Ay Tanrıçası Olapa, Tanrı Şiva, Navaho Kızılderilileri, Buda’nın rüyası… Nazan Aşkalli’nin Zambaktan Bir Masalı’nda karşımıza çıkan sürprizler…
Afrika kraliçe olduğunda Nazan’ı yanına çağırdı. Yağmuru onun için yağdırıp, bir dişi aslanı devrilmiş siyah gövdeli bir ağacın üzerine çıkardı. Aslan ona “Hakuna Matata!” yani Swahili dilinde “Her şey yolunda!” dedi. “Hadi çek fotoğrafımı!”
Biraz ötede bir Masaili kadın yalnızca çocuğu duysun diye değil, Nazan da duysun diye içinde Ay Tanrıçası Olapa’nın adının geçtiği ninniyi söylemeye başladı. Afrikalı çocuklar uyumadı yalnızca, yavru filler de uyudu. Nazan’ın rüyasındaki fillerin tozdan giysileri vardı. Tozun savrulduğu yerde bir adam kalemiyle gökyüzünü yakıyordu. Ruanda’da ormanın içindeki sisten, dev goril “Gümüş Sırt” çıkıyordu. Gözleriyle siyah ışık damlaları düşürdü avuçlarına, bulut gibi eridi gözyaşları.
Fas’ta sırt çantasını Fez Pazarı’na indirirken ayaklarına kına yaktı kader. Rüzgâr Atlas Dağları’nda küçük bir kızın saçlarına gizlendi. Kırmızı bir mürekkep balığı çıktı çölde uyuyan bir istiridyenin içinden. Sonra Şiraz’ın bütün şairleri Nazan’ın peşi sıra gökkuşağının bahçesine girdiler. Akasya salkımından kucağına düştü onun İsfahan. Gagasında iç çeken bir tespih ile havalandı yeşim bir güvercin Zagros Dağları’na doğru.
Agra Yolu’nda, o uzak Hindistan’da bir kılıç bir aşk hikâyesine karıştı. Amber Kalesi hayal kuruyordu lotus yapraklarının arasında. Bir fil Nazan’a, “Gözüme bak!” dedi, “Sana anlatacaklarım var! Ruhlar ancak Ganj’da küllerini ararlar ve Tanrı Şiva ıssız bir köprünün üzerindeki pişmanlıkları süpürür. Bu yüzden hiç pişman olmayacak gibi yaşa…”
Bu sözler üzerine salyangoz toplayanların zamanından geçti Nazan ve suyun içinde uyuyan bir ejderhanın kıyısına vardı Vietnam’da. Pirinç taşıyan bir tekneye binip sisin boğazında kayboldu. Geceleyin açan lotusların arasından sessizce geçti tekne, Myanmar’da Ay ile Güneş arasında kaldı. Öylece tam ortalarında. Güvercin kanı rengindeki yakutların parıltısına benzeyen bir gün doğdu. Buna tanık olan George Orwell, not defterine “korkunç ışık çağlayanları” gördüğünü yazdı.
Oysa Nazan, Buda’nın rüyasına dalmıştı çoktan kendi rüyasından çıkıp. Taung Tha Man Gölü’nde yıkanmıştı. “Balık kuyruğu”nu saklayarak dinlenen kutsal dağın eteklerine doğru yürümeye başlamıştı Nepal’de. Gözlerinin içinde zamanın dua ettiği bir adama rastlamıştı. Onun beyaz göz akında koşan Ren geyikleri görmüştü. “Bu dünyaya bir daha gelirsem, birlikte koşar mıyız batmadan yakalayabilmek için kış güneşini?” diye sormuştu geyiklere. Onların ağzından çıkan buhar, uçurup bir deniz kabuğundaki düğüne götürmüştü Nazan’ı. Güzel gözlü bir antilop Nürnberg Hayvanat Bahçesi’nden kaçıp düğüne katılmış, bitiminde Amerika’da Navaho Kızılderililerinin topraklarındaki bir kanyona dalmıştı koşarak. Orada masal anlattıran ağacın altında Nazan’ı beklemeye başlamıştı. Tam o sırada Küba’da evrim kayasını resimleyen Leovigildo Gonzales adında bir ressamın ruhunu arayan Nazan, masal anlattıran ağacın köklerinin yerden bittiğini ve ellerini tuttuğunu gördü.
Sonra ellerinin gördüğü rüyadan uyanırken bu kitabın içinde bir zambağa dönüştü Nazan, bir yanı Dilara, bir yanı Yosun.
- Zambaktan Bir Masal
- Nazan Aşkalli
- Mona Kitap Yayınları
- Sayfa 168
- 2016
- Dünya gözüyle masallar: Hakuna Matata! - 2 Mart 2016
FACEBOOK YORUMLARI