Uğur Mıstaçoğlu: “İroni yapmak yasaklanırsa cümle kuramayabilirim”

 

İletişim Yayınları’ndan geçtiğimiz günlerde Uğur Mıstaçoğlu’nun “Sağ Elim Doluydu” adlı öykü kitabı çıktı.

Mıstaçoğlu son kitabına sokağın, apartmanın, yeni taşınan komşu kızların, kına gecesinin, kısa filmlerin, gözyaşının, bakkalın, annelerin ve kavgaların sesini taşıyor. Mizah yüklü anlatımıyla yüzleri gülümsetiyor.

Kitabınızda yirmiden fazla öykü var. Bu öyküleri yazarken kendi yaşadıklarınızdan da yola çıktığınız oldu mu? Yaşanmışlıklar da var mı öykülerinizde?

Yaşanmışlığı olmayan ama etrafımdaki kişilerden duyduğum ya da bizzat şahit olduğum olaylardan da esinlenebiliyorum, kendi yaşadıklarımdan da. Dışarıda gördüğüm, duyduğum şeyleri küçük notlar yazarak kendi adresime mail atıyorum ki unutmayayım. Bu kitabımda bire bir yaşanmış bir öyküm yok, fakat bazı öykülerin bazı kısımlarının yaşanmış olduğunu, öncesinin ya da sonrasının kurgu olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca bire bir yaşanmış olan öykülerim ve düzensiz tuttuğum bir günlüğüm de var. Tabii bunlar yayınlamak adına yazılmamış daha çok bana özel şeyler.

Esprili bir dil kullanıyorsunuz, gerçek hayatta da böyle misinizdir?

Bu, bulunduğum ortama göre değişkenlik gösterse de genel anlamda esprili bir dil kullandığımı söyleyebilirim. Bir gün kinaye ve ironi yapmak yasaklanırsa cümle kurmakta ciddi sıkıntı çekebilirim.

hunili

Öykülerinizi okurken sanki genel olarak bir iyimserlik, iyimser bir ton varmış gibi geldi bana. Karakterleriniz de ağırlıklı olarak iyiler. Şunu düşündüm hiç karanlık veya kötü karakterlerin hikâyesini yazmayı düşündünüz mü? Dilinizdeki muziplikle, karanlık-koyu hikâyeler ve kötü karakterler buluşunca ortaya okuması keyifli şeyler çıkabilir.

Sizinle aynı düşüncedeyim. Şu an yazmakta olduğum bir roman var. Kötü karakterler, çıkar ilişkileri, gidip gelen bir gerçeklik algısı ve süreklilik arz eden bir gizem… Hikâyesi de hayli iç burkucu. Anlatım dili “Noğmal” adlı romanımda kullandığımdan daha farklı değil. Fakat sizin deyişinizle, karanlık-koyu bir hikâye ve kötü karakterlerle bu dilin yansımasının nasıl olacağını roman bitip çıktığında göreceğiz, şu an için gayet keyifli ilerlediğini söyleyebilirim.

Biraz da yazma sürecinizden konuşalım istiyorum… Genel olarak nasıl yazarsınız? Aklınıza bir fikir gelince spontane bir şekilde mi yoksa masa başına yazma motivasyonuyla oturunca mı yazarsınız?

Kesinlikle masa başında ve mümkünse tek başıma olmalıyım. Sessizlik olmazsa olmazım, arka fonda hafif bir müzik bile konsantrasyonumu bozmaya yetiyor. Spontane gelen fikirleri kesinlikle not alırım. O an aklıma gelen bir fikre daha sonra okuyup dudak büzdüğüm de olur, allayıp pullayıp kullandığım da. Bir de tek başıma çıktığım otobüs yolcululuklarında, muavin ile diyaloglarımızı, yanındaki kızcağızı esir almış teyzenin can alıcı (ya da sıkıcı) sözlerini, sürekli cep telefonu ile konuşan birinin aynı olayı sekiz ayrı kişiyi arayarak anlatmasını “muzip” bir dille defterime yazıyorum. Bunu yapmak üç ayrı işe yarıyor: Bir, sesli bir ortamda yazabilme kabiliyetimi artırıyorum, iki, yazarken onlara “muzip” cevaplar vererek olayı komik hale getiriyorum, üç, yazdıkça o kişilerle empati kuruyor ve kişilere olan kızgınlığımı gideriyorum.

Kapalıçarşı’da iş yeriniz varmış. Burada çeşit çeşit insanla karşılaşıyorsunuzdur. Bunun yazdığınız şeylere etkisi oluyor mu?

Kapalıçarşı benim yetiştiğim dönemde tam bir okuldu. Üniversite denilirdi. Üniversite okumamış insanlar topluluğunun kendi üniversitelerini kurması ironik olsa da, o dönem (yirmi beş otuz yıl öncesinden bahsediyorum) “yarı yetişmiş” bir tezgâhtar, benim diyen üniversiteliyi cebinden çıkarırdı. Düşünsenize dört yıl boyunca İspanyol Dili ve Edebiyatı okumuşsunuz, İspanyolcam var diye çarşıya girmişiniz, siz, İspanyol müşteriye düzgün cümle kuracağım diye beyninizi zorlarken yanınızdaki kişi sizin bildiğinizin üçte biriyle şakır şakır konuşuyor, mal satıyor, parasını tahsil edip gönderiyor. Biri teorik olarak öğrenirken diğeri her gün pratik yapar çünkü. Sadece Üniversite değildir zaten, her gün, birçok dilde, defalarca sergilenen ve bir izlediğinizin aynısını bir daha izleme olanağınızın olmadığı, doğaçlama (Ve Uluslararası) bir tiyatrodur aynı zamanda. Yeri gelir o tiyatronun başaktörü olur, yeri gelir yazanı ve yöneteni olursunuz. Bu anlamda bana kattıklarını inkâr etmem mümkün değil. Tabii şimdi o eski ortamlar kalmadı. Neden diye soracak olursanız, uzun hikâye derim, çok uzun.

Edebiyat, hayatınızın neresinde duruyor? Kimleri okursunuz, hangi yazarlar size ve edebiyat anlayışınıza etki etmiştir.

Algıladığımız hayat, duygu ve düşüncelerimizden oluştuğunu kabul edersek, edebiyatın gücünü daha iyi anlayabiliriz, son yıllarda edebiyat harici okuduğum kitap sayısı hayli az. Bu da edebiyatın hayatımda ne kadar yer aldığının bir göstergesi olsa gerek.

Okuduğum birçok yazarın üzerimde etkisi olduğunu söyleyebilirim. Hemen herkesin örnek aldığı, okurken zevk aldığı yazarlar vardır. Ben bu yelpazeyi mümkün olduğunca geniş tutmak istiyorum. Hangi konuda ve branşta olursa olsun, etkilendiğim, örnek aldığım kişiler bir süre sonra üzerimdeki etkisini yitiriyor. Onların yerini yeni kişiler dolduruyor ve “bence” bu gayet doğal bir süreç.

  • Sağ Elim Doluydu
  • Yazar: Uğur Mıstaçoğlu
  • Türü: Öykü
  • Baskı Yılı: Eylül 2016
  • Sayfa Sayısı: 107 Sayfa
  • Yayınevi: İletişim Yayınları
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Minör telâş, yaşsız ve telâşsız dil…

Read Next

Stendhal; “Kırmızı ve Siyah”

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *