Ademhan Esen ikinci öykü kitabı Harfler Bizi Terk Etmeden’de, kitaplara, sayfalara, paragraflara, cümlelere, sözcüklere, hecelere nihayetinde harflere bile sığınılabileceğini anlatıyor.
Yanılgı ve pişmanlıklarımızın; yalan ve uydurmalarımızın; hasret ve sılalarımızın üzerinden önü balonlarla kaplı bir dozerle geçiyor.
Bütün bu kasvetli havanın içinde bizlere bir nevi hayatın reklamını yapıyor. Tabii ilk kitabı Ağrı Kesici’de olduğu gibi yine minik oyuncakları, tatlı oyunları ve ufak şakaları var, üstelik bu kitapta daha da fazla. Sıradanlıktan fersah fersah uzak bu öyküler, zarif, akıcı ve yer yer mizahi ama en önemlisi de samimi bir üslup, içten bir ses…
Ademhan Esen’le ilk kitabı Ağrı Kesici’den bir yıl sonra kaleme aldığı Harfler Bizi Terk Etmeden isimli öykü kitabını konuştuk.
-
Harfler Bizi Terk Etmeden bir kitap için çok güzel bir isim ve hakikaten ilgi çekici. Kitabı henüz eline almamış okurlar kitapta yürüyen harflerle mi karşılaşacaklar?
Teşekkür ederim ama kitabın içinde “Harfler Bizi Terk Etmeden” isimli bir öykü yok. Buradan yola çıkarak okurların neyle karşılaşacaklarını değil, neyle karşılaşmayacaklarını söyleyebilirim. Fakat yine de “Harfler Yürümeye Başladı” diye uzun bir öykü var, bu öyküde kutsal eski tekerlek kaşara ve ulu nar ağacına gereken ihtimamı göstermeyen bir mahallenin alfabesinden harflerin teker teker gittiğini göreceğiz.
-
Öykü anlatımını betimlemeden öteye taşıdığını söyleyebilir misin? Çünkü her şey o kadar hızlı gelişiyor ki.
Aslında hızı sevmiyorum. Hatta hızın, hazzın tadını kaçırdığını düşünüyorum. Gelgelelim niyeyse öyküler deli dehşet bir hızla akıyor. Bir şeyleri bir yerlere taşıma gibi bir gayem de yok, okumak istemeyeceğim hikâyeleri bulup anlatıyorum.
-
Bir dakika, burada ilgi çekici bir saçmalık var…
Şöyle söyleyebilirim: Okumak istediğim hikâyeleri bir şekilde bulup okuyabiliyorum. Okumak istemeyeceklerimi ise yazıp okumuyorum. Bu bağlamda zihnime bir pranga vurup belleğimi diri tutuyorum.
-
Okuru da küçümsüyorsun…
Asla! Aksine okuru taltif ediyorum. Bu hikâyelerden daha fazla hoşlarına gidecek tonlarca öykü var, arayıp onları bulsunlar diyorum. Bu öyküler kurtuluş değil, kaçış!
-
Pekâlâ, belleği diri tutmak, dedin…
Demez olaydım…
-
Şöyle devam edelim öyleyse, öykülerinde belli bir kaygı güdüyorsun. Sürekli kitap okutmaya çalışıyor, her mahalleye bir kütüphane istiyor gibisin.
Bunu tam olarak bu şekliyle istiyorum. Her mahallede eczane varsa, manav varsa, bakkal varsa, kütüphane de olacak!
-
Mesela bir öykünde şehir ışıklarını açıp kapamaktan sorumlu bir adama yatmadan önce iki dakikalık öyküler okutuyorsun. Toplumda eksikliğini hissettiğimiz bir konuda edebiyatı ve kurguyu kullanarak ürettiğin bir çözüm müdür bu?
Eksiklik dersek, tam da az önce bahsettiğin okuru küçümseme gafletine düşeriz. Okuru küçümsemek nedir? Ben de bir okurum, babam da okurdu, dedem de okur… Kendimizi küçümseriz.
-
Eksiklik değilse nedir o zaman?
Bu, ruhsuzluktur. Kiminin huzur eksikliği olur, kiminin yemek. Önemli olan ruhtur. Ben okurlar olarak ruhsuz olduğumuzu düşünüyorum. Kitapların ruhu vardır, onları sömürerek benliğimize ruh, var oluşumuza anlam katarız. Lakin öyle ruhsuzuz ki, hazır kitapları bile karadelik gibi içimize çekiyoruz okurken. Kitapları kıvırıp sayfaları hızlıca geçtiğimizde yüzümüze bir hava çarpar, işte o havayı ruh sanıp içimize çekiyoruz, “Ohh, kitap kokusu!” diyoruz.
-
Değil mi?
Yoo, öyle. Sadece koku, fazlası değil. O kitapta harfler yerine çizgiler olsaydı da; saman, hamur ve mürekkep öyle kokacaktı. Ruh, metinlerde.
-
Peki bu vesileyle bir şeyleri yeniden mi yorumluyorsun?
Hayır, sadece düşündüklerimi söylüyorum.
-
Onu diyorum işte, düşündüklerin ve söylediklerin, bir edebi metni yeniden yorumlamayı mı işaret ediyor?
Hayır, etmiyor; yok yok, ediyor. Bilmiyorum. Kafamı karıştırma. Soruyu anladığımdan emin değilim.
-
Şöyle sorayım, Kırmızı Başlıklı Kız masalı mesela, o hikâyenin ruhu neresinde?
Haa, şimdi anladım galiba. Kırmızı Başlıklı Kız hikâyesinin ruhu, kurdun söyleyeceklerinde saklı kalmış bence. Picky, bilirsin Kırmızı Başlıklı Kız’daki kızın ismidir. Picky’e güvenim sonsuz ama o hikâyeyi bir de kurdun ağzından dinlemek lazım.
-
Bahsettiğim buydu. Fakat sanırım yanlış bir örnek oldu.
Fark ettim ben de, yanlış bir örneği ironiyle tamamladım.
-
O zaman artık şunu konuşalım: Dergilerde vs. yerlerde öykülerini görünce “Ademhan Esen” ismiyle bağdaştırmak zor olmuyor artık. İkinci kitapla birlikte güzel bir üslubun da var. İlham aldığın, esinlendiğin isimler kimler Ademhan? Şunun için soruyorum, bırak Türk Edebiyatı’nı Dünya Edebiyatı’nda bile azınlık sayılacak bir anlatıyı tercih ediyorsun…
Konuşalım. Konuşalım ama bana burada isim saydırma. Kitaplarda zaten yeterince bahsediyorum. Salman Rushdie’yi, Marquez’i, Foer’i, Mann’ı, Böll’ü, İbsen’i, Assis’i, Asturias’ı Saramago’yu, Keret’i, Lydia Davis’i, Zelda’yı, Zadie’yi, Roy’u okuyacağız. Şimdi, bu saydığım hanımlar ve bayların azınlık sayılacağını mı söylüyorsun? Çünkü ben onları taklit ediyorum.
-
Nasıl bir taklit bu?
Şöyle, mesela Salvador Plascencia’nın “Kâğıt İnsanlar” diye korkunç bir romanı var. Efsane! O kitapta Merced isimli küçük kız, misket limonlarına bayılıyor. Ben misket limonu yememiştim ama o kitabı okurken, misket limonunu hiç tarif etmemesine rağmen canım çekti. Bu hikâyeyi de anlatma borcum vardı, ödemiş olayım. Benim yapmak istediğim de bu, eğer biri hikâyeler dinlemek isterse canı başka bir şeyler çeksin. Üslubum da, tarzım da, ekolüm de bu. Böyle bir taklit.
-
Son olarak, seni tanımayan yahut sadece öykülerini okuyan birine anlatmak istesek Ademhan kimdir, ne iş yapar, geçimini ne yolla sağlar? Padok mu süpürür yoksa Büyükada’da fayton mu kullanır? Bize anlatır mısın?
Ademhan, dolu vakitlerinde roman okur, boş vakitlerinde hikâye yazar. Geçimini ne yapacaksın? Editörlük, reklam ve proje yazarlığı yapıyorum. Ama yaptığım her şeyin, insan hayatı karşısında ne kadar sonuçsuz, ne kadar anlamsız olduğunun bilincindeyim. O yüzden dolu vaktimi de boş vaktimi de kitaplara ayırmak istiyorum. Ben ölünce mezar taşımı da kitaplardan yapın, şeffaf epoksiyle kaplayın kitapları, başucuma dikin.
-
Kıymetli vaktini ayırdığın için çok teşekkür ederim.
Rica ederim. Kızmıyorsun değil mi?
-
Hayır, estağfurullah. Bir de kitap kapağını ben çok beğendim, onun için de ayriyeten tebrik ederim. Güzel işçilik ve şahane fikir.
Harfler bizi terk etmeden, demiştik. Orada etmek üzere görünüyorlar. Bence de güzel kapak.
|
- Çeviri Konuşmaları 2: Algan Sezgintüredi - 19 Ekim 2018
- Çeviri Konuşmaları 1: Yiğit Yavuz - 7 Ağustos 2018
- Dizelerinde Gömülüdür - 4 Ağustos 2018
FACEBOOK YORUMLARI