
Her yazı, metinden okura, okurdan metne ve hatta yazana bir yolculuksa, yolculuk bir serserilikse, okurla serserilik yaparak “zamanın da rahatını kaçıran” Melih Cevdet Anday’ın kapısını zamanlı-zamansız çalmakta yarar var.
“Yazık hiç suçum yok/ Geleceği bilmekten başka…” – Melih Cevdet Anday
Ben “safi” cevabı kolay sorular beklerken hayat ne çetrefilli “gayri safi” sorular çıkarıyor karşıma. Yine de sanatı/ütopyayı konuşmaya başlamadan önce saatlere, mevsim ve tarih şeritlerine su vermek lazımdır…
Bu “zamanî” mesela, zamanı kimin icat ettiğine ve geleceğin sahibi kimin olacağına kadar uzar. Belki de şöyle; madde ile mana, doğanın izni olmadan tanrı ile insan birleşir ve zaman doğar. Belki de insan, geriye ve ileriye doğru sonsuz olan, “ölçüldüğü” ve “bilindiği” sanılana ve adına “zaman” koyduğuna esir olarak varlığı/kendini “varoluşun” önüne geçirdiği anda “insan” olmaktan çıkmıştır. Belki de yer ile göğün birleşmesinin çocuğudur zaman; nasıl ki, iki çalı parçasının sürtünmesinin çocuğuysa ateş (Ve dahi külliyen aşk…)
Mademki yazılamaya çıktık, duvardan dönen kalem kırılsın: Meseli ve henüz çözülemeyen bu meseleyi “Sanat ve gelecek/ütopya” olarak kodladığımızda verili çizgisel tarihin içinden konuşuyoruzdur. Oysa “gelecek zaman”, “ütopya” dahil, tarif edilerek emlak haline getirilmiş mekanla ve zamanla sorunu vardır, olmalıdır sanatın. Can güvenliğimi tehlikeye atarak dilimin altındaki baklayı çıkarayım: Verili zamana, sözcüklere, dile, sınırlara, devlete ve onun kutsallarına esastan ve usulden itiraz eden şair/sanatçı, mekân, dil ve zaman sürgünüdür. Burada anahtar sözcük “rağmen”dir. Zamanın ve tarihin çocuğu tarihin marangoz hatası devletlere, insanın ilk yalanlarından “zamana” rağmendir sanat, bu nedenle de ileri ve geriye doğru sonsuzluğa devinir. İnsan “zamanı” icat ettiği ve her şeyi ölçülebilir kıldığı anda boyunun ölçüsünü almaya başlamışsa tüm saatleri dizimize koyup düşünmeliyiz. Kendini “zamanın padişahı” ilan etmekle kalmayıp “Eşrefi mahlukat” (varlıkların en şereflisi) ilan eden insandan söz ediyoruz. Düşyalı olmayı reddeden Dünyalılar ne yazık ki; modernizmin ve aklın çocuğu ulus devletin “zaman”, “mekan” dahil tabularıyla ve tapularıyla baş etmek için mevsim şeridindeki kuşlardan, tarih şeridindeki ölülerden yardım almayı reddediyor.
Kapitalizme zorla veya gönüllü kayıtlanan, yanlış yaşayan ve yanlış yaşlanan Dünyalılar için zaman/saat ulus devlette dondurulmuşsa, şimdilik kaydıyla “başka bir zaman mümkün” deyip idare etmek ve bunun teorisini yapmak mümkünse de âh ki âh. Sağımız değilse de solumuz, soyut, işlevsiz bir “gelecekçilik” hevesinin mağdurlarıyla ve mağluplarıyla dolu. Sözün burasında kulağıma fısıldanan bir anıyı nakletmeden geçemeyeceğim: Mahallemizin büyüklerinden Brecht ehliyet sınavına girer. Tahmin edersiniz ki “teori” sınavını devrim pekiyi ile geçer. Sıra gelir “pratiğe.” Dur kalk, sağa çek, sola çek derken hoca her seferinde “nayn/hayır” diyerek olur vermez. Bir iki, üç daha fazla sınav ve hep aynı sonuç… Tepesi atar abimizin, arada bir kullandığı “yadırgama efektleri” çare olmaz. Günün birinde aracı sola çekip; gayet diyalektik ve epik bir dille, “Teoride olduğu gibi pratikte de aracı kusursuz kullandığımı sen de biliyorsun, nedir bana garazın” diye muhalefet şerhi koyar. Muhtemelen Hegel’den “zorunluluk” desturu almış hoca gayet sakin yanıtlar; “Siz komünistler nedense uzağa bakarken yakını göremiyorsunuz. Bu küçük sorunu nasıl çözersiniz bilemem ama yakına bakıp görmeyi öğrenmelisin!” Tarih, bu cümlenin içine girenlerin henüz yeterli cevapla çıkamadığının delilleriyle dolu. “Ebedi şimdi”ye hapsolmak şimdilik bu muhabbete dahil değil…
Sözün burasında bir korsan koyarak, Behçet Necatigil’in; “Bence her şair, şiir hayatı boyunca, üç burçtan: Gurbet, hasret ve hikmet burçlarından geçiyor” cümlesini de muhabbete dahil edebiliriz. Gelenekten el alıp yol alırsak buna “zaman” ve “gelecek/ütopya” burcunu da ekleyebiliriz. Çünkü zamanın gölgesinde büyür gelecek, geleceğin dallarını sallar zaman.
Bir “delinin” atıp kırk akıllının kuyudan çıkaramadığı taş misali bu çok bilinmeyenli mesele bizi Marks Abi’nin, “Dünyayı yorumlamak ve değiştirmek” bahsine kadar getirip “gelecek” kapısının önüne koyar. Şimdiye değin dünyayı yorumlamaya ve değiştirmeye heves edenlerin politikayı “temel”, sanatı “artakalan” ilan etmesi, politikanın “zamanı ve zamanın ruhunu ele geçirmek” ihtirasıyla da ilgilidir. (“Kırmızı yanlışlıklarımı çok severim!” demişti Edip Cansever) Şimdi yapılması gereken, sanatın politika ve dolayısıyla zaman/gelecek karşısında “eşitlik” talebine uyarak politikayı, sanatı ve zamanı yeniden inşa etmek değil, mutlak ve meşru doğru bellenenleri “tahrif ederek” yeniden “tarif” etmektir. (Burada, gizli Kürt Cemal’in “Biz yeni bir hayatın acemileriyiz”, yazdığı her dizeden sonra kemikleri çıt kırılan Turgut Uyar’ın “Efendimiz acemilik” cümlesini meşk edelim…)
Her yazı, metinden okura, okurdan metne ve hatta yazana bir yolculuksa, yolculuk bir serserilikse, okurla serserilik yaparak “zamanın da rahatını kaçıran” Melih Cevdet Anday’ın kapısını zamanlı-zamansız çalmakta yarar var. Özellikte “zamansız!” dedim, çünkü Anday, siyasi edebi düz yazılarında Kemalizm’in, pozitivizmin ve modernizmin izini sürmesine rağmen şiir de zamanı reddeder. Bu yaman çelişki midir, zamansız tutarsızlık mıdır? Cevabını bilen “gelecekten” beri gelsin. Benim bildiğim, bu yazı vesilesiyle “düz okurun” değil ama hayret ve gayret burcuna giren “organik okurun” bazı cevaplardan şüphelenip sorularla yeniden tanışmasıdır. Anday’ın kapısını tıklamışken zamana yolculuğu sürdürelim: Şair/sanatçı hangi zamana bağlayacaktır atını; “gök boştur”, yeri emlak kılmıştır egemenler… “İki yaprak yerde konuşur ya…”; demiştir o, peki, siz hiç zamanla konuşan saati gördünüz mü? İçimdeki ses; saatin tiktakları onu zamana kuran insana bedduadır, diyor. Bildiğimizin aksine belki de “neden ve sonuç yoktur”, “düşünmeden biliyoruz”dur ve belki de bu yüzden “Nedenini bilmeden bağırır karga…”Anday; “Ardışık günleri zaman sanmıştım” der mesela ve başka bir demde şöyle dillenir: “Uzaklardan başka güvenilecek borç yok.” Sizin ona “nihilist” diyeceğinizi göze alarak yazılamaya çıkmakta yarar var: “Bilip de diyenimiz yok”, “Görüp de bilenimiz yok”, Sorup da dönenimiz yok”, ses yok”, Önce erte yok”…
Şairin sanatın radyosu şimdiye ve geleceğe değil geçmişe de yayın yapar sanki. Eskiler mevzu terk eden mevzii de terk eder demişler. Tersi de doğrudur; mevzii terk eden mevzu da terk eder.
Zamanı terk ettim sanki, ama mevzu ve kendimi terk etmedim.
- Evinin duvarına gömülen şair - 28 Temmuz 2018
- Çağın dedikodusu; şiir siyasetin, siyaset şiirin nesi olur? - 26 Haziran 2018
- Gitmek Ama Varamamak, Uçmak Ama Konamamak - 8 Nisan 2018