Berlin Boheminin Kraliçesi

Zurab Karumidze’nin kolaya kaçmadan kurguladığı Dagny veya Aşk Şöleni, bir femme fatale’in erotizm soslu hayatını anlatıyor.

“Dagny veya Aşk Şöleni”, okuma alışkanlıklarımıza meydan okuyan, kışkırtıcı ve şaşırtıcı bir roman. Bir zamanlar Berlin gecelerinde fırtınalar estirmiş özel bir kadının hayatından esinlenmiş, ama romanını basit bir hayat hikayesine indirgememiş Zurab Karumidze. Şamanizmin, aşkın, erotizmin, kültür ve sanatın mitolojik köklerine inen, gerçeklerle kurmacanın iç içe geçtiği çok katmanlı bir anlatı.

Zurab Karumidze, Türkiye’de çok az örneğine rastladığımız çağdaş Gürcü Edebiyatı’nın önemli bir temsilcisi. 1957 doğumlu yazar, Tiflis Devlet Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirip doktorasını tamamladıktan sonra uzun yıllar araştırma görevlisi olarak çalıştı. Hikayelerinden oluşan ilk kitabı “Opera” 1988 yılında yayımlandı. Postmodern Amerikan edebiyatı üzerine araştırma yapmak amacıyla, Fullbright bursu ile gittiği ABD’de -İngiliz dilinde yazdığı- iki kısa hikayesi ile dikkat çekti. Ardından gelen “The Winedark Sea”(2000) ve “Of Goats of Men”(2003) romanlarını -kendi dilinde- yazdı. “Dagny or a Love Feast” (2006) ile yeniden İngilizceye dönen Karumidze’nin felsefe, kültür tarihi, caz müziği, kollektif hafıza ve halk hikayeleri üzerine çok sayıda makalesi de var.

28453871

Tiflis’te üç hafta

Dagny Juel-Przybyszewska’yı merkezine yerleştirdiği “Dagny veya Aşk Şöleni” romanında, yukarıda kısaca özetlediğim hayat hikayesinde öne çıkan ilgi alanlarının edebi bir sentezini yapıyor Zurab Karumidze. Biyografi, tarih, müzik, felsefe ve kurmacayı postmodern bir anlatıyla bir araya getiriyor.

Söze, hikayenin -pek yerinde bir niteleme olmasa bile- kahramanı Dagny Juel-Przybyszewska ile başlayalım: 1901 yılında, Tiflis’te bir otel odasında başından vurularak öldürüldüğünde otuzlu yaşlarını süren Dagny, Norveçli soylu bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiş, ilk eğitimini Norveçin ilk feminist aktivistlerinden Anna Stang’dan almış, iyi yetiştirilmiş, özgüven sahibi ve özgür ruhlu bir kadın. Güzelliği ise Edward Munch’a ve diğer ressamlara modellik ettiği resimlerde açıkça görülüyor. Böyle bir kadının Avrupa’ya, o zamanlar Avrupa boheminin Paris’le birlikte en önemli merkezi olan Berlin’e ayak basması belli ki pek çok erkeğin aklını başından almış. August Strindberg ve arkadaşları -Antik Yunan’ın efsanevi kadınına benzeterek- “Aspasia” lakabını takmışlar ona. Kimileri “Berlin Boheminin Kraliçesi” olarak selamlamış Dagny’i. Edward Munch, “Onu tarif edebilmek için, onu yaşamak gerekir”, diyerek böbürlenmiş. Ama derler ya, “yüzü değil kaderi güzel olsun!..” Sonunda Polonyalı yetenekli yazar Stanisław Przybyszewski ile evlenip iki de çocuk sahibi olan Dagny’nin hayatı üçgen aşk ilişkileriyle kavga, gürültü ve skandallarla sürüklenirken bir aşığının sıktığı kurşunla noktalanmış…

Hikayemiz işte bu kadının Tiflis’te geçirdiği -neredeyse kimsenin bir şey bilmediği- son üç haftası etrafında genişliyor. Karumidze’nin amacı bilinmeyen üç hafta hakkında varsayımlarda bulunarak heyecanlı, kriminal ya da romantik bir kurmaca üretmek değil. Ne de içine toplumsal eleştiriler serpiştirilmiş bir biyografi peşinde. Daha iddalı ve provakatif bir niyeti olduğunu söylüyor;

“… diyorum ki ben Dagny Juel Przybyszewska hakkında yazmayacağım; bunun yerine onu yiyeceğim. Evet, onun etini yiyip kanını içeceğim ve bu sayede içimdeki hayvanı canlandıracağım. Felsefi açıdan konuşmam gerekirse, onu “yeniden bölgelendireceğim”. Bu yüzden bu özel kadın, aşka dair özel fikirlerim için çok özel bir yiyecek olarak yerini alacak…”

İşte bu fikriyattan hareketle, Munch ve Strindberg gibi isimlerle karşılaştığımız Berlin’i geride bırakıp Dagny ile birlikte 1900’lerin Tiflis’ine dalıyoruz. “Doğu ve Batı arasında bir evliliği” temsil eden kozmopolit bir kenttir Tiflis. Avrupa ve Asya’daki çalkantıların nabzını tutan pek çok siyasetçi ve sanatçı barındıran bir Babil Kulesi… Babil Kulesi’nde kurmaca ve gerçek kişilerle karşılaşıyoruz. Kimler çıkmıyor ki karşımıza; Kamo lakaplı genç Stalin, terorist arkadaşı Camo, “önsezileri sahip bir guru olan George Gurjieff”, Gürcü şair Vazha Pshavela ve Shota Rustaveli, pritimitivist Gürcü artist Niko Pirosmani…

Şamanizmden erotizme

Gerçek ve kurmaca karakterlerin Tiflis gecelerindeki bu renkli karışımı, hele ki geceler Dagny ile neşelendiğinde, tam bir aşk şölenine dönüşüyor. Ancak bu andan sonra Dagny romanın yegane merkezi karakteri sayılmaz. Onun yanı sıra George Gurjieff -ve felsefesi- de ağırlığını hissettiriyor. Zurab Karumidze, gece sohbetleriyle aşka erotizm, felsefeye mitoloji, Gürcü diline Bach’ın Füg Sanatı, mistisizme fantazya ekleyerek hikayesini derinleştirmiş. Elbette zaman aralığı da genişlemiş. Geçmişe bugünden bakan, roman kişilerinin karşılaşmalarını, eylemlerini ve düşüncelerini yorumlayan, zaman zaman günümüzle kıyaslayan anlatıcı da hep işin içinde. Anlatıcının aşka dair yorumlarından kısa bir örnek verelim;

“Dönemin toplumsal ve ahlâki kısıtlamaları göz önüne alındığında Dagny Juel, nezih toplumun gözünde, günümüzde Çeçenistan’daki kadın intihar bombacıları kadar yıkıcı bir etkiye sahipti. Dagny gibi on dokuzuncu yüzyılın sonlarında yaşamış bir kadının erotik bir aşk üçgenine adım atması, bir eş ve anne olarak sosyolojik ve biyolojik rolünün yıkımına; tanrıların müphem mesajlarını erkeklere ileten şeytani bir yaratık olarak doğal hâlinin tekrar yaratımına (belki de bu yüzden bazı erkekler bu denli sofudur) eşdeğerdir (…) Bana öyle geliyor ki, Dagny’nin zamanlarında bile üçlü erotizm ya da aşk üçgenleri, kadınları ortak kurallar ve standartlardan öteye taşıyarak dördüncü bir boyuta -değişim ve dönüşüm boyutuna- ulaştırıyordu. İşte aşk da tamamen bu konuyla ilgilidir: Benliğin farklılığa doğru devasa değişimi ve dönüşümü; bir yarasanın, bir yandan yalnızca kemirgen, diğer yandan da bir kuş kadar özgür olması gibi”.

Yazar felsefi ya da teorik bir açıklama yaparken bile edebi bir dil kullanmış. Okurken göreceksiniz, dilin çok daha yırtıcı, baş döndürücü olduğu, hikayeyi alıp götürdüğü bölümler de var. Anlatıdaki bu gelgitler sayesinde okuyucu ilgisini sürekli tutmayı amaçladığını düşünüyorum. Aksi takdirde; geleneksel romandan uzaklaşan, hikayeyi pek çok gerekçeyle ve dipnotlarıyla kesen, akademisyen olduğu apaçık bir yazarın ruh ve düşünce hallerini işin içine katan bir anlatıyı sürdürmek sıradan okuyucular için hiç kolay olmayacaktı.

Piyasa işi romanların verdiği alışkanlıklara sahip pek çok okuyucunun bir femme fatale’in erotizm soslu hayatı ve öldürülmesi etrafında kurgulanmış bir hikayeyi tercih edeceğinden hiç kuşkum yok. Ne var ki Zurab Karumidze’nin kolaya kaçmak gibi bir niyeti hiç yok. Zoru seçmiş; “Dagny veya Aşk Şöleni” kimi görüşlerini paylaşmasak bile, dili ve üslubu sayesinde ilgiyle okuyacağımız -deneysel- bir roman.

  • Dagny veya Aşk Şöleni
  • Yazar: Zurab Karumidze
  • Çeviren: Pelin Arda
  • Dedalus Yayınevi
  • Baskı Tarihi: 2016
  • Sayfa sayısı: 272
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Yolu İstanbul’dan geçen edebiyatçılar ve Cinlerin İstanbulu

Read Next

Bir Osmanlı Yemek Yazması KİTABÜT TABBAHİN

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *