Koç’ta üç kuşakla da çalışma fırsatını bulan bir yönetici; Tuğrul Kudatgobilik

Kudatgobilik’in anılarında, Türkiye’nin en gerilimli yıllarında işveren temsilcisi olarak oturduğu toplu iş sözleşmesi masalarında yaşananların, tehditler, siyasi suikastlar, darbelerin de izini sürüyoruz.

Tuğrul Kudatgobilik, Koç’ta üç kuşakla da çalışma fırsatını bulan ender yöneticilerden biri. Tüm meslek hayatını Koç’ta geçirmiş bir kişinin 1960’lı yıllarda Vehbi Koç’un yanında başlayan, bugünlere kadar uzanan profesyonel iş hayatında yaşadıkları, Koç Topluluğu’ndaki değişim ve dönüşümler ülkedeki ve dünyadaki değişimle birlikte kaleme alınmış. Dolayısıyla kitap, dünyadaki hızlı değişime ayak uydurabilmenin çarpıcı derslerini de içeriyor.

Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) ve Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu başkanlıklarını da yürüten Kudatgobilik’in anılarında, Türkiye’nin en gerilimli yıllarında işveren temsilcisi olarak oturduğu toplu iş sözleşmesi masalarında yaşananların, tehditler, siyasi suikastlar, darbelerin de izini sürüyoruz.

Koç Ailesi’nin üç kuşağı ile beraberdiniz. Bu üç kuşak sizin hayatınızda sadece patron olarak var olmasa gerek, aradan geçen bunca yıldan sonra, Vehbi Koç’tan başlayarak aile üyeleri ile ilişkilerinizden kısaca bahseder misiniz?

Koç Ailesi’nin üç kuşağı ile beraber olabilmek ve onlarla çalışma imkanı bulmak beni hakikaten çok etkilemiştir. Bunu yalnız patron-çalışan ilişkisi içinde görmek mümkün değildir. Vehbi Koç; Büyük patronum idi. Evet patrondu ama, onun yarattığı “aidiyet hissi” patronluktan çok daha derine, adeta sizi felsefi bir beraberliğe götürüyordu. Koç’ta çalışanlar, kendileri patronmuş gibi hissedip, o işletmenin veya daha genel ifade ile bu “müessesenin” başarısı için çalışmayı hedefliyorlardı. Bu bağlamda, Koç bir müessesedir. Örneğin; Arçelik’te çalışan bir mühendis, bir formen veya bir işçi kız istemeye gittiğinde, kız ona verilir. Kayınvalide olayı şöyle özetler; “damadım Koç’ta çalışıyor. Başka lafa gerek yoktur”.

Koç’un 12.000’den fazla bayisi vardır. Koç bayileri hangi şirketin temsilcileri olurlarsa olsunlar, onlar “Koç bayileri” dir. Bu onların ticari itibarını tarif ettiği gibi, toplumla olan münasebetlerini ve banka vs., olan ilişkilerini de tanzim eder. Her Koç bayisinin masasının arkasında iki resim yer alır, birinci resim Yüce Atatürk’ün resmidir. İkinci resim ise, bayinin veya babasının Vehbi Koç ile çekilmiş resmidir. İşte bu müesseseleşmedir. Vehbi Koç, “Ülkem varsa ben de varım. Demokrasi varsa hepimiz varız” diyerek bu bütünleşmeyi ve birlikteliği ifade etmiştir. Bu bakımdan, sualde geçen “güç” yalnız para ile ifade edilebilen bir mefhum değil, fakat bundan çok daha derinlerde tesis edilmiş bir bütünlük, bir beraberlik ifade eder. Bu benim dahil olduğum çalışan grubunu içine aldığı gibi, şirketlerini, bayilerini, servislerini ve üretilen mal ve hizmetleri kullanan –12 milyon hane halkı ile temsil edilen– tüketicileri yani tüm toplumu içine alır. İşte üç nesle istinat eden çalışma hayatımda, dede Vehbi Koç, baba Rahmi M. Koç ve torunlar Mustafa, Ömer ve Ali Koç ile ilişkilerim hep bu müessese teorisi içinde geçmiştir.

Koç Ailesi’nden bahsederken, sadece Koç Ailesi’nden bahsedemiyoruz, çünkü, Türkiye’nin sanayileşme sürecinin de hikayesi aynı zamanda bu ailenin hikayesi. Kitabın alt başlığından da yola çıkarak, sizin bu süreçteki rolünüzden bahsedebilir miydiniz?

Hakikaten, Koç Ailesi’nin serüveni, Türkiye’nin sanayileşme sürecini de içeriyor. Cumhuriyetin 1923 yılında kurulması ve Ankara’nın başkent olması Vehbi Koç’un hayatında da mühim bir dönemeci işaret eder. Vehbi Koç, 1926 yılında babasının kurduğu bakkal dükkanını kendi adına ticaret siciline tescil ettirerek, bir işadamı olarak çalışmaya başlaması işte kuruluş devresine rast gelir. Vehbi Koç, en büyük temsilciliklerini bu devrede alır. Ankara ve çevresi Ford Bayii olur, yine Mobil Oilin Ankara temsilcisi olur ve 16 yıl sürecek Ankara Ticaret ve Sanayi Odasının başkanlığına seçilir. Bu devre Vehbi Koç için de bir gelişme devridir ve kendisi ticaret ve sanayide Türkiye’nin pek çok “ilk”lerine imza atar.

1938’de çalışanlarını kara ortak eden ilk Türk şirketi, Koç Ticaret A.Ş. kuruluyor. 1945’de ilk otomobil satış şirketi Motor Ticaret, 1945’de ABD’de ilk Türk şirketi RAM, 1948’de ilk Ampul Fabrikası, 1954’de ilk Radyatör Fabrikası ve ilk Kibrit Fabrikası, 1955’de ilk Buzdolabı Fabrikası, 1957’de ilk Kamyon Fabrikası, 1959’da ilk Çamaşır makinası üretimi, 1960’da ilk buzdolabı üretimi, 1961’de ilk LPG dağıtımı (AYGAZ), 1962’de ilk Oto Lastiği Fabrikası ortaya çıkıyor ve Vehbi Koç, Türkiye’nin ilk holdingi olan KOÇ HOLDİNG A.Ş.’ni 1963’de kuruyor ve sanayi hamleler devam ediyordu.

1965’de ilk Elektrik motoru ve Kompresör Fabrikası, 1966’da ilk Türk Binek Otomobilinin (Anadolu) toplumla tanışması gerçekleşiyordu. Aynı şekilde, ilk holdingden sonra, ilk Vakıf da, Vehbi Koç tarafından kuruluyordu. Eğitim ve sağlıkta da ilklere hizmet veren Koç, ilk özel liseyi, ilk üniversiteyi ve ilk özel hastane ile ilk Hemşirelik Yüksek Okulunu kuruyor ve ilk müzeleri ile de topluma örnek oluyordu. Bu gelişmelerde benim rolüme gelince, bu büyük sistemin ve organizasyonun kuruluş ve gelişme devrini tamamladıktan sonra ve artık bir sanayi şirketler grubu olarak ortaya çıkmasından sonra 1967 yılında başlar. Benim rolüm, kurulmuş olan bu büyük sistemin ve organizasyonun içinde gayet tali ve geride kalmaktadır.

Koç Topluluğu’nda, Planlama Grubu, Mali Grubu, Finans Grubu, Sanayi ve Ticaret Grupları hep başta olmuştur. Personel ve Endüstri İlişkileri konuları ise, katalizör ve yardımcı fonksiyonlar olarak ortaya çıkmıştır. Tabiidir ki İnsan Kaynaklarının tanzimi ve yönetimi her grubun faaliyeti içinde yer alan ve o grupların ana fonksiyonlarının ayrılmaz bir parçası olarak her zaman yer almıştır. Ama endüstri ilişkilerinin tanzimi, toplu sözleşme sistemine tam hizmet ile katılma ve çalışma barışı konuları bütün sistemin işleyişinde –olmazsa olmaz– unsurlarıdır. Bizler bu alanda, işçi haklarına saygılı sendikal faaliyetlere de aynı pozitif duygularla yaklaşarak, iş barışının ve dolayısıyla da verimli bir çalışmanın kurulmasında koordinasyon rolü oynamış bulunmaktayız. Yukarıda sayıldığı gibi, sanayi şirketler kurulup çalışmaya başladığı devrelerde, 1963 yılında Sendikalar Kanunu ve Grev Lokavt Yasaları yürürlüğe giriyor. Toplu sözleşme, Grev-Lokavt mefhumları, Vehbi Koç ve ekibi için yeni oluşumlar. Yönetim Kadrosu bu sisteme aşina değil. İşte bu devrede ben 1967’de işe alınıyorum ve ekibimle beraber Koç Topluluğu’nda “Endüstri İlişkileri” sistemini kuruyor ve 26 yaşımda, Topluluğun sendikalar ile münasebetler ve Toplu Sözleşme yapma mesuliyetini taşımaya başlıyorum. 34 yılı direkt, 15 yılı da dolaylı (MESS ve TİSK gibi sivil toplum kuruluşları yoluyla) işçi-işveren ilişkilerine ve daha açık bir ifade ile sanayi barışına katkı vermeye gayret ediyorum.

Kitapta, Türkiye’nin önemli kırılma dönemlerinin yansımalarını da görüyoruz ve sizin bu süreçte oynadığınız görevlerden… Aile ve sizin bu dönemlerde sunduğunuz katkıları konuşalım mı?

1976 yılında sanayi tecrübesi kazanmam için, Arçelik A.Ş.’ne Genel Müdür Yardımcısı olarak tayin edildim.  Görevimin daha birinci yılında, Mayıs 1977’de DİSK’e bağlı Maden-İş, Arçelik dahil MESS’e üye 47 işyerinde 7 ay sürecek bir grev dalgası başlatmıştı. O devrede, sonradan 7. Cumhurbaşkanı olacak Turgut Özal, MESS Başkanı idi. Grev, parasal konulara ve işçi haklarına istinat etmiyor ve fakat o siyasi atmosferde ideolojik temellere dayalı olarak yürütülüyordu. Başta Vehbi Koç olmak üzere, bütün Koç yönetimi ve tabii benim içinde bulunduğum Arçelik yönetimi 7 ay gibi çok ciddi bir süre tutan bu grevde, sakin kalarak sistemi tutmaya ve yarın birlikte çalışmaya başlayacağımız işçilerimizle münasebetlerimizi sağlam götürmeye gayret ettik. Ancak, sözleşme imzalanıp çalışma barışı kurulduktan iki yıl sonra, yine aynı gerekçeler ile, Haziran 1980 tarihinde ikinci dalga grevler tekrar başladı ve 12 Eylül 1980 tarihinde Milli Güvenlik Konseyi idareye el koyduğu güne kadar devam etti.

Türk Sanayii olarak bu ideolojik grevlerden büyük dersler çıkardık ve sonrasında işçileri yalnız sendikaların eline bırakmak yerine, eğitim sistemleri başta olmak üzere, sosyal faaliyetleri ve hatta sportif faaliyetleri ele aldık.  Arçelik Spor Kulübü benim başkanlığımda o devrede kuruldu. Kız ve erkek voleybolu başta olmak üzere, handbol ve futbolda çok başarılı neticelere imza attık. Pozitif kırılma olarak ortaya koyacağım ikinci müşterek hareket, Türkiye-AB ilişkileri ile ilgilidir. Türkiye-AB Karma İstişare Komitesi (KİK), (Turkey-EU Joint Consultative Committee) kurulması temin edilmiş ve ilk defa sivil toplumun AB ilişkilerine girmesi imkanı doğmuştu. İSO Başkanı Hüsamettin Kavi, bu komitenin ilk Türk Eş Başkanı olmuş ve TOBB, TİSK,  Esnaf ve Sanatkarlar Konfederasyonu, Ziraat Odaları ile birlikte; işçi kesimi TÜRK-İŞ, DİSK ve HAK-İŞ bu beraberliğe katılmıştı. 1990’lara kadar Türkiye-AB ilişkilerini  yalnız siyasiler yürütmüş ve fakat bu münasebetin asıl tarafı yani işverenler ve çalışanlar şimdiye kadar hep bu dengenin dışında tutulmuştu. Halbuki, AB’de kararlar hep sivil toplumun iştiraki ile alınırdı. İşte bu tarihe kadar bir arada oturup karar almak şöyle dursun, müşterek bir çay dahi içmemiş olan üç kuvvetli İşçi Konfederasyonu, ilk defa işverenlerle el ele kol kola AB koridorlarında boy gösteriyor ve hem işçiler hem de işverenler birlikte AB’ne tam üyelik için mücadele veriyor ve yeni “chapter”lar yani “fasıllar” açılması için ter akıtıyordu. Bu birlikteliğin temininde başta Hüsamettin Kavi olmak üzere, TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun da katkıları çok büyük olmuştur. Tabii üç işçi konfederasyonunun hakiki muhatabı olarak TİSK’i ve on yıllık başkanı olarak kendimi de bu ilişkilerin kurulmasında kayda almak isterim.

Sermaye ve Sendika ilişkileri bağlamında o günlerin ve bu günlerin kıyaslanmasını yapabilecek az sayıda kişiden birisiniz. Nedir durum sizce?

Sendikal ilişkiler ve Endüstri İlişkileri sistemi 1970’li yıllarda daha çok sınıf sendikacılığına ve ideolojik sağ-sol eksenine kurulu olarak hareket ediyor, işçi hak ve menfaatleri ön plana pek çıkmıyordu. O devirdeki grevlerin ve endüstriyel mücadelenin altında hep bu gerekçeler vardı. Şimdi, aradan geçen 55 yılda, Endüstri İlişkileri sistemi, tabiri caizse daha sağlam biçimde yerine oturdu. Sanayinin gelişmesinin ülke menfaatlerine ve de istihdamın gelişmesine katkıları daha anlaşılır hale geldi. İdeolojik kavgalar yerini endüstri barışının faydalarına döndürdü. Bugün daha dengeli daha bilinçli bir endüstri ilişkileri sisteminin varlığından bahsetmek kabil. Tabii henüz sendikalı işçi oranı istenilen –batı seviyesindeki- oranlara ulaşamadı ama gelişmeleri müspet değerlendirmek durumundayız.

Koç Topluluğunda sendikal görüşmeleri yürütmek adına işe başladınız ancak zamanla ailenin eli ayağı konumuna geldiniz. Bu süreç nasıl gelişti. Zamanın getirdiğinden çok güvenin geliştirdiği bir ilişki miydi bu? Yoksa farklı şeyler söylemek mümkün mü?

Endüstri ilişkileri sistemlerinin yeni kurulmaya başladığı, çocukluk hastalıkları devirlerinin yaşandığı 70’li yıllarda Koç Topluluğu gibi bir sanayi laboratuvarının başında bulunmam, sistemi kaidelerine göre kurma ve tatbik etme imkanını bana verdi. 7 ayrı işkolundaki Topluluk Şirketlerinin kazasız-belasız bu sistemin içine alma imkanını bize yarattı.

Arçelik’in de içinde bulunduğu 1977 ve 1980 yıllarında 47 MESS üyesi şirkete karşı yapılan iki ideolojik grevin dışında, bu 34 senede hiçbir başka grev veya endüstri ihtilafı yaşanmadı.

Pek tabii arada hatalar da yapıldı. Ancak, Koç idaresinin sendikal sisteme karşı değil, fakat kolaborasyon içinde olduğu fikri toplumda yerleşti. Başta Vehbi Koç olmak üzere, Koç Üst İdaresi beni ve ekibimi pek çok defa kontrolden geçirdi ve sonunda itimadını ortaya koydu. Bu inanç ve güven bizim daha rahat çalışmamızı doğurdu ve başarılı olduk. Bundan hem Koç işçileri ve hem de Koç şirketleri yararlandı. Ayrıca bu uzun sulh devri şirketlerin büyümesini ve gelişmesini temin ettiği gibi, istihdam konusunda da çok büyük kadroların kurulmasını ve yeni işçiler alınmasını temin etti.

Aynı şekilde, Koç Topluluğundan yaş haddinden (62 yaşında) emekli olduktan sonra, ben MESS Yönetim Kuruluna seçildim ve 2001 yılından 2015 yılına kadar MESS Başkanlığı yaptım.

Bu 15 yılda MESS’de, 2’şer yıldan 7 toplu sözleşme devresi geçirdik ve Allaha şükür hiçbir grev-lokavt veya endüstri ihtilafı yaşamadık.

Yaklaşık 300 firmayı –ki bunların 1/3’ü çok uluslu şirketlerdir- ve 220.000 çalışanı kapsayan Türkiye’nin en hassas metal ve otomotiv işkolunu, Dünya ve Avrupa krizinin de devam ettiği yıllarda, 15 yıl boyunca bir tek işgünü kaybetmeden bu girdaptan çıkarmaya muvaffak olduk.

7 defa yapılan grup toplu sözleşmesinin muhatabının üç güzide İşçi Konfederasyonuna bağlı üç en kuvvetli sendika ile yapılmış olmasını da zikretmeden geçemeyeceğim. Şurasını da belirtmeliyim ki, MESS Grup Sözleşmesi yalnız metal ve otomotiv işkolunu kapsamakla kalmadı, pek çok işkoluna örnek sözleşme, yol gösterici sözleşme olarak adeta bir “patern setter” olarak ortaya çıktı.

Zor ama Koç Ailesi ile geçirdiğiniz zaman dilimini tek kelime ile özetlemenizi istersek sizden…

Mükemmellik…

Vinkmag ad

Read Previous

Salinger filminin fragmanı yayınlandı

Read Next

Herkesin Kendinden Bir Şeyler Bulabileceği 15 Öykü Kitabı

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *