Zaten dünyalı… Keşke Avrupalı…

Octavio Paz gibiler bana, Ece Ayhan’ın, “Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler/ Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselâm!” dizesini anımsatır. Kaybettikten sonra da koşuyu sürdüren at…

“Borges olsa olsa Avrupalı bir Amerikalı olur; Paz’sa, Hindistanlı bir Amerikalıdır ancak.” Emir Rodriguez Monegal

Korkulacak çok şey vardı çocukluğunda. Meksika yerlilik akımının öncüsü, Kolomb öncesi yaşamı diriltmeyi öneren ilk romanların yazarlarından dedesi anlattıkça geçmişe kaçtı. Onun rahle-i tedrisinden geçerek kitaplığında pişti. Avukat babasının, Emiliano Zapata’nın danışmanı olarak Meksika devrimine katılmasına tanıklık hayatı boyunca, aşağıdan, ezilenlerden yana bakmayı da öğretti ona. Ailenin ABD’nin güneyinde sürgünde yaşamasıyla bu kez hayatın içinde ikinci kez pişti. Babasının sosyalist işçi hareketiyle ilişkilenmesi bir yana, o Endülüs’ten gelen yoksul bir ailenin kızı olan annesinden İspanyol dilinin kalbini öğrendi.

Zaten iç savaş… Keşke dünya devrimi…

Can Yücel’in, “Bilâ-Zaman” şiirinde, “(1936 İspanyası’nda meselâ)/ Dönülmez Faşizmin ufkundayız/ Vakit çok geç” dediği, İspanya İç Savaşı’nda, elbette insanlıktan yana faşizme karşı taraf oldu.  İç Savaş’a İspanya’da tanıklık etti. Ne iç Savaştır o… Hâlâ, uluslararası bir dayanışma olarak yaşanan direnişin tadı damağımızdadır. Ama öte yandan, tragedyalardan tragedya beğendiğimiz, payımıza bize ait hataların (hâlâ yüzleşemediğimiz) ürünü acıların da düştüğü bir iç savaşın tanığıdır. Bu vesile ile anımsayalım… İspanya İç Savaşı’nda genç yaşta ölen, bir deha olduğu söylenen Christopher Caudwel…

Yenilgi sonrası Arjantin’e sığınan Rafael Alberti… 1936’da Cumhuriyetçilerin safında faşistlere karşı savaşırken 19 yaşında ölen İngiliz şairi John Cornford… Ve daha niceleri… İspanya İç Savaşı aklıma gelince hep bir fotoğraf anımsarım. Bir ülke, “bir acıya kiracı” İspanya… Bir fotoğraf, Uluslararası Tugay’a dahil değişik ülkelerden gelen aydınlar… Her biri “Dumanı lekesiz biri” olarak hem tarihe hem coğrafyaya geçen aydınlar. Bir görüntü; ellerinde silahlar, çoğu takım elbiseli, bazıları kravatlı… Bir görüntü, telgraf direklerine dizilen kuşlar gibi, dizilmişler… Yeni bir şiir yazıyorlar sanki… Yeni bir cümle kuruyorlar sanki…

Serseri dedik, ama seyyah serseri… Sürgünserseriseyyah…. 1943’ten önce ABD, sonra da Paris, Japonya ve Hindistan’da başıboş dolaşmasını hayra yormalı. Meksikaya döndükten sonra halk edebiyatıyla gerçeküstücülüğü bağdaştıran yapıtlar bu birikimin de ürünüdür…

Gezgin… Bir yazımda “okumak serseriliktir” demiştim. Paz, hem okuyan hem yazan hem de gezen bir serseri. Bu bağlamda aykırı bir örnek. Çünkü, hem büyükelçidir, hem entelektüeldir hem de başını alıp giden bir gezgin. Ama yine de o, Turgut Uyar’ın, “eyersizdir/ pançosuz bir Meksikalı gibi” dediği Meksikalıdır. Uyar’ına getirip Uyar gibi söylersem; “Yalnız at gibi dolaşan…” Veya atından inmeden sevişerek, şiir yazarak dünyayı dolaşarak dünyayı arayan…

Sanki tüm bitkilerin, çiçeklerin adlarını soyadlarını, eğer siyasilerse kod adlarını bilmekle kalmaz kokularını da bilir. Onun toprağı, doğayı anlaması için yerli bir aileden geliyor oluşu ile de ilgilidir. Çünkü yerliler, yani mağluplar, her zaman toprağa, hayata yakındırlar. Paz’ın cümlelerinde ve sözcüklerinde de, sıkça toprağın, yerlilerin kokusunu sezmemiz bundandır…Afrika’yı ihmal ettiği söylenebilir. Cemal Süreya’nın “Bütün kara parçalarında/ Afrika dahil” dediğine bakmayın Paz, bütün kara parçalarını dolaşmıştır: Afrika hariç… Belki Afrikalılara mektup yazmıştır. Paz, işçiler ve köylüler için bir okul kuracak kadar romantik…Kimi edebiyat eleştirmenlerince ise, büyük gerçeküstücülerin sonuncusu…

Zaten melez… Keşke diyalektik ve çelişki. …

1968’de Meksika hükümetinin radikal öğrencilere acımasız davranması sonucu görevinden ayrılması önemli bir etik-politik tutumdur. Büyük lafları bir kenara bırakalım, dünyada kaç aydın, kaç kişi, ezilenden yana tavır koyarak, böyle bir iktidar odağından vazgeçmeyi göze alabilir. (Hâlâ Sovyetler Birliği varmış gibi davranan ve kendini Büyük Sovyetler Birliği’nin Türkiye Kültür Ataşesi gibi davranarak kendine iktidar alanı açanları gördükçe aklıma ilk olarak Paz gelir…) Cortázar’ın Paz için söylediği “Ve devrim bir gün ona bu izni, olsa olsa, şiirin de bu buluşmaya katılması koşuluyla verir” cümlesine kulak vermeli… Kavramlarla bunca ilişkisine rağmen yaşamın şiirinde ısrarlı oluşunu alkışlar Cortázar… Paz’ın yapma sınırlara, Batı’nın önerdiği ben’e itirazı ve “yeni insan” tasavvuru önemli…

Octavio Paz gibiler bana, Ece Ayhan’ın, “Azizim, güzel atlar güzel şiirler gibidirler/ Öldükten sonra da tersine yarışırlar, vesselâm!” dizesini anımsatır. Kaybettikten sonra da koşuyu sürdüren at… Öldükten sonra da tersinden yarışan entelektüel ve şair Zapata… Kavramlarının ve şiirlerinin dumanı üstünde hâlâ koşuyor.

 “Ve ben;/ Hiçbir şey dilemiyoruz, hiçbir şey- Öbür dünyadan:/ Yalnız/ deniz üstünde bir ışık,/ deniz üstünde yalınayak bir ışık ve uykuya dalmış karalar.” – Elefanda Adasında Bir Pazar Günü

Tüm kuşlar uçtuktan sonra, dalda/dağda kalan kuş demiştim… Şiir ve ateşle beslenen, bir uç’ta kavram bir uç’ta hayat uçuşan bir kuş… Yangından ilk kurtarılacak emanetlerimiz arasındadır…

Okuma önerisi!

Sürgün Gezegeni – Ursula K. Le Guin

Doğuş Sarpkaya’nın incelemesi; “Sürgün Gezegeni’nde Öteki ile Yaşamak
yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

Sürgün Gezegeni, bilimkurgu ve fantastik romanlara yepyeni bir soluk getirecek güçlü bir yazarın ayak seslerini duyduğumuz önemli bir roman.

Sezai Sarıoğlu
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

5 Dolar tarihi nasıl değiştirdi?

Read Next

Türkiye Solu’nun Tarihine “Das Kapital” Çevirileri Üzerinden Bakmak

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram