KAFAMIZDAKİ DÜŞÜNCELERDEN OLUŞAN BİR ADA: ELİA

Bir uyanışın distopik, şiirli romanı olarak da okunabilir Elia. Düşünceleri sürgün edilen, birbirini görmeden geçip giden, zorluklarla sınanmadığı için mücadeleyi unutmuş insanlara bir uyanış çağrısı olarak. Umudu ve cesareti daima yaşatarak, bir gün iyi şeylerin olacağına inanarak. Düşüncelerimizle, ellerimizle yarattığımız dünyadan, ‘doğadan maviler çalarak’ da okunabilir.

“Eve dönüyorum denilebilir ama döndüğüm yer evim değil. Bunun nedeni belki de bir evimin olmaması. Ya da daha doğrusu, evimde olmadığım zaman kendimi daha fazla evimde, evim gibi bir yerde hissediyor olmam. Öyleyse insan ne zaman evindedir?” Barbara Cassin, Nostalji – İnsan ne Zaman Evindedir? kitabında, Odysseus’un sıkıntılarını ve sürekli ertelenen dönüşünü anlatırken, nostaljiyi, ‘kök salmak ve kökünden sökülmek’ olarak tanımlar. Odysseus, çıktığı yolculukların sonunda adaya geldiğinde adada olduğunun farkına varmaz. Ayrıldığı ada ile birlikte kendisi de bu yolculuktan sonra değişmiştir. Hem vatanına bağlı hem de bir yabancı olarak, ona varoluşunu hatırlatan imgelerle, nesnelerle yaşadığı yeri anımsamaya çalışır. Geriye dönmek, bize iyi gelebilir ancak bizi ‘oraya’ yakın kılan, düşüncelerimizin mekâna uyum sağlamasıdır; oysa değişmez olana inancımızı -nostaljiyi- hep içimizde taşırız. Baktığımız yüzler, tanıdık gelen şeyler zamanla bir yabancıya dönüşür. Kabullenme durumu alışkanlığa, alışkanlıkta aslında bir şeylerin değişmediği yerleşik inanca götürür insanı. Dönüş, ‘daha iyi bir dünya’ için bir umut olarak atılan adımdır ve değişim kaçınılmazdır. 

Yılmaz Şener’in dördüncü romanı Elia, “nereye gitsem terk ettiğim yeri içimde taşıyorum” diyen Aydın’ın adaya dönüşüyle; adaya gelen iki yabancıyla birlikte, Elia’nın da dönüşümünü anlatıyor. ‘Elia’nın çocuğu’ olarak kendisini tanımlayan Aydın, şehirde geçirdiği yorucu ve zorlu yılların ardından, doğup büyüdüğü adaya yeniden geliyor. Ana karakter Aydın, zamanı, anılarını iyileştirmeye; her şeyin ‘ilk’ haline dönebilmenin arayışıyla, Elia’nın dünyasında kendi zamanını yeniden yaratmaya çalışan tekinsiz bir yabancı olarak okurun karşısına çıkıyor.

“Bazen istemeden de olsa geçmişte daha gerilere gidiyorum, olayların henüz başlamadığı ama işaretlerini taşıdığı daha öncesine, gözlerimi açtığım o mekanik sabahlara. Ne bir anı ne de bir rüyanın esintisinin olduğu soğuk ve gri günlerdi. Her şey bugünlerden daha düzenliydi ama aynı hissizliği o zamanlarda yaşardım. Sınırları belirlenmiş bir dekorun, adına yaşam denilen ve tek gayesi hayatta kalmak olan çemberinde kendi eksenimde dönüyordum.”

“Bir nesneyi bulmak esasında onu yeniden bulmaktır.” der Freud. Doğduğumuz ya da kendimizi ait hissettiğimiz yere dönmek, daha önce fark etmediğimiz şeyleri de fark etmeyi, arayışı ve huzursuzluğu da beraberinde getirir. “Gözlerin kendisine çevrilmesine neden olabilecek bir kaynağa sahip olmamasına rağmen, duyanı kendine hayran bırakan bir tarihe sahip olan” Elia da bu fark edilmemişliğini totaliter bir kuşatmayla ödeyecektir. Elia, hepimizin ‘iyi’ tanıdığı, mahallemiz, devletimiz, güvendiğimiz ve asla şüpheye düşmediğimiz, fikirlerini dinlemediğimiz, sorgulamadığımız komşumuzdur. Bir büyük yabancıdır. 21. yy’ın dünyasında yaşayan bireyler olarak, kanıksadığımız, ‘başımıza bir şey gelmeden’ birdenbire yaşanmadan anlaşılmayan değişimlerin bir parçası olduğumuzdan; yönetilmeye duyduğumuz ihtiyaçla, başımıza gelen kötülüklerin bedelini hızlıca uyum sağlama yeteneğimizle öderiz.

Olası Suçlar Enstitüsü çalışanları olarak adaya geldiklerini söyleyen Uzman T. ve Uzman D. “niyet eylemin anasıdır” sloganlarıyla suçları önceden tespit etmek ve önlemek istediklerini belirtiyor olsalar da suçlu bulmaya değil, bir anlamda suçlu oluşturmaya geldikleri anlaşılıyor. Toplumun düşüncesinden, yürüyüşüne kadar mevcut düzeni değiştirme çabaları, adayı adeta suç mahaline çeviriyor. Aydın’ın ve ada halkının her şeyin iyi olacağına dair ütopyası da burada büyük bir kırılma yaşayarak distopik bir dünyaya dönüşüyor.

“Toplumsal haksızlıklara karşı öyle suskun kalmıştık ki bireysel haksızlıklara olan sessizlik bizde bir alışkanlığa dönüşmüştü.” Başına gelecekleri önceden sezinleyen ancak değişimin kolay olmayacağının farkında olan Aydın’da, bu suskunluğunun cezasını hem farkındalığıyla hem de sistemin ona uyguladığı ceza ile ada halkına verilen çoğu cezadan farklı olarak ödemek durumunda kalıyor. Elia, korkularla, sessizlik kuşanmış olsa da yozlaşmalara ve haksızlıklara karşı mücadele edenlerle de kendisini yeniden hatırlatan bir yerleşke, kendi ellerimizle inşa ettiğimiz yuvamızı, kaybettiklerimizi hatırlatan bir yaşam alanı olarak karşımıza çıkıyor. “Her bakış bir serüven sayılıyor belki / belki de / salt yaşamayı tekrarlıyoruz işte / bir güzellik eri de kuşanarak”

“Bir haritası yoktu ki hayatın; sınırları duyularla çizilmiş hayali bir coğrafyada, ihtimalleri hesaba katmadan duvarları yüksek bir yaşam inşa ediyordum. Ve ben bu yaşamın içinde oyalanırken, duvarların dışındaki hareketliliği her seferinde görmezden geliyordum.”

Bir uyanışın distopik, şiirli romanı olarak da okunabilir Elia. Düşünceleri sürgün edilen, birbirini görmeden geçip giden, zorluklarla sınanmadığı için mücadeleyi unutmuş insanlara bir uyanış çağrısı olarak. Umudu ve cesareti daima yaşatarak, bir gün iyi şeylerin olacağına inanarak. Düşüncelerimizle, ellerimizle yarattığımız dünyadan, ‘doğadan maviler çalarak’ da okunabilir. 

“İnsan ne zaman evindedir? Yakınları, dili ve dilleriyle birlikte kabul edildiği zaman”

“Buldum! neyi? – Sonsuzluğu. Güneşle beraber başını alıp giden denizmiş meğer.” Arthur Rimbaud

  • Elia
  • Yazar: Yılmaz Şener
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: 2021
  • Sayfa Sayısı: 160 Sayfa
  • Yayınevi: İthaki Yayınları
Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Stephen King’in Kült Romanı ‘Hayvan Mezarlığı’ Bir Kez Daha Filme Uyarlanacak

Read Next

Arsen Lüpen Serisi Portakal Kitap’ta!

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *