Büyükannenin İnterneti Bozduğu Gün’de, Büyükannenin fantastik bir şekilde tüm dünyada internetini bozmasıyla evdekiler bir aile olduğunu hatırlar.
Çocuk kitaplarını keşke çocuklar kendileri yazabilse. İçeriden bir bakış yetişkinler için de daha iyi olurdu belki. Yetişkin, çocuğun dünyasına giremediği gibi, yer yer paternalist bir tutum da sergileyebiliyor. Oysa çocuklar yazsa iyi kötü ve çocuklar okusa… Belki o zaman çocuklar için yazdığını iddia eden biz yetişkinler, çocuğu daha iyi tanırız.
O halde bir çocuk edebiyatı olmasın mı?
Durun, durum o kadar umutsuz değil. Marc-Uwe Kling’in üç farklı kuşağın portresini çizdiği Büyükannenin İnterneti Bozduğu Gün! kitabı bize bunu söylüyor. Her kuşak kendi gerçekliğini yaşıyor hikayede: Çocuk çocuk gibi, yetişkin yetişkin, yaşlı da yaşlı gibi. Ama şu var, oradaki yetişkinlerin bir zamanlar çocuk olduğunu inanmak gerçekten zor. Bilmiyorum belki kimi davranış kalıpları genetiğe işleniyor, her seferinde farklı bir insan doğuyor. Zamanımızın bütün çocuklarının teknoloji dâhisi olması başka türlü nasıl açıklanabilir?
Batıda çocuğu çocuk gibi gören bir zihniyet var on yıllardır. Bu bakış açısı çocuk edebiyatına da yansıyor kuşkusuz. Astrid Lindgren’in kırklarda, Christine Nöstlinger’in yetmişlerde aşıladığı ağaçlar meyvelerini vermiş durumda. Son yirmi yılda ülkemiz çocuk edebiyatında da önemli bir zihniyet değişikliği yaşanıyor. Özellikle kitlelerin kırsaldan kentlere göçüyle başlayan bu dönemde çocuk merkezli bir hayat hakim olmaya başladı ailelerde. Bu da çocuk için kitapdüşüncesini öne çıkardı. Deyim yerindeyse ebeveynler yatırımı elleri avuçlarındaki o tek ya da iki çocuk için yapma zorunluluğu hissettiler. Böylece çocuk edebiyatı kendini bir sektör olarak var etmeye, bu alandaki nitelikli entelektüel üretim de karşılığını bulmaya başladı.
Ne var ki, sayısız okuma kültürü sorunuyla boğuşan Türkiye’de bu zihniyet dönüşümü o kadar da hızlı ilerlemiyor. Öğretmenler bu dönüşümün motoru olmalı. Ancak ne yazık ki hem konuya gerekli önemi vermiyor hem de yeterlilikten uzak bir bilgi birikimine sahipler. Öğretmenlerin okuma alışkanlıkları çok sınırlı. Öğrencilerini nitelikli kitapla buluşturma çabasında olan öğretmenler yok mu, var elbette. Sayıları da hızla artıyor üstelik. Ancak toplumun değişim ve gençlerin büyüme hızının yanında verimlilikten uzak bir gelişme bu.
Yeniden yazının konusu olan kitaba, Büyükannenin İnterneti Bozduğu Gün’e gelecek olursak; okurken aklıma hep Muzaffer İzgü’nün Yaşasın Kanal Anneanne adlı eseri geldi. Belki İzgü, yetişkin karakterleri biraz daha grotesk hale getiriyordu ama bu iki kitap benzer temalar üzerinden yürüyor. Gerçi Kling’in eserindeki evin yolunu navigasyonla bulan babanın, internet olmayınca şaşırmasını ve düştüğü gülünç durumu gördükten sonra İzgü’nün karakterleri hiç de abartılı gelmeyecektir…
Büyükannenin İnterneti Bozduğu Gün’de, Büyükannenin fantastik bir şekilde tüm dünyada internetini bozmasıyla evdekiler bir aile olduğunu hatırlar. Hatta internetin kesilmesi nedeniyle kazara eve gelmiş pizzacı çocuğu bile bağırlarına basarlar. Kısa süreliğine ve geçici de olsa birbirinin yüzüne bakma fırsatı bulur aile efradı. Muzaffer İzgü’nün televizyonsuz kalan ailesinin, Anneannenin masallarına muhtaç olması ve bu dünyayı yeniden keşfetmesi gibi. Bu eserde de büyükbabanın radyosunun sahneye yeniden çağrılması aynı işlevi görüyor.
Bir tür terapi görevi görür mü bilmiyorum ama bu küçük öykü bize insanlığın olmazsa olmazı olan oyun ihtiyacını da tekrardan tanıtıyor. Hikayenin bitmemişlik duygusu vermesinin nedeni internetsiz ortamın yarattığı zoraki iletişimin ve grup faaliyetlerinin internet olsa da devam etmesi gerektiği. Karakterlerin vücut dilleri bunu söylüyor ama bu sorunu edebiyatın çözmesi zor görünüyor. Her durumda bağımlılığın öznesini ortadan kaldırmaya çalışmak yeterli olmayabilir çünkü.
İnternet gerçekten bir bağımlılık yaratmış durumda. Konuya mizahi bir aile hikayesiyle yaklaşmak oldukça eğlenceli kapılar aralamış yazara. Nesiller arası iletişimdeki komik durumlar, gençlerin ekrandan kopamama halleri ve ailenin en genç üyesi Tiffany’nin kitap boyunca yaşadığı tedirginlik unutulacak gibi değil… Ve tabii kitabın sonunda Büyükanneden ricası: İnterneti yeniden bozabilir mi acaba?
Astrid Henn’in hikayeyle müthiş uyumlu çizimleri ve Burcu Aksu Güney’in pürüzsüz çevirisi kitabın lezzetini birer kat daha arttırmış.
Günümüzün temel meselelerinden birine, dijital bağımlılığa, son derece nahif ve dozu iyi ayarlanmış bir mizahla bakmak isteyenler kaçırmasın derim.
|
FACEBOOK YORUMLARI