Ercan Kesal’ın ilk romanı: Zübükler dünyasında “Nasipse Adayız”

Yazar, sinema oyuncusu, senarist ve hekim Ercan Kesal, ‘Peri Gazozu’ ve ‘Evvel Zaman’ın ardından üçüncü kitabı ‘Nasipse Adayız’ ile okurlarının karşısına çıktı. Kesal, ‘Nasipse Adayız’da belediye başkanlığına talip, yine kendisi gibi bir hekim olan Dr. Kemal Güner’in, kimi yerde trajik, kimi yerde komik serüvenini anlatıyor. “Kırk yaşında doktor, meslek sahibi, kendince iyilik timsali, vicdanlı, onurlu bir adam. Küçük bir problemi var ama “Reis Bey” olmak istiyor.” (s.174) Kesal, kendisiyle gerçekleştirilen söyleşilerde ‘Nasipse Adayız’ın oto biyografik bir roman mı olduğu sorularına “Bütün yazdıklarımızın kaynağı deneyimlerinizden başkası değil de nedir?” yanıtını veriyor.

Roman, kahramanımız Dr. Kemal’in bir “Bilmem ne efem”in radyo programına konuk olmasıyla başlıyor. Programdan sonra kısa boylu basık kafalı, karşısındakini dinlemeyen, kendi bildiğini okuyan takımından biri olan radyo yöneticisi odasına davet ettiği kahramanımıza belediye seçimlerinde başkan adayı olmasını öneriyor. Dr. Kemal, her ne kadar bu öneriye şaşırsa da bir süre suskunluğunun ardından, radyocuya bu suskunluğu uzun gelmiş olacak ki, dayanamayıp “Parti yönetimi böyle bir karar aldı mı yani?” derken, içinden kendi kendine de soruyor “Nasıl atlıyorum sazan gibi. Ey Allahım!”

image (2)

Ne ki, Türkiye’dir bu toprakların adı. Kahramanımızın belediye başkan adayı olduğu, yakın çevresinde kulaktan kulağa önlenemez bir biçimde yayılmaya başlamıştır artık. Önce hastanenin arkasındaki Gümüş Sokağı’nın bir sakini gelir dert anlatmaya.  Oturdukları mahalledeki evlerin arazisi vakfa aitmiş, geçenlerde bir yazı gelmiş, yazıda işgalci olarak nitelendiriyorlarmış. Dr. Kemal önce, bu adamın neden gelip kendisine bunları anlattığını bir türlü anlayamaz. Bir süre bakıştıktan sonra adama “Nerden aklına geldi bana bunları anlatmak?” sorusuna şu yanıtı alır: “Hocam Naci Bey Belediye Başkanı olacağınızı söyleyince bi de size danışalım dedik… Ne yapmak lazım, mutlaka bilir diye düşündük.” Naci denen şoförünün boşboğazlığıdır işte.

Ama yine de Gümüş Sokağı sakininin kendisinden istediği yardım talebine kayıtsız kalmayacaktır; bir de avukatı dinleyecek, sonra bakacaktır. Üstelik tüm mahalleye geldiğine göre mesele büyüktür, e haliyle çözümü de büyük olacaktır. Sonuçları da tabii ki! “Bereketli bir iştir nihayetinde” diye aklından geçirirken “Şeytan dürttü sanki adaylığıma yararı olur mu acaba?” derken yakalar kendisini.

Romanın ortalarına doğru seçim yarışına baş döndürücü bir hızla girmiş olan Belediye Başkan Aday Adayı Dr. Kemal’i görürüz. Yemekler, toplantılar, kampanyalar, web sitesi hazırlıkları, fotoğraflar, pankartlar, cemaatlerin önde gelenleriyle görüşmeler, dayanışma yemekleri, kulisler vs. vs… İyice havaya girmiştir, vehimler, kullanmalar had safhadadır.  Kesin adaylığının açıklanmadığı her gün ömründen çalınmış gibi gelmektedir. Kurallarını iyi bildiği pis bir oyuna çoktan dâhil olmuştur ve bir yandan kaybetmek de istemez.

image (1)

Öte yandan, kahramanımız bir süre sonra tüm bu olup bitenlerden rahatsız olmaya başlar ve ahlaki bir ikileme düşer. Ahlaki ikileme düşmesinin işaret fişeği önce vicdanında çakar. Bu işaret fişeğini de hasbelkader sanayi sitesinden Salim Usta çakar.

Uzun zamandır ilk defa sahici bir kelime duymuştur birinin ağzından. Salim Usta şunları söyler: “Tüm adaylar müşterimdir benim.  Bir sürü ilginç şeyler yaşarım onlarla. En tuhafı şudur ama özellikle kaybeden adaylar seçim öncesi dört bir yana astıkları pankartları bir türlü indirmezler yerinden. Kıyamazlar mı nedir? Haftalarca kalır yerlerinde. Dertli dertli sallanır durur pankartlar. Eskir, tozlanır, silinir ve yıpranırlar. Yeni pankartları asarken çoğu zaman ben indiririm onları yerlerinden. O sırada çok hüzünlenirim nedense. ‘Keşke astığım tüm pankartların adayları kazansa’ derim içimden. Ya da insanlar bu kadar önem vermeseler şu yalancı dünyanın işlerine.”  Dr. Kemal, bu diyalog sonrası yavaş yavaş kendi çevresini saran insanların niyetlerini sorgulamaya başlar artık.

Romanın göze çarpan hemen komik, en renkli simalarından biri ise Abit Güleryüz’dür.

Söylemeden geçmemek lazım, özellikle Abit Güleryüz karakterine sadece bu romanın çerçevesi içine sıkıştırılmış kalmış sıradan bir karakter gibi yer verilmiş. Oysa Abit Güleryüz capcanlı, sıcak, içten, aynı hataları yapmaktan bir türlü yılmayan, tüm bu hatalar silsilesinin sonunda hatalarına sebep olanları da kendini de bağışlayıp ayağa kalkan bir tipoloji.

Abit Güleryüz, her seçimde istisnasız mutlaka aday olmuş, yok sayılamayacak kadar değilse de bir miktar oy almış, ama hep almış. Çok düşük ama bir daha oy alamayacak kadar utanç duyulacak gibi değil aldığı oy; ama bir sonraki seçimler için en küçük bir ümit uyandıracak kadar da çok değil. Abit Güleryüz, “bu sefer kesin reisim” diye girer seçimlere. Her seçimde etrafa para saçar, yemekler yedirir, hediyeler dağıtır. Hemşehrileri de bu durumunu bildiğinden seçim zamanını beklerler, borç istemek, yemek yemek, mobilya almak, başka işlerini halletmek için teveccüh ederler. Fakat seçimler biter, üç aşağı beş yukarı yine aynı sonuçları alınca Abit öfkelenir, kırılır ve elbette herkese küsüp birkaç hafta evine kapanır, kimseyle görüşmek istemez. Aşağı caddenin sonunda sahip olduğu mobilya mağazasının önünde durur; hemşehrileri de bir süre gözükmezler. Abit ağabey, borç senetlerinin bir bölümünü, özellikle en kızdıklarını icraya verir, gelen ziyaretçilerin yüzüne bakmaz. Sonra nasıl olursa bir şekilde olur Abit’in gönlü alınır, söz verdiği halde kendisine oy vermeyenlerin önceden tutulmuş çeteleleri yırtılıp unutulur. “İnsanoğlu çiğ süt emmiş işte” diye kendi kendine söylenir Abit ve işlerine döner.

image

Abit Güleryüz, ‘Nasipse Adayız’ romanın sınırlarını aşan,  tek başına bir roman kahramanı olabilecek, dikkate şayan ustalıkta gözlenmiş ve yazılmış bir figür. Bir başka karakter Sezai Kartal ise bir başka ilginç bir tiplemedir. Romanın finaline doğru arzı endam eder kendileri ve tabii neredeyse hepimizin yaşamında en az bir kez rastlayıp tanıdığı birilerini hatırlatır.

Ercan Kesal’ın ‘Nasipse Adayız’  romanındaki bu politikacı karakterleri aklımıza hemen bir başka başyapıtı, Aziz Nesin’in “Zübük/Kağnı Gölgesindeki İt” romanını getirir. ‘Nasipse Adayız’daki Sezai Kartal, “Zübük/Kağnı Gölgesindeki İt” romanında “Milletvekili İbrahim Zübükzade”nin günümüz Türkiye’sindeki reankarne halidir.

Ne diyordu Aziz Nesin: “Onları biz kendi zübüklüğümüzden yaratıyoruz. Sonra, kendi zübüklüklerimizin bir tek Zübük’te birleştiğini görünce ona kızıyoruz.” ‘Nasipse Adayız’da da kendi isteğiyle ya da etrafındaki her türden ve cinsten yılmak bilmez ikbal avcılarının teşvikiyle Zübüklüğe bir biçimde soyunan Dr. Kemal’in trajikomik hallerini görüyoruz.

Yaşamlarımız kurgulardan değil, hikâyelerden oluşuyor. Ercan Kesal, ‘Nasipse Adayız’ adını verdiği romanının günümüz toplumunu, bireylerin siyasi tercihlerini derin, kırık ve gerçekçi, kimi yerde de mizahi bir biçimde yansıtırken, kendi içinde bütünlüklü, anlamlı ve tutarlı bir yapıya sahip olduğunu söyleyebiliriz. Gündelik hayatla iç içe, ayağı yere basan bir kurgu üzerine inşa edilmiş. Romanda hiçbir şey rastlantıyla olmuş gelişmiş değil; bir ipe geçirilmiş boncukları andıran olaylar dizisi sanki.

Ercan Kesal bir röportajında, ‘Nasipse Adayız’ romanını filmleştireceğini ve kendisinin yöneteceği işaretini vermiş. Hep beraber izleyecek ve göreceğiz “Nasipse”…

NASİPSE ADAYIZ
Ercan Kesal
İletişim Yayınları
2015, 194 sayfa, 15 TL.

Cengiz Kılçer
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Tespih ağacının gölgesinde bülbülü öldürmek ya da öldürmemek…

Read Next

Balkan tarihi için marazî okuma listesi

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *