekleşen üzücü olayları genelde görmezden geldiğimizden bahsetmişsiniz. Size göre edebiyat toplumun gözünün açılmasında ne kadar etkili?

Bazılarını belki de aklın savunma mekanizması olarak görmezden geldiğimizi, bütün acılarla baş edemeyeceğimizi ama hiç değilse çevremizdekilerle alakadar olmamız gerektiğini söylemiştim. Bugünkü yayın piyasasında edebiyatın toplumun gözünün açılmasında etkili olabileceğini düşünmüyorum. Yayıncıların en doğru elemeyi yaptığını ve iyi kitapların bir şekilde basıldığını varsayalım. Kitabın pazarlanması, dağıtımı, dünya dillerine “satılması” meseleleri var. Diyelim ki bunu da aştık. İyi eserler yazdık, çok fazla insana ulaştık. Öyle bile olsa bugünün insanının bir kitapla, edebiyatla, sanatla yeni bir insan olmasını beklemek biraz saflık olur. Belki yardımcı olabiliriz bir şeylerin fark edilmesine ama bir kitapla iyi bir toplum yaratamayız. Bunun yolu başka. Bir kitapla hayatı değişen insanlar sadece kitaplarda var.

  • Özellikle bizim ülkemiz “köşesiz adam” yetiştirme konusunda oldukça üretken görünüyor. Bunun tam karşısında alternatif bir hayatı kurmaya çalışanlar da mevcut. Size göre insanlık kendini yeniden üretmeli mi yoksa kaldığı yerden yapacağı dokunuşlarla bazı şeyleri değiştirmek mümkün mü?

Kendimizi fazla önemsiyoruz. Biri çıkıp dünyanın en dürüst milleti olduğumuzu söylüyor, başkası dünyanın en sapık insanları olduğumuzu. Ama illa “en” oluyoruz. Dünyanın her yerinde benzer sorunlar var. Srebrenitsa’da kimseye kurşun sıkmamış olması, aramızdaki birçok insanın yaşamak istediği Hollanda’nın ya da BM’nin katliamcı olmadığı anlamına gelmiyor. Asya’ya seks turizmine giden Avrupalı, Amerikalı erkekler kendi ülkelerinde çocuk istismarı istatistiklerine etki etmiyor olabilir. Farklı yöntemlerle aynı suçlar işleniyor tüm dünyada. Biz de genel olarak vasat insanlarız. Ülkemizde hepsinden var. İtalya’ya gidince herkesle Calvino konuşacağımı sanmıştım safça ama Türk olduğumu öğrenen ilk İtalyan, bana Muhteşem Yüzyıl methetmeye başladı. Meseleyi basitleştirdiğimin farkındayım. Tabii ki Avrupa’da herkes felsefe, edebiyat tartışmıyor, birçoğu bunlardan habersiz belki ama zamanında ödedikleri bedeller, insanlara bunların tartışılması gerektiğini, birilerinin işinin de bu olması gerektiğini, onlara saygı duymaları gerektiğini öğretti. Bizde eksik olan şey şimdilik bu. Ama elimizde ne varsa oyuz. Şu halde baştan bir millet yaratmamız imkânsız. En olabilecek olanı doksan küsur sene önce oldu. Ben bu malzeme üzerinde çalışmaya devam edeceğim. Evet, ülkemizde çok fazla köşesiz adam var. Ama bunu konuşacağımız birikimimiz de var. Sadece köşesiz adamları teşhis edebiliyor olmamız da bizi olgun, aydın insanlar yapmaz.

  • Öykülerinizde öne çıkardığınız karakterleri tanımlamak gerekirse onlara ne demek gerekir; kaybeden, ezilen, öteki… Karakterlerinizdeki farklılık dışlanma gibi görülmüyor. Biraz tercihler ön planda diye gözlemledim. Size göre doğrusu nedir?

Bu kitaptaki on üç öykünün en eskisi 2007’de, en yenisi bu yıl yazıldı. Kitap kısa sürede yazdığım öykülerden oluşsaydı bir genellemeye başvurabilir, şu şu tipleri yazdım diyebilirdim. Şu anda bunu söyleyemiyorum. Farklı dönemlerde, farklı hassasiyetlerle yazılmış yazılar var. Kaybeden, ezilen ya da öteki olmadıklarını düşünüyorum yine de. Hiçbir zaman ilgimi çekmedi bunlar. 

  • Otobüste arkaya ilerleyenler ve ilerlemeyenler arasında bir saflaşma tarif ediyorsunuz. Hatta buradan savaş çıkıyor. Mesela metrobüsten inmemizi beklemeden binmeye çalışanlar, kendinden önce gelene aldırmadan omuz omuza mücadeleyi kazananlar… Bu örnekler çoğaltılabilir. Size göre insanları birbirinden ayıran ya da onları saflaştıran değer yargılarını üreten nedir?

Erkek çocukların eğitimi. Büyük şehre gelip, “Eyvah, yeniyiz diye herkes bizi kandıracak!” diye düşünen aileler, baskın basanındır diye önce kandıran taraf olmaya çabalıyorlar. Çocuklarına da “aman açıkgöz ol”, “uyanık ol” gibi telkinler veriyorlar. Hele de işin içine cinsiyet girince bu eğitimi iyi alan erkek çocukların hepsi birer kral oluyor. Metrobüste boş koltuğu kapma kralı. Bankamatik sırasında öne geçme kralı vs. Tabii ne acıdır ki bu korkunç eğitimin bir kısmı da kadınlardan geliyor. Erkek olduğu için pohpohlanan çocuklar, sadece erkek olmanın başarı demek olmadığını görüyorlar bir süre sonra; oysa onlara sadece bu verilmişti. Gururlular ama daha çok ezikler aslında. Bu iki çatışmanın travmalarıyla baş etmek de bize kalıyor. Bilim ve sanat, hayatın hiçbir alanında matah bir şey olarak sunulmayınca, bunlarla uğraşanlar toplumun en üstünden en altına sürekli aşağılanınca bu küçük erkek insanlar da tatmini magandalıkta buluyor. “Erkeklik”ten başka silahları yok çünkü.

  • “Kızların Bize Bakmadığı Yer” isimli öykünüzde anlattığınız karakter ne kadar da herkese benziyor. Sanki dünya onun etrafında dönüyor ama bir o kadar da kimsenin onu umursamayacağını biliyor. Ama yine de sanki birilerinin gözü sürekli onun üzerinde gibi yaşıyor. Nedir insanları böyle bir ikilemin içinde tutan?

Bu öyküye dikkat etmiş olmanıza çok sevindim. Benim en sevdiğim öykülerden biridir. Sadece benim gibi taşradan gelen benzerlerimin anlayacağını düşünüyordum ama çok çok farklı hayatlar yaşayan insanlar da bana öyküde kendilerini gördüklerini söylediler. Az önce konuştuğumuz pohpohlanan erkeğin tam tersi, ezik erkek ve kadın var burada. Elini nereye koyacağını bilemeyen, yürürken ne zaman geri döneceğini bilemeyen. Bir eksik bir fazla, her an anne babadan, öğretmenden, imamdan, polisten, komutandan fırça yeme korkusuyla yaşamışız. Hepsini aşıp modern bir hayata kavuşuyoruz ama bunu ancak başkalarının yaptığını taklit ederek yapabiliyoruz.

  • Son olarak; yıllardır yayıncılık sektörü içindesiniz. Deneyimli bir kitap emekçisinin kendi kitabından beklentisi nedir? Yolculuk devam edecek mi?

Yayıncı olup kendi kitabını bastırmak çok farklı bir deneyim. Kitabı yazılabilir ama bastırılabilir mi emin değilim. Bu kitap bir anda düşünüp de hadi benim de kitabım olsun diye yazdığım bir kitap değildi. Yayıncı olma sebebim yazıyor olmamdı zaten. Kitaba en yakın işi yapmak istedim, bu yüzden hayatımı yayıncılıktan kazanıyorum. Ama her zaman yazar olduğumu biliyordum. Bu yüzden evet, yolculuk devam edecek. Romanla, öyküyle… bir şekilde devam edecek.

  • Teşekkürler

Ben teşekkür ederim. 🙂

  • Temiz Kağıdı
  • Yazar: Mustafa Çevikdoğan
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: Aralık 2017
  • Sayfa Sayısı: 176 Sayfa
  • Yayınevi: Can Yayınları

Gün Çağ Aydın
Takip için
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Jimmy Liao’dan sıcacık bir anlatı…

Read Next

Kitapseverlerin içinde kaybolacağı 10 kitap

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram