Masal: Milletleri Bağlayan Ana Damar

Aslı söz olan ve doğal olarak sözel bir birim olan masallar, modern halkbilimin gelişmesiyle derlenerek yazıya geçirildi, söz yerindeyse zaptedildi.

Bence nasyonalizmin sökmeyeceği alanlardan biri de masallardır” der Nazım Hikmet derlediği ve kendince söylediği masallarının toplandığı kitabında. Şiire en yakın bulduğu edebi tür olan masalların, milletleri bağlayan ana damar olduğunu da ifade eder aynı önsözde.

Biz daha ilkokul yıllarında, taşların büyük kayalardan kopup parçalanarak oluştuğunu kumların ise aynı şekilde taşların maruz kaldığı fiziki değişimlerin zarif bir sonucu olduğunu öğrenmiştik. Mahlukatın bu kadim birimlerinde yasa böyle işler de, sanmayın ki insana doğrudan bakan kültür ürünlerinde sanatın anlatıya dönüştüğü alanlarda başkaca buyurur yasa. Devasa dağların ve sonrasındaki kayaların yerini kutsal olan anlatılar, mitolojiler ve kulaktan kulağa akıldan akıla planlanmamış bir şekilde aktarılagelen masallar alır kültür dünyasında.

Onların nerede başladığı ve nerede biteceği bilinmez, hangi duraklarda hangi donlara gireceği kestirilmez, hangi milletlerin kendisine hangi karakteri katacağı anlaşılamaz. Adeta herkesin olduğunun imzasıdır bu ele avuca sığmayış, formüllere aktarılamayış: Kyklops, Tepegöz’ün klonlanmış hâli; Yunan Alkestis, Türk Deli Dumrul’un ya da, Hint Savitri’nin ikiz kardeşi değildir. Öte yandan aynı insanî meselenin (ölmek, canı teslim etmek, fedakârlıkta bulunmak) aynı saftaki fakat farklı biçimlerdeki yansımalarıdır. Art niyeti, taassubu kendine düstur edinmeyen bir iz sürücü için bu yapının bir milletin anlatısından kopya edilmediği, aksine milletler üstü bir asıldan tüm toprakları ayrı ayrı suladığı şüphe götürmemecesine ortadadır. Sözün özü elimizde olduğu, kulağımıza çalındığı hâliyle masalların kendisi birer uyarlamadır. Fakat belli belirsiz değindiğimiz üzre tek merkezden, katı bir kontrole tâbi bir uysal uyarlama değil, ağır ağır aktığı binlerce yıllık zamanı ve milyonlarca kültür arazisini emerek kendince kazandığı yabani bir uyarlamadır.

Aslı söz olan ve doğal olarak sözel bir birim olan masallar, modern halkbilimin gelişmesiyle derlenerek yazıya geçirildi, söz yerindeyse zaptedildi. Bin pire gücündeki bilim insanları günü ay ederek devasa bir malzemeyi kolay ulaşılabilir kıldılar. Kendi disiplinleri ve metodları çerçevesinde hesabı  verilebilir bir derleme destanı yazdılar. Dünyada markalaşmış Grimm Kardeşler, Andersen masalları, daha yakın çevremizde Burton tarafından derlenmesi sonrasında ününe ün katan büyük anlatılar koleksiyonu Binbir Gece Masalları, yakın tarihlerde Calvino tarafından derlenen İtalyan Masalları varken, bizde de, Dede Korkut Hikâyeleri, Keloğlan Masalları, Nasreddin Hoca Fıkraları sırasıyla Muharrem Ergin, Tahir Alangu ve Pertev Naili Boratav tarafından titizce derlenerek dünya kültür mirasındaki kıymeti tartışılmaz yerlerini aldılar.

Sözün uçtuğu ve yazının kaldığını kazıdık her zaman aklımıza, bunun dayandığı paradigmayı sorgulamayı ise pek umursamadık. Zihinlerde yüzyıllardır anlatılıp tazelenerek korunan anlatının yazıyla sabitlenmesi sonrasında her nevi saldırıya açık kalacağını ve adeta yazılmış olma konforuyla zihinlerden de uzaklaştırılan anlatının bünyesinin mikroplara  -umursamazca hızlı bir tempoda yürütülen uyarlama faaliyetine- karşı gün geçtikçe savunmasız hâle geldiğini fark etmedik.

Nitekim yerel ölçekte değerlendirdiğimizde büyük bir saygı uyandıran halkbilim disiplinine dayalı derleme ve uyarlama faaliyeti adeta görmezden gelinerek, masallar hızlıca ve keyfi bir şekilde yeniden “uyduruldu” ve tonlarca farklı ismin kariyer planlarına alet edildi. Otantik yapısı, dokusu, zengin sözcük kapasitesi, fonetik esprileri, tekerlemeleri, hatta siyasi bağlamları dahi ihmal edilerek ruhsuz Keloğlanlar, destursuz Nasreddin Hocalar, fütursuz Bamsi beyrekler ve daha nice acaip garaib “nen”ler sökün etti. Hayatını an an, nefes nefes, milim milim bu işe vakfeden büyük ustaların her biri; Tahir Alangu’dan , Pertev Naili Boratav’a, masal deyince ismi de sanki bir masalmış gibi zihnimize zarif bir bağdaş kuran Eflatun Cem Güney’den, muhteşem Türk masalları derlemesiyle Naki Tezel’e, Allı ile Fırfırı’da tüketilemeyecek söz ve sözcükleriyle Oğuz Tansel’den, pek tabii büyük usta Nazım Hikmet ve kıymetli masallarına, hatta nisbeten daha mütevazı konumdaki ustalar olan Mükerrem Kâmil Su’dan, Hasan Latif Sarıyüce’ye karşı yapılmış had bilmez bir yayıncılık suikastine dönüştü.

Elbette karakterler üzerinde rötuşlar yapılabilir, bozkırda çalan kopuz, şehirde tıngırdayan uda, kanuna, yaylanan kemana hatta gitara dönüşebilir, zalim kral günümüz yöneticilerinin ünvanına terk edebilir yerini, alkız, allığı fazlaca kaçırmış bir rükuş züppeye dönüşebilir, uçan halılar, ışınlanma makinesinin önünde yere serilebilir, Nasreddin Hoca organize işlerin ipliğini pazara çıkarıp, Keloğlan’a yok pahasına satabilir, Deli Dumrul fedakâr karısına gönül indirmeden anti-aging ile çalımlayabilir Azrail’i ve bu liste ilanihaye uzayıp gidebilir peki ama bu masal o masal olmuş olur mu, gönlümüze çalabililir mi tutması kesin olan bir maya, ak sakallı dedemizi, sözünü kesmeden dinleme olgunluğuna eriştirir mi bizi ve dahası gene Nazım Ustamın dediği üzre milletler üstü olan o dağılmaz bağla bağlar mı bizi bu masal?

Adnan Saracoğlu
Latest posts by Adnan Saracoğlu (see all)
Vinkmag ad

Read Previous

Cem Adrian’dan Köy Çocukları İçin Konser

Read Next

The Capture’a İkinci Sezon Onayı

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *