“Vahşi zevkler”den vazgeçişin romanı: Vejetaryen

Vejetaryen, bir vazgeçiş romanı, evet ama aynı zamanda bir karşı duruş ve bir anlamda da bir kabulleniş romanı…

Han Kang’ın Vejetaryen romanı çarpıcı bir cümle ile başlıyor: “Karım vejetaryen oluncaya dek onun özel bir insan olduğunu hiç düşünmemiştim.” (9).  Yonğhe’nin kocasının anlatımı ile şekillenen ilk bölüm, tamamen Yonğhe’nin vejetaryen olması ve bunun sonrasında kendisinin ve kocasının hayatının nasıl değiştiğini ele alıyor. Tam bu noktada, bu bölümde başlayan ve kitabın tamamına yayılan bir belirsizlik hissi var. Yonğhe vejetaryen olma kararını nasıl almıştı? Buna cevap olabilecek tek nokta Yonğhe’nin gördüğü rüyalar olabilir. Ama başkarakterimize, okur olarak, hep bir dış gözle baktığımız için bu süreci detaylarıyla kavrayamıyoruz ya da Yonğhe’nin iç hesaplaşmasına tam anlamıyla tanık olamıyoruz. Bu da Yonğhe’nin vejetaryenliğinin hep gizemini koruyan bir durum olarak kalmasını sağlıyor. Bize de başkarakterin etrafında olan karakterlerin tedirgin, tekinsiz ve huzursuz hislerini miras bırakıyor.

Bu belirsizlik hissi aslında üzerine uzun uzun düşünülmesi gereken bir nokta ve biraz da romanın teknik kısmına ait olan bir kısım. Ben bu gibi teknik bir meseleye odaklanmaktansa Yonğhe’nin hayata karşı duruşunu sergileyen ve kendine has olan vejetaryenliğine odaklanmayı tercih ediyorum. Her ne kadar vejetaryen olarak başlasa da kademe kademe veganlığa daha sonrasında da herhangi bir besin almamaya kadar sürdürüyor yolculuğunu. Bu yüzden, buna verebileceğim tek isim ‘vazgeçiş’ gibi geliyor bana. Vazgeçmek deyince de aklımıza hep kötü çağrışımlar geliyor ama burada da tam aksi bir durum söz konusu. Çünkü Yonğhe yaşamını bu vazgeçiş üzerinden tanımlamaya başlıyor. Öyle ki eniştesi onun için şu şekilde düşünüyor: “O kadına dair herhangi bir şey varsa o da her zamanki gibi et yememesiydi.” (61)  Kendi karakterinde başa çıkamadığı yanlarıyla başa çıkmaya çalışıyor ve başa çıkma yöntemi olarak da vazgeçiş yoluna gidiyor.

Bu vazgeçme durumunu düşününce aklıma Tolstoy’un et yiyicilik üzerine yazdığı şeyler geliyor: “Yeryüzündeki herhangi bir insanın ahlâklı bir yaşam sürmeye başlaması ya da hiç olmazsa bu yola girmesi için her şeyden önce kötü yaşamından vazgeçmesi ve o kötü yaşamın koşullarını ortadan kaldırması gerekir.” (43) Yonğhe de benliğindeki bu vahşi taraftan kurtulmak için herhangi bir şey yemeyerek direniyor. Tabii bunu ne kadar ahlâk adına yapıyor, bu farklı bir yazının konusu olabilir ancak bir şekilde kendisi ile barışabilmek için kendini bu “vahşi zevkler”den yoksun bırakıyor. Bu noktada, Tolstoy’un önerdiği yolu uyguluyor denebilir. Çünkü ahlâklı bir yaşam için Tolstoy’un öğütlediği şey bir perhiz türü, kendini mahrum etme: “İnsanın kendisini bir şeyden yoksun bırakmadan ahlâklı bir yaşam sürmesi mümkün değildir.” (49). Yonğhe de bu yolda devam ederek ihtiyaçlarını en aza indirgiyor, hem de sadece suyu ihtiyaç olarak benimseme derecesine kadar. Hem bu ihtiyaç tutumu, hem gördüğü rüyalardaki vahşet teması göz önünde bulundurulduğunda Yonğhe’nin bir şeyler yemeyi –Tolstoy- gibi “vahşi zevk” olarak gördüğünü söylemek mümkün olabilir. Ve Tolstoy’un şu cümlesi de Yonğhe’nin tutumunu özetlemeye yetecektir kanımca: “İhtiyaçları gidermenin bir sınırı vardır, ama zevkin sınırı yoktur.” (53)

Kadının kendini bu şekilde tanımlaması ve hayatını tamamen bu karara göre devam ettirmesi kolay olmuyor elbette. Çünkü içinde yaşadığımız dünya et yemenin sıradanlaşması üzerine kurulmuş. Yonğhe’nin etrafındaki karakterler de -özellikle anne ve babası- bu sıradanlığın katı savunucularından. Ancak fark edemedikleri bir nokta var: Sıradan olmak; doğal olmakla ya da kötü olmamakla aynı şey midir? Bunu açıklamak için yine Tolstoy’un alıntılarına dönmek istiyorum. Tolstoy bu sıradanlığı şöyle yorumlar: “Biz ise gündelik yaşama aykırı olan bir eylemin doğal da olamayacağını ileri sürerek kendi kötü davranışımızı haklı çıkarmaya çalışıyoruz.” (43). Tam bu alıntıda da bahsedildiği gibi Yonğhe artık bu ayrımın farkındadır. Ve sıradanlığın içindeki vahşi, kötü tarafı görmüş bundan vazgeçmeye yönelmiştir. Bu durumdan dolayı da artık diğerlerinden tamamen farklıdır ya da bu yüzden kitabın daha ilk sayfasında, kocası, onun ayırt edici özelliğinin bu vazgeçişin kendisi olduğunu söylemiştir.

Ölüm Güzelliği: Dinginlik ve Huzur

Kitabın son kısmında Yonğhe’nin akıl hastanesinde yatması aslında kendi içerisinde bir paradoks yaratır. Anlatıcı, Yonğhe’nin ablasının düşüncelerine odaklanır ve son bölüm bu doğrultuda şekillenir. Biz de, ablanın gözünden, Yonğhe’nin kendi içerisinde ne kadar huzuru bulduğunu ne kadar kendi yaşantısına dair bilgeleştiğini görürüz. O sadece toplumun sıradanlığının dışında olduğu için algılanabilmekte zorluk çeker. Bu yüzden akıl hastanesi gibi bir mekânın kullanılması tam da ana karakterin içindeki bilgeliğin ve bunun karşısındaki toplum algısının çatışmasını ortaya koyar. Ablası, kardeşine baktığında aydınlık bir yüz görür: “Yonğhe’nin yüzünü uzun bir aradan sonra, hayır, belki de ilk kez bu kadar aydınlık görüyordu.” (127). Sanki dinginliği, iç huzuru ve bilgeliği yüzünde tezahür ediyor gibidir. Yonğhe aslında aradığı o mistik arayışı tamamlamıştır ve artık ne olmak istediğinin bilincindedir: “Vücudumda yapraklar yeşeriyordu, ellerim kök salıp… toprağın altına doğru uzanıyordu. Durmaksızın, durmaksızın… Kasıklarımda çiçekler açmaya çalıştığı için bacaklarımı açtım, genişçe açtım ama…” (127) O artık insanın sıradan dünyada benimsediği vahşi yanından vazgeçmiştir ve doğayı benimsemiştir, doğaya kucak açmış, onunla barışmıştır kendi benliğinde. Öyle ki insanlar, onu –yemek yemediği takdirde öleceğini söyleyerek- ölümle bile korkutamazlar. Çünkü o, verdiği karar ile beraber ölümle de barışmıştır ve onlara sadece şu cevabı verir: “Neden, ölmek kötü bir şey mi?” (135)

Kitabı kapanışıyla tekrar bir değerlendirince bunun sadece vejetaryenlik üzerine bir metin olmadığı netleşiyor. Bir vazgeçiş romanı, evet ama aynı zamanda bir karşı duruş ve bir anlamda da bir kabulleniş romanı… Yonğhe sıradanlığının içindeki vahşeti görebilmiş ve bunu değiştirebilmiş bir karakter. Bu yüzden sıradanın dışındaki yaşam tutumlarını fark edebilmek ve onları bir nebze bile olsa anlayabilmek için Vejetaryen iyi bir rehber kitap. 

KAYNAKÇA
Kang, Han. Vejetaryen. Korece aslından çeviren Göksel Türközü, April Yayınları, 2017.
Tolstoy, Lev Nikolayeviç. Vahşi Zevkler. Çeviren Dominik Pamir, Kaos Yayınları, 2014.

  • Vejetaryen
  • Yazar: Han Kang
  • Çeviri: Göksel Türközü
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2016
  • Sayfa Sayısı: 160 Sayfa
  • Yayınevi: April Yayıncılık
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Netflix dizisi Altered Carbon’un uyarlandığı kitap Değiştirilmiş Karbon yakında raflarda!

Read Next

İnsan Türünün Kısa Bir Tarihi; Hayvanlardan Tanrılara Sapiens

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *