Gökhan Çınar; “İnsan kendiyle barışmadan kimseye barışamaz”

Uzman klinik psikolog ve yazar Gökhan Çınar’ın, meslek hayatı boyunca şahit olduğu insan hikayelerini ve duygu, düşünce, davranışlar üzerine terapist gözlemlerini anlattığı ”Geçecek mi?” isimli ilk kitabı Destek Yayınları etiketiyle çıktı.

İnsan psikolojisine yönelik 38 denemenin yer aldığı kitapta yazar çokça duyduğu “Geçecek mi?” sorusundan yola çıkarak insanca hallerimizi anlatıyor. Gökhan Çınar’la yeni kitabını konuştuk.

  • “Geçecek mi?” mesleğiniz gereği çok duyduğunuz bir soru olmalı… İnsanlar bu kitapta sorunun yanıtını bulabilecek mi sizce?

Evet, “Geçecek mi?” danışanlarımın bana en çok sorduğu soru. Benim de zor zamanlarda kendime çok sorduğum bir soru oldu bu. Duyguları yaşarken birbirimizden farkımız yok. Hepimiz üzülüyoruz, seviniyoruz, korkuyoruz, kızıyoruz, utanıyoruz… Başka deneyimlerimiz var. Farklı anılarımız var. Duygularımız ise ortak. Duygularından kaçınan var, duygularına duyarsızlaşan var, onları dolu dolu hisseden var, o duygudan hiç çıkamayacağını düşünenler de var. Ne yaparsak yapalım o duygular oradalar. Yaşadıklarımızın ağırlığına göre kendi hikâyemizde, farklı durumlarda tüm bu duyguları yaşıyoruz. O yüzden tüm bu duyguların yer aldığı her yazı birçok insanın hikâyesi var bu kitapta.

Kiminin hayatının merkezinden bir hikâye, kiminin şahitlik ettiği bir durum! Bazılarımız yaşayıp tamamladık, bazılarımız hala mücadele ediyoruz. Bazen terapi seanslarımdan bazen çevremdeki insanlardan bazen de kendi yaşamımdan gördüğüm sıkıntıları yazdım. Sadece sıkıntıyı değil, umudu da yazdım kendi bildiğim dilde. Tabi ki bu bir “iyi hisset” kitabı değil. İçinde insanın tüm halleri var. Neyin içinde olursak olalım, bütün acıları, anıları, duyguları kabul etmeye çağıran bir kitap. “Geçecek mi?”, kaçtığımız gerçekleri, derdimize samimiyetle sahip çıkamamamızı, kayıptan öğrendiklerimizi, sıkıntıya yüklediğimiz anlamı anlatıyor.

Acıyla, kaygıyla, utançla, öfkeyle, depresyonla, tramvayla, kendimizle ve çevremizle yaşadığımız sorunlarla ilgili sorgulamalarla dolu bir kitap. İnsanın kendiyle barışmadan kimseyle barışamayacağını söylüyor. Çok utananların çok utandıracağını anlatıyor. Kendine kızgın olanların topluma öfkesinin üstünde duruyor. Şiddetin, korkudan nasıl beslendiğini anlatıyor. “Geçecek mi?” sorusunun ezbere cevaplarla yanıtlanmayacağını, cevabın kendi öykümüzde olduğunu anlatmak istedim. Kitapta herkesin kendi öyküsüyle yüzleşmesi için bir yol açmak istedim.

  • Kitapta her yazıda başka bir sorunla, başka bir insanlık haliyle yüzleşiyor insan. Bu yazıları başka insanlara mı yoksa kendinize mi bir terapi olarak yazdınız?

Hepimize yazdım. Hepimiz anlaşılmak istiyoruz. Kitapta yer verdiğim her insan hali ihtiyaçlarımızla ve onların yaşattığı duygularla ilgili. Varoluşsal olarak onaylanmak, sevilmek, değerli hissetmek ve kabul görmek gibi temel ihtiyaçlarımız var. Bu ihtiyaçlarla daha fazla temas edelim diye yazdım. Önce fark edelim, sonra nasıl bu ihtiyaçlarımızı karşılayamadığımızı tespit edelim ve sonunda da hazır olunca harekete geçebilelim diye yazdım. Terapi tabi ki başka bir şey! Çünkü seans odasında danışana eşlik eden terapistin anıyı “şimdi”ye getirmek, duyguya odaklanmak, yüzleşmeyi sağlamak, farkındalığa yol açmak, tamamlanmamış işlere dokunmak gibi görevleri var.

Terapi sadece insanlara ne yapacağını anlatan bir diyalog ilişkisi değil. Kendi içinde yöntemleri, kuramsal temelleri ve yaşanılan durumun derinine temas etmekle ile ilgili bir çalışma disiplini var psikoterapinin. Bu kitabın bir terapi iddiası olmasa da bir yüzleşme daveti var. İnsanın kendi kendine destek verebilmesi önemli… Ne istediğini bilmesi, istekleri arasında seçim yapması, kendisine iyi gelenin peşinden gitmesi, ihtiyacına sahip çıkması, zorlandığında yeni yollar keşfetmesi önemli. İnsan, yaşamda kendisi olarak var olmaya, kendisi olmak için çabalamaya ve bu yolculukta dinlenme ihtiyacına da sahip çıkmaya yöneldiğinde kendine destek verebilir.

Önerim, tüm üstümüze yapıştırılan etiketlerin uzağında olabildiği kadar sık “Ben kimim?”, Ne istiyorum?”, “İstediğimi yaşıyor muyum?” “Nerde vazgeçtim?”, “Nasıl kırıldım?” sorularının daha sık sorulması olur. Önce fark etmek, sonra hazır olunca harekete geçmek insanı dönüştürür. Bunun yanında, tüm hisleri konuşabilmeyi kıymetli buluyorum. Konuşmadığımız her duygu bize daha fazla yük oluyor. Çevreden destek almayı önemsiyorum. Utancın, kaygının, üzüntünün panzehiri paylaşmak! İyi gelen şeyleri, bizi mutlu edenleri bir anın içinde fark ederiz mesela! Bunlara daha çok sahip çıkmak da bizi daha çok doyuma ulaştırır. Kitapta tüm bu duygular ve ihtiyaçlarla ilgili kapıları aralamak istedim.

  • Son dönemde insanlarda genel bir karamsarlık, umutsuzluk hâkim gibi geliyor, bilmiyorum siz ne düşünürsünüz. Kitaptaki kimi yazılarda bu karanlık tablo ağır basıyor gibi görünüyor ama toplamda bir umut verme çabası da var… Nasıl dağıtılır bu kötümserlik bulutları?

Herkes, her yaş aralığında en çok kendi olmak ister. Kendisi olmasının yolu kapatılan veya kendi yolunu kapatan herkes umutsuzluğa kapılabilir. Son dönemde çocukluk döneminde dikkat bozuklukları, ergenlik döneminde özgüven sorunları, yetişkinlik döneminde kaygı bozukluklarıyla daha çok karşılaşıyorum görüşmelerde. Farklı sebeplerden besleniyor olsalar da temelinde hep kaygı var bunların. Aslında tüm dönemlerde kaygının farklı çıkış yollarını görüyorum. Hep söylüyorum, kaygı bir sinyal.

Bir sosyal fobi olarak, bir panik bozukluk olarak veya bir depresif dönem olarak karşımıza çıkan kaygı bizi uyarmak için var. İşlerin yolunda gitmediğini bize anlatmak için var. “Bu yoldan gitme”, “bu sana iyi gelmiyor”, bu duyguları yaşa”, bu cümleleri söyle”, “bu deneyimi engelleme”, “bu insanlardan uzaklaş”, “bu istediğini gerçekleştir” diyor kaygı. İyi bir amaç için (daha fazla kendimiz olmak için)  kaygılandırıyoruz kendimizi. Yöntemimiz kötü ama niyetimiz iyi.

Genelde ise, kaygının sesini duymak yerine, kilitlenip sıkıştırıyoruz kendimizi. O zaman kaygımız, amacı anlaşılmadığı için azalmak yerine daha çok artıyor. O zaman umutsuzluk da, çaresizlik de artıyor. Kitapta bu karanlık zamanları da anlattım. Kaygının karanlığını anlatmadan, umudun ışığından bahsetmem mümkün olmazdı. Gerçek hayatta da böyle. Karanlığımızı görebilirsek, aydınlığın yolunu bulabiliriz. Kendisine öfkeli olan başkasını yargılama eğilimindedir. En çok utananlar, diğerlerini de utandırmak isteyebilir. Kendiyle barışmayan dış dünya ile savaşa daha yatkındır. Önce ne yaşadığımızı kabul edeceğiz. Sonra harekete geçeceğiz.

  • Geçecek mi?
  • Yazar: Gökhan Çınar
  • Türü: Deneme
  • Baskı Yılı: Mayıs 2018
  • Sayfa Sayısı: 208 Sayfa
  • Yayınevi: Destek Yayınları

 

Okuma önerisi!

Sevdiğim Kadın Adları Gibi – Akgün Akova

Fatin Hazinedar’ın incelemesi; “Şi Sayılı Şiirler”
yazının tamamını okumak için TIKLAYINIZ

Sevdiğim Kadın Adları Gibi ismi Melih Cevdet Anday’ın Anı şiirindeki şu mısralara göndermedir. ”sevdiğim çiçek adları gibi/sevdiğim sokakadları gibi/Bütün sevdiklerimizin adları gibi/Adınız geliyor aklıma”.

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Tekin Yayınevi açıkladı; “Nisan ayı kitaplarımız D&R mağazalarında satılmıyor”

Read Next

Rahmi Dede’nin romanlarıyla kısa bir Türkiye tarihi

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *