
Sedef Betil’in öykü yazma tekniği tıpkı resim çizmeye benziyor. O kuytuda kalmış bir duygunun peşinde gezinirken iki üç fırça darbesi ile bunun ifadesini verebiliyor.
Sedef Betil’in “Kırgınlığın Kuytusunda” isimli kitabı, “Kısa Karanlıklar”dan sonra gelen ikinci öykü kitabı. İçindeki öykülerin temaları kitabın ismi ile müsemma… İnce, köşede kalmış, unutulmaya yüz tutmuş, kimi zamanla çoğalmış, kimi -şansa- biriktirilmemiş kırgınlıklar, hassas-zayıf-dokunulmayası noktalar, bam telleri, üstü kapatılmış- kamufle edilmiş acıların tortuları, dile gelmeyenler-getirilemeyenler, yalnızlıklar, sesli-sessiz itiraflarla dolu zengin bir çeşitleme sunuyor Betil.
Bu defa ilk kitabına kıyasla, öyküler daha kısa ama konuların yelpazesi hayli geniş. Cümleler, ifadeler aydınlık ve net. Bir öykünün giriş bölümündeki üç cümlede, konuyu, kişileri, izleği derhal anlayıp, eyleme geçen karakteri, ya da diyaloglar silsilesi ile ilerleyen sahneleri izlemeye koyuluyoruz hızlıca. Bu hızlılık asla yüzeysellik değil, bilakis gittikçe ustalaşan bir maharetin alâmetifarikası. Yaşandıkları sırada fark edilip isimlendirilmektense, kolayca unutulmaya terk edilen, oysa bulunduğu yere sondaj yapıldığında, kırgın-üzgün-kaygılı her ne varsa yerinden çıkartıp gün ışığında bakma cesaretine sahip, ruha ayna tutan izler var bu hızlılıkta.
Becerikli ama kendini satmaya çalışmayan bir dili var. Bu saf dil ve peşinden gidilen duygular, derin izlerin arkasına düşüyor ama bunları günlük hayatın tam da göbeğinde bulup, sakin, sade, olağan gerçekliklermiş gibi sunuyor.
Oysa denizin dibinden inci çıkarılıyor…
Ekonomik, gereksiz süs ve ağdaya prim vermeyen mimarinin içinde ilerlerken aslında küçük, ince bir kitap içinde yol aldığınızı hatırlıyor ve şaşırıyorsunuz. Çünkü bir öykünün evreninden diğerine geçmek sanıldığı kadar kolay değil. Kendi adıma, hazmetmek için arada durup göğe bakma ihtiyacı duyuyorum…
Aslında Betil’in öykü yazma tekniği tıpkı resim çizmeye benziyor. O kuytuda kalmış bir duygunun peşinde gezinirken iki üç fırça darbesi ile bunun ifadesini verebiliyor. Uzun uzun çizmeye tenezzül etmeden!
“Dam” öyküsü pek hüzünlü ve içliydi, mektup tarzını oldum olası severim… “Genç bir kadının bırakamadıklarında” Woody Allen filmi seyrediyorum hissine kapıldım. “Büyükbaba’nın Bildiklerinde” içimi derin bir burukluk kapladı. Beni en çok etkileyen ise “Mektup” oldu. Bir kadının “anne ve eş” olmamayı tercih etmesi, sadece kendisiyle kalmak istemesi çok çarpıcı geldi. “İlkbahar”daki kadın ve erkek tasvirlerine bayıldım.“Kafedeki Herhangi Bir Adam”da da yüzlerce (binlerce mi?) tanıdığım-tanımadığım insanı buldum…
Betil’in bu öykülerinde sanki kadınlar daha bir kadın gibi geldi bu defa… AVM izine çok sık rastladım. Erkeğin sesini hiç zorlanmadan aktardığına bir kere daha tanık oldum.
Her öykü aslında başka bir koza ördü ve aslında hepimiz farkında olmadığımız kozaların içinde yaşıyoruz dedirtti…
![]()
|
- Y kromozomu yeryüzünden silindi, bu dünyada yalnızca kadınlar yaşıyor - 2 Nisan 2018
- Bu kitap bütün ağrılarınızı kesecek! - 22 Mayıs 2017
- Âşık Kedi - 11 Nisan 2017