
Ünlü boşanma avukatı, kadın hakları savunucusu Altın Mimir, “Kadının Hak Arama Rehberi” adlı kitabında hukuk dilini tanrılar ve erkekler katından yeryüzüne indirip kadının başucuna bırakıyor.
Seyredenler hatırlayacaktır: Lütfi Akad’ın göç sorununu ele aldığı ünlü üçlemesinden “Gelin”, sarsıcı hastane sahneleriyle doludur. Yozgat’tan taşı toprağı altın diyerek geldikleri İstanbul’da market açıp tutunmaya çalışan geniş ailenin en küçük torunu ağır bir hastalığa yakalanır. Aile büyükleri ve çocuğun babası hem yeniliğe karşı çıkmak hem de para harcamamak için hurafe yöntemlerde diretirken, sadece annesi, önce gizli gizli, sonra da meydan okumayı göze alarak doktor arayışına yönelir. Hastane sahnelerini o kadar sarsıcı yapansa, senaryoda lafı bile yapılmadığı halde, resmi sağlık kurumlarının çaresizlik içindeki yoksul ve cahil hastalara nasıl tepeden baktığını, onları nasıl aşağılayıp ezdiğini sadece sinema diliyle göstermesidir. Doktorlar son derece asık suratlı ve iletişime tamamen kapalıyken prosedür de alabildiğine bezdiricidir. Hastalar ellerinde tahlillerle kapı kapı dolaştırılırken diyaloglarla birlikte dış sesler de tamamen kesilir ve depresif gerilim müzikleri yükselir. Aile geleneklerinin kıskacından kurtulmaya çalışan anne, merhameti devletten görmeyi boşuna beklemektedir bu sahnelerde. Söz konusu sağlıkken bile, devlet kurumunun dili anlamaya, kol kanat germeye ve insaniyete kapalıdır çünkü.
Ünlü boşanma avukatlarımızdan, kadın hakları savunucusu Altın Mimir, “Kadının Hak Arama Rehberi” adlı kitabında, devletin hukuk dilinde katmerli biçimde geçerli olan bu insaniyet dışılığı şu satırlarla saptıyor: “Ah bu siyasiler, vah bu siyasiler… Onların amacı hiçbir zaman mutlak demokrasiyi var etmek değil. Öyle olsaydı, kanun yapma görevi kendilerinde olduğu halde her okuyanın kanunun içeriğini anlamada zorlanacağı kanunlar yapmazlardı. Zira mutlak demokrasi öncelikle hak bilinciyle oluşur. Ancak onlar sanıyorum sürekli şunu düşünüyorlar: Nasıl bir kanun yapmalıyım ki, hukukçular dahi bunu anlamakta güçlük çeksin ama ben kendi ideolojimi yaşatabileyim.”
Altın Mimir, kitabını en çok bunlara karşı yazmış. Devletin, kadını yaşam dışına iterek kendi ideolojisini yaşatma niyetini göstermiş. Hukuku tanrılar ve erkekler katından yeryüzüne indirip kadınların başucuna koymuş. Yasaların dilinin, tarih boyunca kadının yüzüne kapanmış kapılarını aralamış. Hukuk dilinin kadına karşı koyduğu kibirli ve erkekçi mesafeyi aradan kaldırırken, hakkını öğrenip aramak isteyen kadınlara her zaman kullanabilecekleri insani ve adil bir dil sunmuş.
Mimir, kitabına dokunaklı ve güçlü bir önsözle, annesinin dünyaya erkek çocuk getirebilmek için yatarak tamamladığı tehlikeli gebeliklerin kendi ruhunda bıraktığı izlerle başlamış. “Dünyaya geldi diye üzüldüğün kız kardeşini kucağına aldığında hissettiğin duygu sadece onu sevmek ve onunla olmaktan dolayı mutlu olmakken, daha kendisiyle karşılaşmadan, o doğdu diye yaşadığın üzüntünün çelişkisi bir bedende aynı anda nasıl var olabilir?” diye sormuş. Kişisel tarihçesinin hemen ardından kadın haklarının tarihçesine geçmiş ve kadının doğal toplumdaki haklarının ataerkil yapıyla birlikte nasıl yok edilip uğrunda binlerce yıldır mücadele edilen bir meseleye dönüştüğünü özetlemiş.
Kitapta kadın hakları, kadının hukuktaki yeriyle paralellik gözetilerek, dört ana bölümde işleniyor. Kadının iş ve evlilik hayatındaki haklarını, boşanma ve erkek şiddeti bölümleri takip ediyor. Açıkçası, sadece hukukun değil, medyanın dilinde de, hatta gündelik dilimizde bile artık layığıyla yaşayamayan bu hissizleştirilmiş konular, şaşırtıcı biçimde, yeni bir dille yeni bir hayat buluyorlar kendilerine kitapta.
Altın Mimir önsözde her ne kadar “Bu kitap elinize alıp bir çırpıda okuyup güzel vakit geçirmeniz için yazılmadı,” dese de, bu konuların zihnimizde ve dilimizde yeniden, hatta bazen ilk defa hayat bulmaya başlaması kitabı bir çırpıda okumamızı sağladığı gibi, bu dinamik deneyimin hazzı ilgimizi hep ayakta tutup güzel vakit geçirmemizi de garanti ediyor.
Altın Mimir kitabın amacını “Anne karnına düştüğümüz an itibarıyla erkeklerin sahip olduğu tüm haklara bizim de sahip olduğumuzu ve bu hakları nasıl kullanabileceğimizi hepimizin anlayabileceği sadelikte aktararak, her birimizin kendi kişisel devrimini başlatması için yazıldı,” diye açıklıyor.
Kitabı okumaya niyetlenecekler için “hepimizin anlayabileceği sadelikte” sözünün açılmasında fayda var: Altın Mimir, ölü yaşadığını ve sinsi yaralayıcılığını birazdan da buradan aldığını bildiğimiz hukuk dilini gündelik dile çekmekle kalmıyor. Çağımızda bilimin de dili değişti. Stephen Hawking gibi sadece bilim değil aynı zamanda dil öncüleri sayesinde, evrenin sırları bile sadece uzmanların idrak edebileceği sırlar olmaktan çıktı artık. Başlangıcından, büyük patlamasından, geçirdiği milyarlarca yıllık evrelerinden artık gündelik dille haberdar olduğumuz bu evrende yaşayan insanlar olarak, doğumumuzdan ölümümüze kadar elinden gelen her konuyu düzenlemeye soyunan hukukun dilini de insana ait kılmanın vakti çoktan gelmişti de geçiyordu. “Kadının Hak Arama Rehberi”nin dili, sadeliğinden ya da kolay anlaşılırlığından ziyade, ileride bu değerli çabanın ürünlerinden biri olarak anılmaya aday bir dil. Bu yönünü masumiyetinden, inandırıcılığından, yarattığı yeniden başlama inancından ve içimize yerleştirdiği umuttan alıyor en çok.
![]()
|
- Kadın hakları için yeni bir dil - 8 Mart 2017