Freud, Jung ve Adler: Psikanalizin Revizyon Gereksinimi

Fromm, önce gelen asilerden ikisinin ise Adler ve Jung olduğunu söylüyor. Bunlar kabul gören revizyon önerilerinde bulunmuşlardı ve bunların bazıları sonradan Freud tarafından da sisteme dahil edilmişti. Adler saldırgan ve yıkıcı dürtülerin önemini Freud’dan çok önce fark etmişti. Jung ise psişik enerjiyi, cinsel enerji olarak dar anlamda kavramsallaştırılmaktan kurtarmış ve onu psişik enerji kavramına dönüştürmüştü.

İlerlemenin, gelişmenin üzerinde yol aldığı raylardır revizyon. Revizyon sözcüğü dilimize siyasal bir kavram olarak girdiğinden olacak hoş karşılanmaz. Revizyonist damgası yemek dışlanmak, kapı dışına itilmek, karşıt ilan edilmek demektir.

Freudculara göre karşıt, karşıtlara göre ise Freudcu ya da Yeni Freudcu Erich Fromm, dilimize yeni kazandırılan son dönem çalışmalarını içeren Psikanalize Yeni Bakış adlı yapıtında revizyonun hayatın her alanında ne kadar önemli olduğuna açıklık getiriyor. Revizyonun bilimde normal bir süreç olduğunu vurguluyor. Paradoksal olarak, herhangi bir şekilde hiçbir düzeltiye uğramadan atmış yıl boyunca aynı kalan bir kuramın gerçek anlamda aynı kalamayacağını, kısır bir formüller sistemi haline geleceğini ifade ediyor. Öyleyse buradaki önemli sorun, böyle bir düzelti yapmakla ilgili değil, neyin revize edildiği ve bu sürecin hangi yönde ilerlediğidir. Bu revizyon sırasında, kuramın içindeki tek bir hipotez değiştirilmiş olsa bile acaba bu süreç orijinal kuramın yönünde mi, yoksa kuramın sahibi tarafından belirtilmiş olan düşünceyi devam ettirdiğini iddia ediyor olsa bile acaba ters yönde mi ilerlemektedir?

Fromm, “revizyonizm” sorununu ele alırken ciddi bir zorlukla karşılaştığın üzerini çiziyor. Orijinal kuramın özünde ne olduğuna kim karar verecek? Kırk yıldan uzun süreyle sürdürülen dahiyane nitelikte muazzam bir çalışma elbette gelişip değişir ve bu süreçte çelişkiler gösterebilir. Bu bakımdan onun esasını -deyim yerindeyse özünü- anlamak gerekir, zira bu öz onun kapsadığı tüm kuramların ve varsayımların toplamından farklıdır. Fakat bu sefer de bu özün ne olduğuna kim karar verecek sorusunu sormamız gerektiğini vurguluyor. Sistemin kurucusu mu? Doğrusu bu, kuram sahibinin ardından gelenler için en arzu edilebilir ve en uygun çözüm olurdu ona göre. Fakat ne yazık ki çoğunlukla kuramın kurucusu buna karar verememektedir. En büyük dahi bile kendi zamanında henüz bir “çocuktur” ve zamanının önyargılarından ve düşünce şekillerinden etkilenir. Sık sık eski görüşlerle mücadele etmekle ya da yeni ve orijinal olan görüşleri formülleştirmekle öylesine meşgul olur ki sisteminin özünü oluşturan şeye dair bakış açısını kaybeder.

Psikanalizde revizyon gereksinimine geçmeden önce insana özgürleşme yolunda en önemli anahtarı sunan Freud’un, rasyonalist olduğundan, usun gücünün hayatın gizemlerini çözebileceğine (çözülebilir oldukları noktaya kadar) inandığını söylüyor. Fakat Freud insanın on sekizinci yüzyıl rasyonalizminin öngörmediği bir seviyede usdışı güçler tarafından güdülendiğini teşhis etmiş olmak suretiyle rasyonalizmin ötesine geçmişti Fromm’un fikrine göre. Ayrıca insanın usdışılığının ve insanın içindeki usdışı güçlerin bilinçdışı niteliğinin keşfi, Freud’un en radikal keşfidir ve o bu keşfi vasıtasıyla yaşadığı yüzyılın orta sınıf düşünce yaşamındaki iyimser rasyonalizm akımının ötesine geçmiş ve bir manada onu mağlup etmiştir. O, bilinçli düşünceyi yükseklerdeki tahtından indirmekle birlikte onun eleştirisini yapmak suretiyle usa daha da güçlü bir temel oluşturmuştur. Usdışı olanı rasyonel, yani usa yatkın şekilde açıklamak suretiyle usu yeni ve çok daha sağlam bir temel üzerine oturtmuştur. Fakat Freud, bilinçdışını bilinçli kılarak insanı usdışı güçlerin kuvvetinden kurtarmanın yöntemini keşfetmemiş olsaydı kötümserlik ümitsizliğin savunucusu haline gelebilirdi.

Ateşi çalan Prometheus, tekerleği, sabanı, elektriği, telefonu bulanlar kadar önemli bir kâşiftir, Freud Fromm’a göre. Freud’un tarihsel açıdan en önemli keşiflerini şöyle sıralıyor Fromm: 1- İnsanı güdüleyen kuvvetli usdışı güçlerin varlığı, 2- Bu güçlerin usdışı doğası, 3- Bunların patojenik (hastalığa sebep olan) sonuçları (belirli koşullar altında) ve 4- Bilinçdışını bilinçli hale getirmenin sağaltımsal ve özgürleştirici etkisi.

İster maddi, ister düşünsel, manevi olsun her keşif etki ve tepki sarmalına girer. Sorun anlaşılmak ve özümsenmek kanatlarıyla hendekleri aşabilmekte düğümlenir. Psikanalizde yaşananları şöyle özetliyor Fromm: “Freud’un keşifleri onu anlamayan psikiyatrist ve psikologlar tarafından eleştiri yağmuruna tutuldu. Bu keşifler, aynı zamanda onları anlayan ama yine de Freud’un üstünlük sıfatına ve revizyonu bazen sert şekilde reddeden tavrına karşı hem eleştirel olup hem de onun boyunduruğundan kurtulma arzusunda olan eski öğrencileri ve destekçileri tarafından da saldırıya uğruyordu.”

Önce gelen asilerden ikisinin ise Adler ve Jung olduğunu söylüyor. Bunlar kabul gören revizyon önerilerinde bulunmuşlardı ve bunların bazıları sonradan Freud tarafından da sisteme dahil edilmişti. Adler saldırgan ve yıkıcı dürtülerin önemini Freud’dan çok önce fark etmişti. Jung ise psişik enerjiyi, cinsel enerji olarak dar anlamda kavramsallaştırılmaktan kurtarmış ve onu psişik enerji kavramına dönüştürmüştü. Jung’un aynı zamanda Freud’a kıyasla daha zengin bir sembolizm kavramı ve mitolojisi vardı. Özellikle insanın yaşamındaki kişisel etmenlerden yalnızca ve ağırlıklı olarak etkilenmediğini düşünüyor, kişinin annesi gibi kişisel etmenlerin annenin kişiliği fark etmeksizin evrensel olguları ve arketipleri temsil ettiğine daha çok inanıyordu. Bu koşullar ve revizyonlar bağlamında hizipleşme için herhangi bir neden ya da en azından bir gereksinim yoktu. Freud’un şahsi katılığı ve Adler ile Jung’un kişisel hırsları bile buna yeterli bir açıklama getirememektedir. Hizipleşmeye gerek duyulmasının asıl sebebi hem Adler’in hem de Jung’un, her ne kadar farklı yönlerden olsa da Freud’un temel görüşünü paylaşmamalarıydı.

Diğer isyancıları ve kendini de ele alıyor Fromm: “Yeni Freudcuların görüşleri de kesinlikle birebir aynı değildir. Ortak noktaları, kültürel ve sosyal verilere Freudcuların âdeti olduğundan daha fazla vurgu yapmalarıdır. Sullivan cinselliği daha az vurgularken, kaygıdan ve güvensizlik hissinden kaçınma üzerinde daha fazla duruyordu. Horney kaygı, korku ve çelişen ego ideallerinin rolünü vurgulamıştı. Aynı zamanda Freud’un kadın psikolojisine köklü değişim önerileri getirmişti. Libido kuramından gitgide daha şüphe eder hale gelen ben ise, insanın varoluş koşuluna kök salmış olan gereksinimleri merkeze koyacak bir düzelti önerisi getirmiştim. Freud toplumun rolünü, “kültür” olarak değil de kendi üretim şekilleri ve ana üretici güçleri düzleminde yapılanmış belirli bir toplum bağlamında vurguluyor ve insanı anlamak açısından değerlerin ve etik sorunların altını çiziyordu.

Freud’un temel kuramlarının hiçbiri eleştirilmemiş (yukarıda bahsedildiği anlamda) olmasının yanında, bu üç psikanalist Freud’unkini  hükümsüz bırakan yeni bir ekol oluşturmaya da kalkışmamıştı. Freudcu kurumları terk etmelerinin asıl sebebi içlerinden herhangi birinin yeni ve anti-Freudcu sistemlerin yuvası olacak yeni kurumlar kuracak olması değil, bürokrasinin muhaliflere karşı hoşgörüsüzlüğüydü.”

Nice asi ise baş kaldırdığı düzenin dümenine uydu. Dadaloğlu, Köroğlu, İnce Memed… sistemin içinde onu bir parçası olmayı reddederek adlarını yaşattı. Bu soydan olan Fromm “isyan!” demeyi sürdürüyor ve Orhan Veli gibi sesleniyor: “Ne duruyorsunuz atın kendinizi /sevgi ve özgürlük/ deniz/in/e!”

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Ödül kazanan tiyatro eserleri kitaplaştırıldı

Read Next

Vâlâ Nureddin’den dostu Nâzım’ın anısına: Bu Dünyadan Nâzım Geçti

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *