Zaten ateş, bazen su… Keşke kül…

Octavio Paz’ın şiirde ve denemelerinde önerdiği, tarihin önünü, benzerlerimizle de buluşmak için açmaktır. Resmi tarihe kanmamak, tersine, tarihi kazanmak ve yenmek için, şiiri şiirimize, aşkı aşkımıza, içi içimize, düşleri düşlerimize benzeyenlerle sınırötesi, ulus devlet ötesi bir düşte hemen şimdi birleşerek temassızlığı temasa dönüştürmek.

“İlk asal ateş, yani cinsellik, erotizmin kırmızı ateşini püskürtür ve bu ateş de yükselip başka bir ateşi, titrek mavi bir ateşi besler: Aşk ateşini. Erotizm ve aşk: Hayatın çifte alevi.” Octavio Paz 

Onun bizim Doğu’yu keşfetmesi Fransa’da rastlantısal olarak eline geçen eline geçen kitapların okuyarak başlamıştı. Daha sonra Doğu’ya gitmesi, Hindistan’da altı yıl elçilik yapması, onun hayatında felsefi ve pratik temel sıçramalarından biri oldu. kimyasının değişmesi de denebilir buna. Yine karşılaştırmalı olarak gidersek, Borges’te Doğu, babasının kitaplıklarında okuduklarıyla ve çağrışımlarla oluşan Doğu iken, Paz için Doğu, insanlığın köklerini arayıp bulduğu, içselleştirdiği, Avrupa ve Latin Amerika kültürü ile hemhal etmeye çalıştığı ateş imgesi bir doğudur. Doğu ve Hindistan onun için ateştir, ateş imgesidir. Bir şeyin altını çizmek gerekir, gezginlik, ya da Paz türü gezginlik onun, kavramlardan vazgeçmesinin değil, tersine entelektüelliğini besleyen bir sürekliliktir. Ayrıca Doğu onda, batı merkezli bir oryantalist bağlam olarak yer almaz. Avrupalı entelektüellerin çoğunun düştüğü bu hataya düşmez, sicilinde böyle bir ayıp yoktur. Doğu’ya turist olarak gitmez, Doğu gerçeğine dekoratif  seyirlik bir manzara olarak bakmaz. Genel bir insanlık durumu olarak uzakta olanın hep haksız ve öteki olmasına karşın onun için Doğu, faklılık yüzünden insansızlaştırılması gereken bir coğrafya değil, tersine bir başka uygarlığın merkezidir. Doğuya içerden bakar.

Akranı olan boşluğa döşmüş pek çok entelektüelin “dünyanın neresinde yaşamak isterdiniz?” sorusuna verdiği, “Dışında!” yanıtı, onda yoktur. O, tüm Latin Amerikalılığına, Meksikalığına, İspanyol kültürüne ve akıl, düş tutulmasına uğramış bir dünyada “Dünyanın neresindensin? Neresinde yaşamak istersin?” sorusuna, “İçindenim” diye cevap verir. Paz, “Çifte Alev” kitabının ismine dair utana sıkıla yaptığı bir açıklamada,  Diccionario de Aautoridades’ten alıntı yaparak, “Ateşin en incelikli bölümüdür, yukarı doğru çıkar ve piramit biçiminde yükselir” diye not düşmesi, tarihi ateşle de okuduğunun göstergesidir. Şairdir, ateşe geç kalmamak gerektiğini bilir. Entelektüeldir, tarihi anlamak için ateşin içinden de kavramlar, imgeler devşirileceğini çocuk yaşlarında dedesinden öğrenmiştir. Amerika ile Doğu arasında zarif bir ateş ve çifte alev olarak seyrüsefer yapması biraz da bundandır.

Tomris Uyar’ın zevk veren çevirisiyle okuduğumuz, “Çifte Alev” kitabının özeti budur… O, İlhan Berk gibi ateşi ve aşkın ateşinin imlâsıyla kimyası değişen, “gövdeyi bir ayraç içine alıp bakmış” ama bakış o bakış… Gözü (ve dahi gönlü) sanki hep orada kalmıştır. Bazı kavramlarını orada, gövdede bırakmış ama oradan da bazı kavramlar devşirmiştir. Onun gövdeye bakması oradaki işaretleri okuması, bedenin diyalektiğidir. İnsanlığın gövdeyi ihmal edişinin tarihidir onun yazdıkları. (Oysa “Okunacak büyük bir kitaptır gövde. İ. Berk.) Ve yine Berk yazmıştır ki, “J. G. Frazer atından düşen, yerde can çekişen Kamboçya kralının yanına askerlerinin yaklaşamadıklarını yazar. Kralın yanına ancak bir Avrupalının yaklaşmasına izin verilir. Yerden kralı o kaldırır, gerekeni o yapar, ölümden kurtarır. Ölümdür çünkü krala yaklaşmak, dokunmak, bir Kamboçyalı için.” Krala, iktidara yaklaşmanın ölüm olduğu bir dünyada Paz, kavramların kavramlara, imgelerin imgelere, insanın insana, ateşin ateşe dokunmasını, yani insanın insan halini, şiir ve aşk halini önerir. Bu ilişkinin devlet ve iktidar ilişkisini ötelemesi ile de ilgilidir.

Ateş, dedik. Dahası ateşten söz ederek ateşin kulağını çınlattık. (Newroz, ateşe geç kalmamak değil midir?) Öyleyse devam edelim. Paz, ateş, aşk, erotizm, cinsellik bağlamından yola çıkarak insanlığın tüm sorunsalını ele alırken, aslında alternatif bir “dokunmadan” söz eder. Aşk, içinde taşıdığı tüm yanılsamalar karşın alternatif bir temastır. Ateşin ateşe teması, için içe, mağmanın mağmaya, közün köze, tözün töze, sözün söze teması. İnsandan insana ilişkilerin, temasın, dokunmanın, yabancılaşmanın da kaynağı olmasına itirazdır bu. Elbette, ateş üzerine çok şey söylenebilir. Ateş iyidir kötüdür, kendisiyle çelişkiye düşebilir. Kül, ateşin mistisizmidir, sevişme sonrası boşlukta biriken gri bölge, ara bölge. Önce yangın olan ve sonra küle dönen sözcükler. Önce sürtüşerek alevlenen ve sonra küle dönen bedenler. Paz, bu nedenle ateşi okurken, onun dolaysız ürünü kül’ü de okur. Erotizm ve aşk cinsellik bağlamında yaptığı “ateş” okumaları aslında kül okumalarıdır.

İşte Paz’ın cinsellik, erotizm aşk bağlamında gövdeyle olan ilişkisi, ile Ece Ayhan’ın hem bir şiiri adı hem de kitabının adı olan, Yunus Emre’den devşirdiği “koşmak” anlamına gelen “Yortmak” sözcüğünden çoğalttığı “Yort Savul” ile de ilişkilidir. Eskiden, soka çıkan padişahların, ahali arasından geçerken, zarar görmemesi, halkın onlara dokunmaması ve yol açılması için muhafızları kılıçlarını sallayarak bağırarak söyledikleri “Yort savul! Yort savul!” uyarıları da, padişaha dokunmanın yasak olduğu bir iktidar halini imler. Ama tarihte, “tarihi düzünden okumaya ayaklanan”, başka türlü yol açanlar da var. Ece Ayhan, “Yort Savul’u” onlar için de kullanır. Ve der ki; “Yort Savul, padişahlar için söylenir. Benim şiirde ise bir padişah ‘üç ağır yıldız’ oldu Deniz, Yusuf, Hüseyin. Yani Erzurum, Boğazlıyan ve Sarız.” Sözü, Ece’nin şiirine bırakarak, Paz ile ilgili çapraz okumaları sürdürelim: “6. Nerede kalmıştık? Tarihe ağarken üç ağır yıldız/ Sürünerek geçiyor bir hükümet kuşu kanatları yoluk/ 7. Çocuklar! ile bile muhbirler! ve bütün ahali!/ Hep birlikte, üç kez bağırarak, yazınız./ 8. Kurşunkalemle de olabilir/ Yort Savul!”

Paz’ın şiirde ve denemelerinde önerdiği, tarihin önünü, benzerlerimizle de buluşmak için açmaktır. Resmi tarihe kanmamak, tersine, tarihi kazanmak ve yenmek için, şiiri şiirimize, aşkı aşkımıza, içi içimize, düşleri düşlerimize benzeyenlerle sınırötesi, ulus devlet ötesi bir düşte hemen şimdi birleşerek temassızlığı temasa dönüştürmek. Zaten Richard Senet de “Günümüzde düzen temassızlık demek” diyerek bizi uyarmıştı. Temassızlık devlet demek, ulus devlet demek, ordu-savaş demek… Bu nedenle Paz’ın, ateşi alternatif bir ilişki, temas olarak kurguladığını, düşlerden bir düş olarak kurguladığını söyledim. Devamı var; Can Yücel’in “Beynin Piri Reisi” dediği dünyanın en ünlü beyin cerrahlarından Gazi Yaşargil’in, hastalarını ameliyat masasına kucağında götürmesi de bu tartışmaya dahildir. Sadece dışlarından oluşan, içi olmayan insanlarla dolu bir dünyada, içimizin, içimize yakın teması. Bir dokun, bin ah işit kaseyi fağfurdan, cümlesinin, bir dokun bin aşk işit insandan, şeklinde tercümesi… Paz’ın ateş diyalektiği, hemen şimdi, dokunmayı, insanlaşmayı ve orada düşbaşı yapmayı önerdiği için kıymetli ve müjdelidir.

Paz, Meksikalıların görünüşlerini, maskelerini, içlerini ve dışlarını tartışırken, “İşte bu görünüş korkusundan dolayıdır ki, Meksikalının kendisi görünüş olur” dedikten sonra, konuyu sanatçılara getirerek şunları söyler: “Poz atan, rol kesen sanatçı maskeye bürünerek kaçar, geri kalan bizlerse varlığımızı hiç belli etmemeye çabalarız. Her iki durumda da gerçek kimliğimiz gizleriz, zaman zaman yadsırız da, Bir gün yan odadan beklemediğim bir gürültü duyunca yüksek sesle sormuştum: “Hey, kim var orada?’ Hizmetimize yeni girmiş olan köylü kadın usulca karşılık vermişti: ‘Hiç kimse, efendim, benim.’” Bu, yirmi dört ayar kıssadan hissesi olan örnek ile dünyanın tüm hallerini okumak mümkündür. Adalet korkusu, kitap korkusu, gerçek korkusu ve öteki korkusunun kol gezdiği bir dünyada, temassızlığın imgesi olan maskeleri indirmek için ateşe, aşka ve şiire güvenmek gerek…

Zaten soru… Keşke cevap… Onun boşluğu hepimizin boşluğu. Onun, yazdıklarından, artık değer üzerine yükselen Kötülük toplumu” ve “kötülük dayanışması” olan kapitalizmin aşılıp yerine neyin konulacağına ilişkin belirgin bir siyasal düşü, yani gelecekteki sosyalist veya başka bir topluma ilişkin bir cevabının olmaması bir kusur değil bir durum. Ama daha da önemlisi, satır aralarına bırakmadan aşktan söz ederken, dünyanın politik ve felsefi haritasını da gözler önüne serer… Hegel’den Marks’a, Troçki’den Breton’a, Gaston Bachelard’dan Sade’ye, çağının tüm düşün-politik figürler kapsam alanındadır. Kavramlarının yanı sıra antik ve mitolojik bilgi toplayıcısıdır, söz dağıtıcıdan çok, söz toplayıcı. Sözcüğün olumlu anlamında bir çıfıt çarşısıdır belleği. Bu çarşıda Meksika özel bir mekân olarak ayırt edilir. Onu çağının diğer entelektüellerinden ayıran özelliklerden biri, kimliğindeki yerel ve evrensel olanın iç içe oluşudur. Ama yine de, onun mananın ve maddenin peşine düştüğü tüm yolculuklarda, Kıbrıslıtürk şair Fikret Demirağ’ın dizelerinde olduğu gibi, “nereye gitse yurdundan adı çağrılır” ve “yurdunun kokularını gümrükte bırakmaz…” Sürekli yolcu, sürekli sürgün ama  gittiği ve geldiği yerde kendi adasını oluşturmayı bilen bir sürgün.

Sezai Sarıoğlu
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Kalemi eksiltip sözü çoğaltan bir kitap; Sondan Başa…

Read Next

5 Dolar tarihi nasıl değiştirdi?

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *