Michael Albert Mümkün Ütopya adlı kitabında, bizi yaşanabilir bir toplum için mümkün olabilecek stratejiler bağlamında bir yolculuğa çıkarıyor.
Birçok dilde anlamak, içerisinde durma eylemini barındırır.Understand (İngilizce)
Verstehen (Almanca)
Episteme (Yunanca)
Vakafe (Arapça)
Görünüşe göre anlamak için durmak gerekiyor. Peki imkansız olanı anlamak istersek ne yapmalıyız?
Alman matematikçi Carl Friedrich Gauss hakkında bilinen bir anektod vardır. Henüz ilkokuldayken, öğretmeni sınıfı oyalamak için öğrencilerinden 1’den 100’e kadar tüm sayıları toplamalarını ister. Gauss cevabı bir kaç dakika içerisinde bulur ve herkesi hayrete düşürür. Sayılar iki uçtan toplandığında, (1+100), (2+99) hep aynı sonucu yani 101 sayısını verir. Bu anektod ileride Gauss’un ne kadar büyük bir matematikçi olacağının ilk işaretidir; ama içerisinde gizli bir soruyu da barındırır. Aralarından biri cevabı bulduğunda henüz bir iki işlem yapabilmiş ve tarihin her döneminde daha kalabalık olan diğer çocuklar ne yapmalıdır?
Michael Albert Mümkün Ütopya adlı kitabında, bizi yaşanabilir bir toplum için mümkün olabilecek stratejiler bağlamında bir yolculuğa çıkarır. Kitabının yazılış stratejisini de şöyle belirler. Kitabı üç ana bölüme ayırır. İlk bölümde Fikirlerimiz başlığı altında toplumun bir tanımını yapar. Bizler bir arada yaşama motivasyonuyla oluşturduğumuz ilişkiler bütününün parçalarıyız der.
Michael Albert hükümet, ekonomi, akrabalık ilişkileri ve kültür olmak üzere dört ana başlık belirler. Bu kavramlar kendi içinde dönüşüme açıktır. Öte yandan birbirleriyle her temas ettiğinde kendini yeniden şekillendirir. Yazar aynı tuvalin eskizleri olarak gördüğü bu başlıkları bize önce tanımlar, sonra da bu dört kavramın gelişim sürecine tanıklık etmemizi sağlar. Örneğin; hükümet kavramı mevcut düzen içerisinde saklı tüm tahakküm biçimlerinin birer yansımasıdır. Akrabalık ilişkileri ise cinsiyet tanımına bağlı olarak tarihin verili bir anında belirlenen kadın, erkek, birey ya da toplum tanımlarının toplamıdır. Kültür ise tanımı yapılan ilişkiler bütününün, eskilerin tabiriyle ikbâli de idbârı da gören bütün veçhelerini gözler önüne serer.
Yazar ve aktivist kişiliğinin yanında bir ekonomist olan Michael Albert, ekonomi kavramına ayrı bir önem atfeder. Bu kavramı kitabın ikinci bölümünü oluşturan Amaçlarımız bölümünde derinlemesine inceler. Ele aldığı başlıca konular katılımcı ekonomi, özyönetim, ücret politikası, çeşitlilik, gelir dağılımı, katılımcı siyaset, interkomünalizm, ekoloji ve feminizmdir.
Saydıklarımız dışında başka konulara da değinir Albert. Bunu yaparken kitabında belirlediği strateji, bizim görece anlamakta zorlanacağımız bu kavramları mümkün olan en sade şekliyle açıklamaktır. Basit örnekler verir, birbirine benzeyen konuları tâli yollardan ustalıkla birleştirir, günümüzden örnekler vererek tarihsel süreci günümüzün problemleriyle genişleterek gözler önüne sürer. Ayrıca her bölümü bitirirken yazdığı Sonuç kısmında bahsi geçen konulara toparlayıcı açıklamalar getirir.
Ütopya kelime anlamı olarak “yok yer” demektir ve dünya dillerine Yunancadan geçmiştir. Thomas Moore 1516 yılında kaleme aldığı aynı isimli eseri, Ütopya kavramına bugün sahip olduğu anlamı kazandırmıştır. Hayal edilen, özlenen ya da istenilen siyaset ve toplum düzeni. Günümüzde ifade ettiği anlamıyla idealize edilen bu düzene ulaşmak pek mümkün değildir. Örnek olarak Ütopik kelimesinin içinde barındırdığı mümkün olmama vurgusunu düşünebiliriz. Peki o halde Michael Albert kitabının ismini Mümkün Ütopya koyarak bize ne anlatmak istemiş olabilir?
Tam bu noktada Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel’ in meşhur sözünü hatırlayalım. “Bir çizginin bitimini bilmek demek, o çizginin ötesindeki boşluğu da bilmek demektir” der Hegel. Michael Albert’ın kitabında verili düzeni tüm ayrıntılarıyla açıklamasının arkasında da aynı fikir yatar. Mümkün olmayanı mümkün kılmak, mevcudun ötesini hayal edebilmek için önce içinde bulunduğumuz durumu bütün olasılıklarıyla analiz etmek gerekir. Ancak bu sayede gerçekleştirilebilecek hayaller kurabilir, Foucaultcu bir söylemle içinde bulunduğumuz akvaryumun dışından düşünebiliriz. Bu noktada şu soru akla gelebilir; tüm bu hayaller tarihte defalarca elimizden kayıp gitmişse, neden hala bir ütopya düşlemeliyiz?
Ünlü düşünürlerden yardım almaya devam edelim. Bu sefer ki durağımız İskoç düşünür David Hume. “ Tekrar, tekrarlayan nesnede hiçbir şey değiştirmez, ancak onu temaşa eden zihinde bir şeyleri değiştirir”. Michael Albert da görünüşe göre böyle düşünmektedir. Hayal kurmayı tekrarladığımız sürece ilk anda mevcut şartların kendisini değilse de sürece bakışımızı değiştirebilir, kendimize yeni çözümler bulabiliriz der.
Bu noktaya kadar anlatılanları özetlemeye çalışalım. Michael Albert bize önce insanlık olarak meydana getirdiğimiz bazı temel kavramları hatırlattı. Bu kavramlardan hükümet, ekonomi, akrabalık ilişkileri ve kültürü ön plana çıkarttı. Daha sonra da bu fikirlerimiz için belirlediğimiz yöntemleri çeşitli başlıklar altında inceledi. Peki tüm bu birikimi ve yaklaşımlarımızı uygulanabilir bir stratejiye dönüştürmek istersek ne yapmamız gerekir? Bir yöntem belirleyip gerçekleşmesini beklemek seçeneklerden bir tanesi. Yoksa bir stratejiyi yaşattığı deneyim açısından ele alıp onu yaşayan, organik, dönüştürülebilir bir yapı olarak mı kabul etmeliyiz? Albert tam bu noktada bir düşünce yerine bir duyguyu ön plana çıkarır, ihtimallerin yarattığı heyecan…
Bugün yapılan araştırmalar sonucunda yaşayan ilk insanların, hayatlarının önemli bir bölümünde avlanmak yerine toplayıcılık yaparak hayatta kaldıklarını biliyoruz. Fakat, ilk insanlar mağara duvarlarına yaptıkları neredeyse tüm çizimlerde bize nasıl avlandıklarını anlatmış, yiyeceklerini nasıl topladıklarını değil. Bu durumun başlıca sebebi olarak, insanların onları en çok etkileyen olayları yansıtmak istemesi gösterilmektedir. Arkaik bir refleks olarak da kabul edeceğimiz bu duygu yoğunluğunu yansıtma, bir olayın en can alıcı bölümlerini anlatma çabası Michael Albert’ın kitabında da görülür.
Son bölümde Yöntemlerimiz başlığı altında Albert bize izlenilmesi gereken yolları büyük bir heyecanla arka arkaya sıralar. O da ütopya üstüne düşünen her insan gibi bizi en çok etkileyecek olanın, köklü bir değişimin, farklı olanın, devrimin peşindedir. Yazının başında bahsettiğimiz hikayedeki hiç bir çocuğu dışarda bırakmadan hem de. Herkes için en iyi çözümü üretme peşindedir. Bu çözümün de strateji üretmekten vazgeçmemek, verili tüm bilgiler ışığında bu stratejileri genişletmek olduğunu belirtir.
Belki de Mümkün Ütopya en çok da bu heyecanı yansıttığı, kendini imkansız görüneni herkes adına mümküne çevirmenin imkanlarını göstermeye adadığı için okunmalı..
|
Okuma önerisi!Doğuş Sarpkaya’nın incelemesi; “Kapitalizm Yaşayan Ölülerin Gecesidir”
|
- Ütopya: İmkansızın Stratejisi - 2 Temmuz 2018
FACEBOOK YORUMLARI