Antik Roman, Antik Çağ’ın büyüleyici ruhunu izlenimci tarzda veren etkileyici bir roman. Yazarın adına hayat denen karmaşık, anlamsız, tesadüfi, sınırsız çokluktan bir anlam çıkarma, soyutlama yapma çabası dikkate değer.
Yaşadığımız hayatın edebiyata hiç kuşkusuz önemli etkileri oluyor. Hayattaki yeni durumlara göre yeni edebi biçimler ortaya çıkıyor. On dokuzuncu yüzyılda hayat sınırlıydı, yirminci yüzyılda bireysellik ön plandaydı, günümüzde ise karmaşık ve parçalanmış yapılarla karşı karşıyayız. Her türlü değişime rağmen edebiyatın temel malzemesi insandır. Yazarlar, değişen insanı değişen biçimlerde anlatmaya çalışıyor.
Uğur Müldür’ün A7 Kitap’tan Eylül 2019’da yayımlanan romanı Antik Roman farklı türleri kapsadığı için kategorize edilmesi zor bir metin. Sadece tarih, dil ve sosyoloji değil aynı zamanda arkeoloji ve karşılaştırmalı mitoloji analizleri de kitabın bilimsel alt yapısını oluşturuyor.Antik Roman’da zaman ve mekân düzeyinde sıçramalar ve geçmişe dönüşler var. Ancak dilsel öğeler incelikli bir uyumla bir araya gelerek izleksel bir bütün oluşturuyor. Büyük İskender’in doğumu ve Babil’de ölümü, Roma’nın kuruluşu ve Konstantinopolis’in fethi. Sinematografik bir dünya tarihi okuyoruz adeta. Müldür’ün kurguladığı dört büyük hikâye birbirinden bağımsız biçimde ama iç içe geçerek ilerliyor, bağlantıları ve ilişkileri son bölümde ortaya çıkıyor. Yazarın insanlık tarihini öznel bakış açısıyla anlaşılır kılma çabası övgüyü hak ediyor.
Antik Roman dört farklı zaman diliminde geçen dört farklı hikâyeden oluşuyor: Birincisi, tarih öncesinde başlayıp ilk şehirlerin kuruluşuna kadar giden bir macerayı ele alıyor. Tufandan kaçtıktan sonra Avrasya bozkırlarında yaşayan Sümer ailesi Ziusudra ve oğullarının serüvenini okuyoruz. İkinci hikâyede şehir kurucuları ile göçebeler karşılaşıyor. Müldür, kendisiyle yapılan söyleşide ana akım görüşün aksine avcı-toplayıcıların arasındaki ilk büyük kırılmanın ya da medeniyetinin başlangıcının tarımın icadıyla oluşmadığını vurguluyor. Her şey doğada özgürce dolaşan bazı avcı toplayıcıların şehir kurucuları olmaya karar vermesiyle başlıyor. Onları şehir kurucusu olmaya götüren dürtü maddi ihtiyaçların karşılanması değil, aksine inançları ve mitoloji dünyaları. Avcı toplayıcılar da şehirliler ve göçebeler olarak bölünüyor. Bu iki yaşam tarzı arasındaki çatışma Antik Çağ tarihinin temel dinamiğini oluşturuyor. Gittikçe güçlenen şehirliler çok geçmeden kendilerini “medeni”, göçebeler ise “barbar” olarak tanımlamaya başlıyor. Antik Çağ’da beş büyük kavimler göçü meydana geliyor. Göçebe kavimler kimi zaman şehirlilerle savaşıyor kimi zaman da şehirlere yerleşiyor. Doğu’ya sefere çıkan Büyük İskender ise barbarları bir türlü bulamayınca Doğu’yla Batı’yı birleştirmeye çalışıyor. Üçüncü hikâyede bir zamanların göçebe toplulukları, artık Batı Roma İmparatorluğu’nu yıkmış ve Avrupa’nın yeni sahipleri olmuşlar. Şehirlilerle göçebelerin arasındaki son Antik Çağ savaşı Konstantinopolis kuşatması, kahramanı da Fatih Sultan Mehmet. Dördüncü hikâyede günümüze yaklaşıyoruz. Yetmişlerde Paris’e tarih okumaya giden bir Türk gencinin hikâyesi…
Antik Roman, Antik Çağ’ın büyüleyici ruhunu izlenimci tarzda veren etkileyici bir roman. Yazarın adına hayat denen karmaşık, anlamsız, tesadüfi, sınırsız çokluktan bir anlam çıkarma, soyutlama yapma çabası dikkate değer. Zaten yaratıcı yazar çoğu zaman bu karmaşayı anlamlı hale getirmeye çalışır. Okurun zihni ise boşlukları tamamlar. Müldür, edebi bir tür olarak roman üzerinden 600-700 sayfa içinde hayatla, tarihle ilgili bir şeyler söylemek istiyor. Bir ilk kitap olarak bütün kusurlarına rağmenbunu başarıyor. “Uğur Müldür, romanında mekânda ve zamanda olmuş olan bir macerayı insanlık macerası olarak ele alıyor, hayal gücünü akıldan geçiren bir yazıya dönüştürüyor. Mekân iki nehrin arasındaki coğrafyadır. Bir tufan sonrası doğar hikâye, tıpkı Kutsal Kitap’ta anlatıldığı gibi. Güney’den Kuzey’e giden bir yolculuk, Avrasya bozkırlarından geçmiş; Batı’ya, Kuzey’e ve Güney’e yayılmıştır. Ve Ulysees gibi iki nehir arasına geri döner kahraman. Ama burada hikâyenin kahramanı tarihin ta kendisidir. Tarih hikâyenin öznesidir. Kahraman ve olaylar zamansız bir şekilde iç içe geçmiştir. Bu hikâye-tarih Doğu veya Batı tarihi değil, her coğrafyayı kaplayan bir ‘dünya-tarihi’.” diyor Ali Akay bu hacimli romana dair etkileyici yorumunda.
Antik Roman, üzerine daha çok düşünmeyi, okunmayı ve yazılmayı hak eden bir roman…
|
- Netflix Türkiye mayıs programı belli oldu - 23 Nisan 2022
- Halsey’den İstanbul konseri - 23 Nisan 2022
- Sepultura Türkiye’ye geliyor - 23 Nisan 2022
FACEBOOK YORUMLARI