Agatha Christie’nin Halen Polisiye Romanın Kraliçesi Olmasının Sebebi

Agatha, deneyimlerinin kitaplarında gölge düşürmesine izin verebilir ancak onlarla arasına her zaman mesafe de koyabilir: yazdıklarını aşıladı ama etkilemedi.

Yazar: Laura Thompson | Çevirmen: Zeynep Ece Eğilmez

Gizemin Meşhur Ustasının Derinlemesine İnsan Bulmacaları

Harika bir espri: Agatha Christie cinayete meraklı değildi. Diğer cinayetlerden farklı olan, şiddet eyleminden ziyade insan dinamiğine ilişkin “İngiliz cinayeti”ne meraklıydı. O, cinayetin, kan revanın ve kederin etkilerini göstermekte başarısız olduğu için sürekli eleştirildi ama Christie doğal olarak bunları göstermiyor çünkü onun işlediği asıl konu bunlar değil. Aynı şekilde, anlattığı cinayetlerin gerçek hayatta asla olamayacağı söylenmiştir. Gerçek hayatta kimse ne kurbanlarını, onların kafasına pencereden bir el değirmeni atarak öldürür; ne eşlerini bir ceset kılığına sokarak kendilerine bir mazeret gösterir ne de bir güvertede koşturup dururken kendi bacağına sıkarak kendisini aciz göstermeye çalıştığı bir cinayet planı yapar. Böyle şeyler olmaz. Zaten Agatha da bunların gerçekten olabileceğini hiç düşünmedi. Bir insan neden Agatha’nın bu olay örgülerini inandırıcı olaylar olarak gösterilmesini hedeflediğini düşünsün ki? O olaylar çözülmesi gereken bir bulmaca, “canlandırılmış cebirdi.”

Raymond Chandler’ın On Küçük Zenci adlı kitaba yaptığı eleştiriler tamamen yerinde: “Bu, her zamanki gibi okuyucunun eksiksiz ve edepsiz bir şekilde aldatılması suçudur. Çoğunun sadece şans eseri olan ve bazılarının da aslında imkansız olan bu suçların işleniş şeklini hiç kurcalamayacağım bile.” Bunların hepsi doğru, ama bir bakıma da tamamen önemsiz. Agatha Christie’nin bulmacasının, cinayetin kendisiyle hiçbir alakası yoktur: Bir cinayetin fiziksel olarak neredeyse imkansız olabileceği gerçeği bulmacayı etkilemez. Bu noktada gerçekle karşılaştırılması gereken değil, çözülmesi gereken bir olay vardır. Ve çözülen şey cinayet eylemi değil, insanların dinamiğidir. Okuyucunun netlik istediği noktalar şunlardır: şüpheliler, karakterler ve kişiler. Şimdi bu, tabii ki, Agatha Christie’nin duygu ya da karakterlerin iç yüzünü anlamadan zekice bulmacalar yazdığıni iddia eden kabul görmüş argümanın tam tersi. Kitapları hala okunuyor çünkü okuyucular bulmacaları çözmek istiyorlar; çözenler, kitapları tekrar okumuyorlar, okusalar bile bunun nedeni hizmetkarların mahcup olduğu, kadınların ise duygularını açıkça göstermediği yok olmuş bir dönemin imgesine suçluluk duyarak hayran kalmalarıdır.

Hal böyleyken bu nasıl doğru olabilir? John Dickinson Carr (“kilitli oda” gizemlerinin yaratıcısı) gibi, Margery Allingham (böyle şık bir ifade yazabilen: “O onurlu bir şekilde şaşkın görünüyordu, Spanyel türü bir köpeğin beklenmedik bir şekilde bir Dodo kuşunu kurtarışı gibi.”) gibi ve hatta (kendine has tarzıyla muazzam) Sayers gibi zeki polisiye yazarları piyasadan silinmişken, Agatha’nın kitapları nasıl günümüze kadar gelebildi? Dünyanın yarısı cinayeti işleyenin anlatıcı, karakterlerin tamamı veya polis olduğunu bildiği halde, bu gerçekten bulmacanın kalitesinden kaynaklanıyor olabilir mi? Bulmacada yer alan, çoğu zaman görünmez olan ve yine de hissedilen bir şeyden kaynaklanıyor olabilir mi bu?

Bu disiplinli geometrik yapıyı destekleyen ve sağlamlaştıran Agatha’nın -diğer eserlerinde de çok güçlü olan- hayal gücünün kalitesi değil mi? Doğu Ekspresinde Cinayet adlı kitapla özdeş bir fikre dayanan A Certain Justice [Keskin Adalet] kitabının yazarı P. D. James der ki: “Evet, her zaman görünenden daha fazlası olduğu hissine kapılırız.” Her iki kitap da yasallığın adaletle olan problemini gündeme getiriyor: çözüm talep eden kitapların içinde çözümü olmayan bir soru. Eğer bir çocuğun katili davadan kaçmışsa, o çocuğun yakınları adaleti sağlama hakkına sahip olur mu? A Certain Justice‘de bu fikir, “bulmacanın” çözümünün küçük ve kasten kenara atılmış bir rol oynadığı  -gerçekçi, ayrıntılı, net- bir roman haline getirilmiştir; Doğu Ekspresinde Cinayet’te bulmaca ve onun çözümü romanın kendisidir, temanın tınısı belli belirsiz çizilmiş olsa da romanın temelinde, kurgusundadır ve kitabın içine işlemiştir. Tabii ki “Hepsi işin içindeydi”: Agatha’nın bu kitabında başka hangi çözüm mümkün olabilirdi ya da gerekli tatmin ediciliği verebilirdi?

O, en formunda olduğu zamanlarda -ki her zaman böyle değil- çözümün tatmin ediciliği yoğun ve şiddetli olur çünkü o, bulmacayı çözer ve insan dinamiğini çözümler. Beş Küçük Domuz gibi bir kitapta, olay örgüsü, karakterleri o kadar çok gölgeliyor ki, gizemin işleyişi insan doğasının işleyişi haline geliyor ve çözüm tamamen insan doğasının ortaya çıkarılmış gerçeğine bağlı oluyor. Ne fevkalade bir varsayım ki bir ressamın öldürülmesi gerekiyor çünkü resmini yaptığı model ona aşık oluyor ve o da modele aşıkmış gibi davranıyor çünkü resmini bitirmek istiyor! Olağanüstü, tatmin edici bir fikir. Gerçek değil ama doğru.

Ve Sıfıra Doğru kitabının olay örgüsünde yatan fikir: bir kocanın, onu başka bir adam için terk eden eşinden almak istediği intikam arzusu. Eski eşinin asılmasını sağlamaktan başka bir gerekçesi olmayan bir cinayet işliyor. Agatha bu şekilde tanımlamasa da, bu güçlü, yaman, hastalıklı fikir öyle: Agatha sadece fikrin olay örgüsü haline gelmesini sağlıyor. Sıfıra Doğru (film yönetmeni Claude Chabrol’un da olasılıklar gördüğü), dürtünün karanlığını ve sapkınlığını şüphesiz derinlemesine inceleyen, Ruth Rendell tarafından hayal edilmiş olabilen türden bir kitaptır. Katil Nevil Strange karakteri daha farklı bir şekilde yazılırdı. Ruth Rendell, katilin ruhunun içsel işleyişini açığa çıkarırdı; Agatha Christie böyle bir şey yapmaz ve Nevile gibi bir adamı analiz etmek yerine bize sadece sunduğu için Christie’nin tamamlanmış karakterler yaratamadığı söylenir. Agatha, Nevile Strange’le aslında, Raymond Chandler’ın belirttiği“sahte karakter” i yaratmış oldu. Nevile, centilmen bir tenisçi, zengin ve güler yüzlü bir amatör, Christie’yi hakir görenlerin sırf züppelik olsun diye onu kayırmakla suçlayacağı türden bir kişidir. Aslında Christie, centilmen karakteri gerçekçi bir titizlikle kavrıyor. Nevile, gerçekten kaybetmeye katlanamadığını saklamak için “sinirlenmemiş” rolü yapar; iyi yetiştirilmiş gizlenme tabakalarının altında, eski karısından intikam almak için yanıp tutuşur ve toplumsal imajı, ona bunu yapmasında yardımcı olur. Bu ifade bir anlama geldiği sürece sahte karakteri yaratan Agatha Christie değil, Nevile’in kendisidir.

Karakter gerçekten sadece “içsel işleyişi” üzerinden mi gösterilir? Tabii ki hayır; bu diğer sebeplerden dolayı Agatha’yı onaylamayan eleştirmenler tarafından yapılan lise seviyesinde bir suçlama. P. D. James der ki: “Agatha, bazen karakterize etmede görünür düz bir şekilde sade olabilir ki bu da yanlış karakterize etme anlamına gelmiyor.” Aleyhinde konuşanlar da stereotip olduğunu söyler: Bevis Hillier’in 1999’da Christie hakkında yazdığı makalesindeki gibi şöyle derler: “fakat öte yandan, birçok insan tipleme.” Ve Nevile Strange’le olduğu gibi, kitaplar en azından klişeleri desteklediği kadar onları altüst etmek de niyetindedirler: Aslında, Agatha Christie, klişeleri genellikle bizi yanlış yönlendirmek için kullanır çünkü bizim onlara inanacağımızı, ya da en azından onun inandığına inandığımızı bilir. Ölüm Oyunu kitabında, öldürülen vampir Arlena’nın, erkeklere karşı olan dayanılmazlığı nedeniyle öldürüldüğü belirtilir. Aslında Hercule Poirot’nun fark ettiği gibi tam tersi doğrudur.  “Ancak ben durumun bunun tümüyle tersi olduğunu anlamıştım. Arlena erkekleri değil, erkekler Arlena’yı tehlikeli bir şekilde çekiyordu. O, erkeklerin çabucak beğenip, yine çabucak bıktığı kadınlardandı.” Arlena, güzelliğinin erkek onayına ihtiyacı olduğunu düşündüğü için savunmasız hale gelerek ölür: pohpohlama onu her anlamda çaresiz hale getirir.

Klişenin bu ters çevirmesi düpedüz zekice ama aslında bundan çok daha fazlasıdır. Agatha’nın baştan çıkaran kadın tiplemesini saptırması bir yandan da hakikattir: Arlena gibi kadınlar, avcıdan ziyade av konumundadır. Böylece bu saptırma, kitabın tamamını yerli yerine oturtur. Karakteri çözdüğü için bulmacayı da çözer: işte bu yüzden tatmin edicidir.

Yazarın buna dikkat çekme gibi bir isteği olmadığından pek farkedilmez. Bu, yine Agatha Christie’nin son derece aldatıcı sadeliğinin bir işlevidir. Ruth Rendell’a -modern dünyanın hayran olduğu bir yazar- göre karakterin gizemleri, marazi incelemenin nesnesi iken bunlar Agatha Christie’ye göre şöyledir: dünyanın işleyiş şeklini bildiğimizi farz eder. Tüm, sözde “samimiyet” ine karşın, o görmüş geçirmiştir. Mesela zina sıradan bir durumdur. Henrietta Savernake, John Christow ile olan gönül ilişkisi yüzünden herhangi bir şekilde ayıplanmıyor. Ölüm Sessiz Geldi kitabında, asıl evlilikte iki tarafın da kendilerini başka yerlerde eğlendirdikleri kabul ediliyor. Şampanyadaki Zehir kitabında genç, güzel Rosemary Barton’ın, yaşlı ve sıkıcı kocasını aldatması gayet sıradan bir durum. (“Kendini bu “olayları” kabullenmeye alıştırdı!”) Ve birinin zina yapabilmesi cinayet işleyebileceği anlamına gelmiyor.

Agatha, deneyimlerinin kitaplarında gölge düşürmesine izin verebilir ancak onlarla arasına her zaman mesafe de koyabilir: yazdıklarını aşıladı ama etkilemedi. Bu fikrin nereden geldiğini öğrenmek zor olsa da, Agatha’nın, Archie tiplemelerini katil rolüne getirme eğilimi olduğu söylenir ama açıkçası bu, onun yaptığı türden bir şey değil.

Eğer Agatha Christie insanın yanılabilirliğini hayatın bir gerçeği olarak kabul edebilirse, yazdığı dedektifler de kabul edebilir. Beş Küçük Domuz’da, Poirot der ki: “Ben ahlak kurallarına uygun bir hayat sürüyorum. Fakat bu, benim ahlaklı bir insan olduğumu göstermez.” Uyuyan Ölüm’de, bayan Marple “harika bir alaycı” olduğu için suçlanır ve şöyle bir cevap verir: “Ah sevgili bay Reed, umarım öyle değilimdir. İnsan doğası için her zaman bir umut vardır.”

Her ikisinin de cinayeti kınaması gayet açıktır. Poirot sadece Doğu Ekspresinde Cinayet’te, öldürmenin affedilebilir bir şey olduğuna karar verir; sadece Ve Perde İndi kitabında kararsızlık gösterir. Aksi takdirde, her zaman söylediği gibidir: “Ben cinayeti onaylamıyorum.” Bayan Marple helen güçlüdür. “Açıkçası, Mark’ın asılacağını düşündükçe seviniyorum.” der, Cesetler Merdiveni kitabının sonunda.

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Paslı Bir Kelime; Umut

Read Next

Jules’ün Bağladıkları

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *