Kara Hafta Festivali’nde Polisiye Söyleşileri

1-3 Aralık tarihlerinde ikincisi gerçekleştirilen Kara Hafta Festivali ikinci gününde dopdolu devam ediyor.

Merve Nur Tuncay ve Sevi Gözay Uğurlu‘nun haberi

Festivalin bu yıl ki temasına ilham veren ünlü polisiye yazarı Georges Simenon’un konuşulduğu ikinci günün ilk oturumu 15:00’da başladı. Moderatörlüğünü Everest Yayınları’nın Yayın Yönetmeni Cem İleri’nin yaptığı oturuma konuşmacı olarak polisiye denince akla ilk gelen duayen isimlerden Erol Üyepazarcı ve Sevin Okyay katıldı. 

2aralik_karahafta_3

Georges Simenon @İstanbul

1933 yılında İstanbul’a gelerek Pera Palace Jumeirah Hotel’de konaklayan ve hikâyesi Türkiye’de geçen iki kitap yazan Belçikalı yazar Georges Simenon’un yazın diline ve hayatına dair anektodlar paylaşan ikili, ”iyi polisiye iyi edebiyattır, bunun en büyük kanıtı da Simenon’dur.” konusuna değindi. Genç jenerasyonun Simenon’u tanımadığına değinen konuşmacılar bunun büyük bir kayıp olduğundan behsederken yazarı ”polisiyenin Dostoyevski’si”, ”Novelyaların Balzac’ı” olarak tanımladı. George Simenon’un karakter tahlilleri konusunda bilgiler veren duayen ikiliye ”Simenon okumak bize ne katar?” sorusu yöneltildi. Soruya Erol Üyepazarcı yazarın kitaplarında suçlu karakterine kızamazsınız, Simenon insan psikolojisini anlama yolunda okuyucuya ışık tutar çünkü yazarın kendi söylemi ”ben insanı yargılamak değil, anlamak istiyorum!” şeklindedir cevabını verirken Sevin Okyay ise yazarın cinayetin nasıl değil neden işlendiğini irdelediğine atıfta bulundu. 

Türkiye’de 1990’dan sonra ivme kazanan polisiyenin yavaş yavaş dünya seviyesine ulaştığını aktaran Üyepazarcı ve Okyay ülkemiz yazarlarından Ahmet Ümit, Celil Oker, Osman Aysu, Algan Sezintüredi ve Çağatay Yaşmut gibi isimlerin takip edilesi olduğuna değindi. 

Soru cevap şeklinde devam eden panel bir saat kadar sürdü. Bir sonraki program, Polisiyede Kadınlar başlıklı söyleşi için koltuklarını Başak Sayan ve Esmahan Akyol’a devretti. 

Polisiyede Kadınlar

Esmahan AykolAlmanya’daki Türk imajı beni çok ezmeye başlamıştı. Berlin’de doktoramı yaparken profesörün Türk olduğumu öğrenince yüzündeki tiksinti beni çok etkilemişti. Kitaplarımda da biraz intikam almaya çalıştım.” dedi.

Esmahan Aykol 1970 yılında Edirne’de doğdu. Hukuk öğrenimi görürken çeşitli gazete ve radyo kanalları için çalıştı. Yükseköğrenimini bitirdikten sonra, doktora yapmak için Almanya’ya, Berlin Humboldt Üniversitesi’ne geldi. Bugün, dönüşümlü olarak Berlin ve İstanbul’da yaşamaktadır. 2001 yılında Kitapçı Dükkânı (Alm. Hotel Bosporus, 2003) adlı polisiye romanıyla okurlarıyla buluştu, 2003’teki Kelepir Ev’i (Alm. Bakschisch, 2003) 2007’de Şüpheli Bir Ölüm (Alm. Scheidung auf Türkisch, 2008) izledi. 2006’da ise Savrulanlar (Alm. Goodbye Istanbul, 2007) yayınlandı.

2aralik_karahafta_2

Tam bir İstanbul aşığı olan Aykol, yaratmış olduğu Kati karakterine dair gelen soruyu şu şekilde yanıtladı;

Benim için uzun bir süreçtir yazmak, 1.5 senedir son kitabım üzerinde çalışıyorum ve bir süre sonra tıkanıyorum, araştırma sürecim çok uzun sürüyor belki 150 kitap okuyorumdur. Kati benimle beraber yaşıyor bazen bir yere gidiyorum veya bir şey görüyorum Kati olsa ne yapardı diye düşünüyorum. Ayrıca yazıldığı dönemde İstanbul sokaklarının fotoğraflarını çekiyorum. Ben İstanbul’a bakıp hıçkıra hıçkıra ağlayabilirim.

Esmahan Aykol’un polisiye romanlarındaki birinci tekil kişi ve ben-anlatıcı, kitapçı Kati Hirschel (Kati Hirşel)’dir. Kati, İstanbul’da büyümüş bir Almandır ve (gerçekte de Türkçe yazdığı romanlarını Almancaya çevirttiği) yaratıcısı (Esmahan Aykol) gibi, Almanca ve Türkçe dillerine ustalıkla hâkimdir. Kati’nin babası Avraham Hirschel, nasyonal sosyalizmden Türkiye’ye kaçmış bir Alman Yahudi’sidir. Hukukçudur ve İstanbul Üniversitesi Ceza Hukuku Enstitüsü’nü kurmuştur. Kati’nin annesinin isteği üzerine aile 1965’te Almanya’ya geri dönmüş, Kati ise daha sonra İstanbul’da yaşamaya karar vermiştir. Ve böylece Kati, kendi Türk çevresi içerisinde bir yabancı ama Alman arkadaşları içinse bir “harici” olarak kalmıştır.

Biyorafinin devamı için: http://kitapeki.com/biyografi-esmahan-aykol/

‘BAĞLANMA Korkusu’ ve ‘Kelebeğin Kaderi’ kitaplarının yazarı Başak Sayan ‘Ölü Kuşların Sessizliği’ ile polisiyeye giriş yaptı. Roman; bir kadının, ölümü intihar gibi görünen eşinin katilini aramasını konu alıyor.  “Bu romanı yazarken polisiye yazmayı düşünmedim. Aklımda bir hikaye vardı ve aktarırken zamanla polisiyeye döndü. Ben yaşanmış olayları takip ediyorum, sürekli 3. sayfa haberlerini okuyorum fakat kurgumu kendi hayal gücüme dayandırıyorum.

Yaprak Dökümü, Harem gibi televizyondan alışık olduğumuz bir yüz olan Sayan, Baba tarafından Azeri’dir ve Ankara doğumludur. Marmara Ekonomi mezunudur.

Ayrıca konuşmada cinsiyetçilik üzerinde de duruldu. “Neden erkek yazarlar daha çok satıyor?” sorusuna “Erkek egemenliği hayatın her alanındadır. Özellikle Türkiye’de yaşıyorsanız. Kadın okurlar erkek yazarları tercih ediyor. Belki başka bir perspektiften bakma ihtiyacı belki de bu işin erkek işi olduğu düşünülmesindendir.” dendi.

Değişen Dünya Düzeni ve Polisiyeler

Değişen Dünya Düzeni ve Polisiyeler panelinin iki konuğu vardı. Konuklardan ilki, “Berlin Noir” üçlemesiyle başlayan yazarlık serüveninde kitabın kaydettiği büyük başarıyla dünyanın önde gelen polisiye yazarlarından biri olarak anılmaya başlayan İngiliz yazar Philip Kerr ve Cumhuriyet, TimeOut, Huffington Post, Vocativ ve BBC Türkçe gibi farklı yayın kuruluşlarından tanıdığımız, şimdilerde ise ”Gazetecinin Ölümü” ve ”Kara Muska” polisiye romanlarının yazarı olarak adından söz ettiren gazeteci ve yazar Elçin Poyrazlar. 

2aralik_karahafta_1

Dönem polisiyesi yazan Philip Kerr detayları çok fazla önemsediğini, kendini Küçük şeylerin tanrısı olarak gördüğünü söyledi. O küçük renk ve detaylar birkaç adım sonra devasa güzelliklere dönüşünce onları keşfetmiş olmanın kendisini büyülediğinden bahsederken uluslararası arka planı kullanarak yazmasının nedenini ise Rönesans’tan sonra tarihteki en önemli devrimin “Nazi devrimi” olmasından kaynaklandığını ve bunu göz ardı etmesinin imkansız olduğu şeklinde açıklık getirdi. Alman hukuku ve Alman felsefesi eğitimi alan Kerr özellikle de Nazi dönemi üzerine çalışmasında aldığı eğitimlerin yararlı olduğunu ziyaret ettiği toplama kamplarının onda derin izler bıraktığı ve onların toplama değil ”cinayet” kampı olarak anılması gerekliliğini dile getirdi. Misyonunun tüm bunları anlamak ve aktarmak olduğu konusunda da fikirlerini beyan eden yazarımız, ”Her büyük medeniyetin dolabında iskeletler saklıdır.” sözüyle sadece Almanların soykırımlarına değil Avrupa ve dünya tarihine de bakmak gerektiğine dikkat çekti. 

Elçin poyrazlar ve Philip Kerr arasında söyleşi tadında gerçekleşti panel. Poyrazlar’dan gelen ”polisiyenin kuralları sence olmalı mı?” sorusu üzerine; ”Ben kuralların olması gerekliliğine inanıyorum ancak iyi bir hikaye kuralsız da çıkıyorsa tüm kuralları yırtıp atabilirim, bazen tarihin gerçeklerini yansıtabilmek için kuralları önemsemeyebiliriz, ben bunu yapmıştım. Zaten ben kurallara uymayayım diye yazar oldum, hukuk eğitimi aldım, avukatlığa devam ederdim kurallara sadık biri olsaydım. Bence iyi yazar bütün kurallara baskın çıkmalıdır” şeklinde verdiği cevapla samimiyetini de hissettirdi katılımcılara. Ardından Elçin Poyrazlar Polisiyede kadın karakter konusuna değindi ve özellikle son günlerde Türkiye’de halkın büyük tepkisini çeken tecavüzün meşrulaştırılmaya çalışıldığı yasa tasarısı hakkındaki görüşlerini merak ettiğini dile getirdi. Kerr, konu ile ilgili; Türkiye’de kadına karşı bir siyasetin yürütüldüğüne bunun Ortadoğu’daki trajediyle eşdeğer bir durum oluşturduğuna dair görüşlerini belirtti. Üstelik genel olarak dünyada KADIN başlığının erkekler tarafından konuşulduğunu bunun geçmişten bu güne böyle süregeldiğini aktarırken bu durumun Nazi Almanya’sında da farklı olmadığını kadının yerinin evi amacının ise çocuk doğurmak ve onu büyütmek  olduğunu yaptığı araştırmalarına dayanarak rahatça söyleyebileceğini ancak artık bunun değişmesi gerektiğini bildirdi. Uzun süren panel soru cevaplarla son buldu. 

Etkinliğin en dikkat çeken yanı şüphesiz ki katılımcı yazarların yarattığı karakterlerin bir şekilde kendilerini İstanbul’un mahallelerinden birinde buluyor olmalarıydı. Özellikle bu yıl ki Kara Hafta Festivali’nin adına düzenlendiği George Simenon’un romanlarında etkinliğin gerçekleştiği otelin bir roman kahramanı olarak ele alınması Ahmet Ümit’in sunduğu son oturuma adını verdi; Bir Roman Kahramanı Olarak Pera Palace !!!

 Tüm gün boyunca gerçekleşen etkinliklerden seyirlik…

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Julio Cortázar’ın Bütün Öyküleri

Read Next

Günışığı Kitaplığı’nın bütün kitapları “ayın kitabı” seçildi!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *