
“Kırgın olduğumuzun farkında dahi olmadan kırgınız”
“Daha önceki romanlarımda hiç olmadığı şekilde, Kırgınlık’ta mavi renkli ejderhalar, gerçeküstü unsurlar var. Ya da, önceki romanlarımda çok daha temsili şekilde görünüp kaybolan gerçeküstücülük, burada daha görünür bir hal aldı.”
Eksik yaşanılan hislerin, hayatların, hikâyelerin izleğinde yol alan bir anlatı Kırgınlık. Roman sanatında öykülemenin, karakterin önemini tartışan, kurmaca ve gerçek arasındaki bağın esnekliğinden, görünmezliğinden ama aynı zamanda sertliğinden yola çıkan, odağına dili alan bir anlatı.
Nihan Kaya, Kırgınlık’ta insanın eksik, saklanarak yaşadığı hislerle metnin akışı arasında bağdaşlık kurarak ilerliyor. Saklanan hisler gibi akıbeti bilinmeyen insanların hayatlarından kesitler sunuyor. Kayıp çocuklar, ölen çocuklar, kulaktan kulağa ulaşırken değişen, efsaneleşen anılar, tek başına ayakta duranlar, yalnızlar etrafında örülen bir yakın tarih külliyatı Kırgınlık. Eksik yaşanılanlar eksik bırakılan hikâyelerde kendini görünür kılıyor.
Kırgınlık Eylül ayında çıktı ve kısa bir sürede tükendi. Şimdi 2. baskısı elimizde. Kitabın yakalamış olduğu bu başarıyı bekliyor muydunuz?
Bir kitap için buna başarı diyebilir miyiz bilmiyorum. Şöyle söyleyeyim: Bir yazarın tek, sadece tek görevi vardır: Kitabını en iyi şekilde yazmak. Bunun dışında hiçbir şey yazarın başarısı değildir. Kitabım okunduğu zaman tabii ki çok mutlu oluyorum. Ne de olsa kitap, okunsun diye yazıldı. Ama çok satılması kitabın başarısı mı, bilemiyorum. Daha az satmış kitaplarım Kırgınlık’tan daha mı az başarılıydı… Sanmıyorum.
Kitapla ilgili çok farklı yorumlar yapıldı. Örneğin bazı okurlar, kitabın parça parça öykülerden oluştuğunu iddia ettiler. Bazıları da kitabın anlatı tarzında olduğunu savundular. Benim fikrime göre bu kitap roman. Siz bu tartışmalara ne diyorsunuz?
Kırgınlık’ın roman olduğunun kolay anlaşılamamasını doğal karşılıyorum. Ne de olsa, alışılmış tekniklerden ayrı bir yapısı var. Kırgınlık’ın, roman olduğunu kendi kendisinin içinde iddia etmesinin hemen anlaşılamaması da doğal bu yüzden. Ben zaten Kırgınlık’ı roman türünü yeni bir form içinde tartışmak için bu şekilde yazdım. Metni roman beklentisine daha uygun bir şekilde de yazabilirdim tabii. Ama o zaman şimdi Kırgınlık üzerinden romanı, öyküyü, anlatıyı tartışıyor olmayacaktık. Bununla birlikte, Kırgınlık’ın her roman gibi bütünlüklü bir yapısı olduğunu savunuyorum. O bütünlüğün, alıştığımız gibi bir kahraman, bir olay örgüsü etrafında dönmek zorunda olmadığını göstermek istedim. Kırgınlık’ın merkezinin ne olduğunu, okura bırakıyorum. Okurun o merkezi ifade edemese dahi sezdiğini zannediyorum. Okurla kurmak istediğim bağ da bilişsel, duyusal olmaktan ziyade, sezgisel.
Kitabın ismini neden “Kırgınlık” koyduğunuzu okurlar anlayacaktır; ama ben size sormak istiyorum.
Madem öyle, kitaptan bir örnek vereyim. Geçtiğimiz Nisan ayında Mersin Üniversitesi’nin 9. Psikoloji Günleri etkinliğine katıldım. Orada cezaevi psikoloğu bir genç hanım, doğduğundan beri cezaevinden dışarı çıkmamış, beş yaşında üstün zekalı bir çocuğun, zeka testinde karşısına çıkan “perde” sözcüğünü bilmediğini örnek verdi. Bu psikolog hanım, çocuğa zeka testini uygulayan devlet görevlisine “Bu çocuklar perde nedir bilmez” demiş; “Burada perde yok ki. Bu çocuklar koğuş bilir, savcı bilir, havalandırma bilir.” Kırgınlık’ta bu diyalog aynı bu psikolog hanımın anlattığı gibi geçiyor. Bu sırada çocuk, oturduğu yerden, pencerenin önüne konan serçeyi seyrediyor. Psikologla devlet görevlisi konuşuyorlar, ve sessizce oturan çocuğun içinden, kalkıp o serçenin yanına gitmek geçiyor. Fakat çocuk oturuyor. O sırada yerinden kalkmasının uygun olmadığını biliyor çünkü. Psikologla devlet görevlisi konuşuyorlar, psikologla devlet görevlisi konuşuyorlar, ve aralarında sessizce oturan çocuk serçeyi seyretmeyi, onun yanına gitmeyi arzulamayı sürdürüyor. Serçe havalanıyor. Onlar hala konuşuyorlar. Çocuk onlar konuşurken, pencereden dışarı süzülüp kuşla birlikte uçtuğunu hayal ediyor. Onlar hala konuşuyorlar. Yaşadığımız gerçeklik, her gün buna benzer sayısız olayla çevrili tutuyor bizi. O çocuk gibi, kaçamadığımız, elimizi kolumuzu bağlayan, bizi kıran, inciten bir gerçeklik bu. Hepimiz bu gerçeklik içinde o çocuk gibi tutsak ve hepimiz o çocuk gibi kırgınız. Daha kötüsü, kırgın olduğumuzun farkında dahi olmadan kırgınız. Diğer yandan, çocuğun bu hikayesini duyduğumuzda her birimiz kırılıyoruz. Çocuk adına kırılıyoruz, ama o kırgınlığı kendi içimizde duyarak, içimizde o çocuğu bu gerçeklikten kurtarmak isteyerek kırılıyoruz o gerçekliğe. Yani bu kırgınlık hem kendi kırgınlığımız, hem değil. Korumak, kurtarmak istediğimiz, merhamet duyduğumuz, böyle kırılmasına üzüldüğümüz çocuk, hem kendimiziz, hem de değil. Romanımın anlatmak istediği kırgınlık, özetle, böyle bir kırgınlık diyeyim. Bir kimseye duyulan türde bir kırgınlık değil. Asla şahsi bir kırgınlık değil.
![]() Evrim Sayın’ın incelemesi için TIKLAYINIZ |
Hayata dair kırgınlıklarınız oldukça fazla mı? Yoksa insanın güçlü bir varlık olduğunu mu iddia edersiniz?
Kırgınlık ve güç, bence asla birbirine tezat değil. Hatta şahsi gücüm nispetinde kırgın olduğumu da söyleyebilirim. Serdar Ağbaba, Kırgınlık’ı okuyunca, şahsen hiç tanışmadığımız halde, sabırlı bir öfkeyle yazdığımı söylemişti. Onun çok hak verdiğim bu sözü üzerine düşününce, Paf’ın benim kırgınlığımın en somut temsili olduğunu fark ettim. Yani öfkem, kırgınlığım, dev, güçlü bir ejderha. Ama ne kadar dev, güçlü olursa olsun kimseyi incitmemiş, incitmeyi de hiç istemeyen bir ejderha. Yalnızca bir çocuğun yanında olduğu zaman, o çocuğu korumak ve mutlu etmek için kükrüyor. Ortada bir çocuk olmadığında ise, kükremesinin bir anlamı yok. Yıllardır, dünyaya küskün bir şekilde gözlerden uzakta bir mağarada kitaplarla yaşıyor. O mağaradan Nihan Kaya’ya mektuplar gönderiyor ve biz bu mektupları Kırgınlık gibi romanlar halinde okuyoruz.
Ben kitabı okurken çok keyif aldım. Hatta bazı bölümlerin altını çizdim. Defterime not ettim. Ara ara dönüp bakıyorum. Bu kitabın anlatım üslubunu Thomas Bernhard’a benzettim. Çünkü kitap iç bütünlüğe sahip fakat bölümler birbirinden bağımsız da okunabiliyor. Anlatım tarzı olarak, bazı ifadeleri tekrar tekrar kullanarak yinelemeler yapmışsınız. Bu bir nevi iç sayıklama gibi. Kırılgan insanlara has bir durum.
Ne güzel ifade ettiniz. Kırılgan kimseleri, hep bir şeylere takılıp kalmış olmakla suçlarlar. Ne güzel ki hala, bir şeylere takılıp kalabilen, onları es geçmeyen insanlar var. Birilerinin bir şeylere takılıp kaldığı gerçeğinden ziyade, neye neden takılı kalındığına bakabilsek dünya şimdi farklı bir yer olabilirdi. Ama maalesef herkes yürüyüp geçmek istiyor. Biz yürüyüp geçerken küçük bir çocuğun, yanına gitmeyi hayal ettiği serçenin de çocuğun hayaliyle birlikte havalandığını fark edemiyoruz bu yüzden. Kırgınlığım belki en çok buna.
Kırgınlık sizin önceki kitaplarınızdan biraz farklı gibi geldi bana. Burada başka bir soluk peşindesiniz sanki. Ve bu nefes size başka bir kapı açıyor.
Evet. Daha önceki romanlarımda hiç olmadığı şekilde, Kırgınlık’ta mavi renkli ejderhalar, gerçeküstü unsurlar var. Ya da, önceki romanlarımda çok daha temsili şekilde görünüp kaybolan gerçeküstücülük, burada daha görünür bir hal aldı. Kırgınlık kendi düzleminde, önceki kitaplarımdan daha konuşkan, daha asi, daha öfkeli. Kırgınlığı da bu asilik ve öfkeden doğan türde bir kırgınlık.
![]()
|
- Nihan Kaya: “Kırgınlığım, Dev Bir Ejderha” - 2 Kasım 2017