Sırça Köşk sonunda umut taşıyan çok kuvvetli bir sistem eleştirisidir. Halk elleriyle inşa ettiği şeyin ne olduğunun farkında bile değildir. Kendi ürünü olmasına rağmen onu sorgulamaz, onunla ilgili düşünmez; beyni, gözü, dili alınmış bir baştır onunki artık.
Yasaklardan, özgürlüklerin nasıl birer birer ortadan kaldırıldığından sıkça bahsettiğimiz bu günler, Sabahattin Ali’nin ölümünün ardından geçen yıllarda pek de bir şeyin değişmediğini gösteriyor.
Bu ülkede, nasıl ve kim tarafından öldürüldüğü belli olmayan binlerce “sakıncalı”dan biridir o… Öyle yaşlılıktan, hastalıktan, yatağında usul usul ölmedi Sabahattin Ali. Son kez hapse girmeden önce yeni kitabı yayımlanmıştı: Sırça Köşk. Kitap, yayımlanmasının ardından dönemin Bakanlar Kurulunca yasaklanarak toplatıldı. Toplatma kararın gerekçesi kitabın “devlete bir başkaldırış” niteliğinde görülmesiydi. Devlet, Sabahattin Ali’nin altı sayfasından korktu… Sırça Köşk, O’nun son kitabı oldu. Sabahattin Ali bunun hemen ertesinde, kaçmaya çalışırken Bulgaristan sınırında öldürüldü.
Aslında ölümü hala bir muamma. İşkence sonucu öldürülmüş olabileceğine ilişkin ipuçları oldukça kuvvetli. Biz ölümüne dair; katili olduğu iddia edilen kişinin MİT’e çalıştığını itiraf eden bir astsubay olduğunu, “milli duyguların yarattığı” haksız tahrik nedeniyle sadece dört yıl ceza alıp aftan yararlanarak neredeyse hiç cezaevinde yatmadığını, bir mezarın bile Sabahattin Ali’ye çok görüldüğünü biliyoruz. Bir de ölümüne giden yolu…
Sırça Köşk’ü okuduktan sonra birilerinin Sabahattin Ali’ye neden düşman olabileceğini anlıyor insan. 1944-1947 yılları arasında yazdığı öyküler-masallar bir araya getirilerek toplanmış bir kitap “Sırça Köşk”. Aralarında en öne çıkan ise kitaba adını veren masal, hiç bir iş yapmadan boş gezen üç arkadaşın bir şehre gelişiyle başlar. Geldikleri yer o ülkenin başşehridir. Öyle bir başşehir ki herkesin didinip çalıştığı, kazananın kazanamayana destek olduğu, zorbalığın uğramadığı, efendisiz, uşaksız… Bu üç arkadaş orada yaşayanları bir sırça köşkün elzem olduğuna ikna ederler. Halk bir sırça köşk inşası için seferber olur, neyi var neyi yoksa ortaya döker. Sırça Köşk’ün inşası biter, üç yabancı yerleşirler ama ihtiyaçları ve istekleri bir türlü bitmez. Halk zulme uğramaktadır; sonunda elinde avucunda bir şey kalmaz. Yabancılar zorbalıkla halkın elindekini almaya başlasalar da artık verecek bir şeyin kalmadığını görürler. Halktan almış oldukları koyunların kellelerini, beynini ve gözlerini çıkarıp, dillerini kesip halka dağıtırlar. Bir kişinin “ne edeyim ben böyle kelle ile” deyip kelleyi omzunun arkasından fırlatmasıyla Sırça Köşk’te gedik açması bir olur. Nihayet herkes elindeki kelleleri Sırça Köşk’e fırlatmaya başlar. Halk “yıkılmaz, sarsılmaz” dediği Sırça Köşk’ü tuzla buz eder, içindekiler cam kırıkları arasında ezilir.
Sırça Köşk sonunda umut taşıyan çok kuvvetli bir sistem eleştirisidir. Halk elleriyle inşa ettiği şeyin ne olduğunun farkında bile değildir. Kendi ürünü olmasına rağmen onu sorgulamaz, onunla ilgili düşünmez; beyni, gözü, dili alınmış bir baştır onunki artık. Biraz çaba ile bilebileceği gerçekleri görmez ama sonunda kendi kurtuluşunu kendi getirir; direnerek, mücadele ederek her şeyin değişebileceğini, kudretine inandırıldığımız şeylerin bizim elimizle ortadan kaldırılabileceğini anlatır Sabahattin Ali. Sırça Köşk’ün yasaklanması da bu yüzdendir…
Kitabın geneline baktığımız zaman Sabahattin Ali’nin güçlü tahlil yeteneği ve politik kimliği sayesinde ortaya çıkardığı hayat olaylarını görüyoruz. Yaşama, ülkenin durumuna dair ne varsa öykülerde de onu bulmak mümkün. Karakterlerin her biri geçip bir romanın baş köşesine oturabilecek kuvvette. “Vatan haini” addedilip karakolda işkence görenler, okuldan alınıp çocuk yaşta zorla evlendirilen, şiddet gören ama hayatının kararlarını verebilen, tek başına çocuk büyüten; masalda da olsa kendini halkına, halkının mutluluğuna adayan mücadeleci kadınlar , Anadolu’nun yoksul, ezilmiş insanları; yevmiyesinin peşinde koşan deniz işçileri, tedavi olamayanlar, hastanede rehin tutulup hayatını kaybedenler…Bunun yanında modernleşme çabasında bir Türkiye. Sabahattin Ali tüm bunları birkaç sayfada önümüze koyuveriyor.
“Niye hep acıları yazıyorsun?” diye soruyorlar; “Bahtiyar Köpeği” anlatıp “herkes onun onda biri kadar mutlu olsun, ben de onları yazayım” diyor. Bizi Sabahattin Ali’ye dost hissettiren, ortak hayalimiz olan dünya yoktur henüz. Gördüğü gerçeklerde acı, mutsuzluk vardır. Sorununun adını koyar ve çözümü de gösterir; elbet yıkılır bütün Sırça Köşkler…
|
- “Burada Kalmak” ister misiniz? - 12 Temmuz 2018
- Sadeliğin güzelliği: Bir Kırık Segah - 16 Haziran 2018
- Toni Morrison’dan cesur bir adım; Sula - 10 Haziran 2018
FACEBOOK YORUMLARI