
Ülkemiz asla teslim olmayan on-yüz-binlerce kadınla dolu. Sesimize ses katan yazarlara bin selam ediyoruz.
Ayşegül Kocabıçak, Gülüzar’la Ankara’nın Konur Sokak’ında küçük bir kafede tanışıyor. Kocabıçak “Neden Gülizar değil?” diye sormadan Gülüzar yanıtlayıveriyor: “Ben Gülüzar. Gülizar, gül yanaklı demektir ama Gülüzar olunca bir anlamı olmuyor. Bu ülkede kadın olarak var olmaya çalışmak gibi belki de!” Run Gülüzar Run bu satırlarla tanıtıyor bizlere aynı zamanda anlatıcımız olan kahramanımızı. Gülüzar, öyle içten dökmüş ki içini; Ayşegül Kocabıçak imla hataları dışındaki hiçbir şeyi düzeltmeden ve başka hiçbir şey eklemeden yayımlamış eserini.
Bursa’da küçük bir mahallede yaşayan Gülüzar’ın günlüğünü okumaya başladığımızda Türkiye’yi okumaya başlıyoruz aslında. Kendimizi buna hazır hissedip hissetmediğimiz tartışılır elbette çünkü ülkemizin kronik hastalıkları bir bir su üstüne çıkıyor Gülüzar’ın dilinden. Bu hastalıkların pençesi, küçük kız çocuklarının yakasını bırakmamaya and içmiş adeta. Küçük kız çocuklarını hasta etmek adına çevreye bir sürü virüs yayılmış seneler boyunca. Dünyası yaşadığı evle sınırlı olan bir anne, batıl inançlarla hayata tutunmuş bir babaanne, sevgisizliğin resmini en afillisinden çizmiş olan bir baba. Gülüzar, bu üç virüsle de göğüs göğüse çarpışıyor. Sevilmenin ne demek olduğunu bilmeyen, sevgiye “maruz kalmayan” Gülüzar, kendinden hoşlanan bir erkek çocuğunun sevgi gösterilerine hoyratça karşılık veriyor. Sevmenin ayıplandığı, sevişmenin “gıbışmak” olarak inceltildiği bir ailede yetişmiş olmanın hakkını verse de yer yer isyan da ediyor Gülüzar. Soracak bir yığın sorusu varken onu aydınlatacak kimsesi yok ailesinde. Bazen merak ettiklerini babaannesine sormak gibi bir gaflete düşüyor Gülüzar. Hiç mi sormasın, hiç mi merak etmesin, hep mi içinde kalsın, hep mi kendiyle konuşsun? Sıklıkla kendi evine gitmeyip onlarda ikamet eden babaannesine danıştığı anlarda işittiği “Günah!” yanıtıyla ağzının payını alıyor. Ateşler içinde yandığımız bir gün akla ilk gelenin doktor olması olağandır hepimiz için fakat Gülüzar’ın ailesinin aklına doktor değil, babaannesinin alternatif yöntemleri geliyor. Evin babasının aklınaysa her zamanki gibi hiçbir şey gelmiyor. Baba, Gülüzar’ın annesini durmadan aşağılayan ve annesini çocuklarının gözünün önünde döven bir babadır. Ya gözün görmediği? Elbette şiddet üçüncü şahısların bulunmadığı yer ve zamanlarda da devam etmektedir alenen uygulananın dışında. Ailesinden utanan, göstermelik sevgi seansları gerçekleştiren evin babası; Gülüzar’ın nefret ettiği erkeklerden biridir. Gülüzar erkeklerden nefret etmektedir çünkü ötelenmişliğin acı yüzüyle çok küçük yaşlarda tanışmıştır. Bursa’daki bu küçük mahalle; ona durmadan saygı duymayı, itaat etmeyi, biat etmeyi, tanrıdan korkmayı ve asla ona karşı gelinmemesi gerektiğini öğretmeye çalışır. Gülüzar’ı takip eden mahalleli yetmezmiş gibi bir de onu her yerde her durumda izleyen bir tanrı çıkmıştır başına. Arkadaşı Leyla ile peşinden koşup yakalamaya çalıştıkları domates kamyonunun şoförü ıssız bir tepede fermuarını açıp kendilerini taciz ettiğinde Gülüzar, “flört” ettiğini ve bu yüzden tanrının onu cezalandıracağını dahi düşünür. Flört etmek fahişelik olarak kodlanmıştır onun zihninde ve çevresinde. Halbuki istismar edilmişlerdir ve bu eylemi eyleyen bir erkek vardır ortada. Buna rağmen suçlu hisseder kendini. Kimselere anlatmaz bu olayı utancından.
İlk regl Gülüzar için “pıtın kanaması”dır örneğin. Kadını kimliksizleştirmek, kadına ait kavramların ismini birer birer inceltmekten geçiyor nasıl olsa. “Göster amcalara oğlum pipini.” ritüelinin fink attığı bir coğrafyada kökümüz. Hepimiz bu absürtlüklere aşinayız aşina olmasına ama regl olduğundan bihaber kız çocuklarının dünyanın sonu gelmişçesine kaygılanışı, yaşadığı bu olayı anlamlandıramayışı ve çevresinde, ona bu değişimin normalliğini anlatacak kimsenin olmayışı kadar absürd bir durumla daha karşılaşmayız sanıyoruz çoğumuz. Öyle çok ki Gülüzarlar. Gülüzar, regl olmanın sadece “pıtının kanaması”ndan ibaret olduğunu düşündüğü için öncesinde zeytinyağı sürüyor “pıtına”. Annesi bir yeri kanadığında böyle yapıyormuş çünkü. Gidiyor mutfağa, hiç ardını arkasını sorgulamadan sürüyor zeytinyağını “pıtına”. Bir güzel de bezle sarıyor sonra. Bunu, kanama öncesinde aldığı bir önlem olarak değerlendiriyor kendince. Sorgulamak bu kadar hayatiyken ona nasıl düşünmesi gerektiği yerine çok da düşünmemesi gerektiği belletiliyor. Tüm bunlara rağmen Gülüzar kendi yolunu çizmek için direniyor çoğu zaman. Asla teslim olmuyor mahalleye, mahalleliye ve Türkiye’ye. Ülkemiz asla teslim olmayan on-yüz-binlerce kadınla dolu. Zeytinyağını mutfakta kullanmakta direnen, işinde başarılara doymayan, kendi kendine yetmeyi bilen, kimselere biat etmeyen-kulak asmayan, anneliği kutsallıkla bezemeyip kendini salt annelikle ifade etmeyen binlerce Gülüzar’ız ve sesimize ses katan yazarlara bin selam ediyoruz.
![]()
|
Ayşegül Kocabıçak; “Nerede, hangi şartlar altında yaşarsa yaşasın öteki olanların tarafındayım.”
- Rüyaların Hayallere Çıkan Yolu - 7 Haziran 2022
- Görünenin Ötesi - 20 Nisan 2022
- Uzaydan Yeryüzüne Uzanan Bir Kedi Hikayesi - 23 Mart 2022
FACEBOOK YORUMLARI