
Tiyatro ve operada sahnelenen, 1947 yılında sinemaya uyarlanan “Aspern’in Mektupları”, büyük bir yazarın elinden çıktığını her sayfasında belli eden güzel bir kısa roman.
Romanları üzerinde fikir birliğine varılmış bir yazar değildir Henry James. Kimileri onun katı biçimci, zarif ve romantik üslubunu göklere çıkarmış kimileri ise romanlarını hayattan kopuk bulmuştur. Ancak roman kuramına yaptığı katkıları inkar etmek mümkün değildir. Modern Amerikan romanının temellerini atmakla kalmamış romanın bir sanat dalı haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.
1843’te New York’ta doğmuştu Henry James. Zengin ve kültürlü bir ailenin çocuğuydu. 19. yüzyılın ünlü düşünür ve sanatçılarının ziyaret ettiği evlerinde küçük yaşlarda edindi kitap okuma zevkini. Babasının deyimiyle diğer kardeşleri gibi tam bir “kitap kurdu”ydu James. Abisi William, Psikoloji biliminin kurucularından sayılacak, kız kardesi Alice günlük yazarlığıyla ünlenecekti.
O yıllarda Amerikanın zengin kesimi için –belki de sahip olmadıkları aristokratik ünvanları o kültüre nüfuz ederek sağlamak dürtüsüyle– Yeni Dünya (ABD) ile Eskisi (Avrupa) arasında ilişki kurmak önemliydi. Henry James de küçük yaşlarda sıklıkla ziyaret edecekti Avrupa kültür başkentlerini. Cenevre, Londra, Paris, Bologna ve Bonn’da özel öğretmenler tarafından eğitilen James, gerçekten de geçmişin kültürününü, özellikle edebiyatını derinlemesine öğrenmişti. Öğrenmekle kalmamış edebiyat sevgisi tutkuya dönüşmüştü. Bu nedenle Harvard Hukuk Fakültesi’ndeki eğitimini yarıda bırakarak yazmaya başladı. Yirmi beş yaşına geldiğinde rüştünü kanıtlayacak, ismi ABD’nin en büyük öykü yazarlarından biri olarak sayılacaktı. Özgüvenini kazanmış bir halde 1869 yılında yeniden, (1904-1905 yıllarında yapacağı kısa ziyaretler dışında) bir daha dönmemek üzere ABD’den ayrıldı.
İlk durak Paris’ti. 19. yüzyılın ikinci yarısında, sanat ve kültürün zirve yaptığı Paris’te çağın en önemli yazarlarıyla tanışma fırsatı bulmuştu. Turgenyev, Zola, Maupassant gibi yazarlarla kurulan dostluk, James’in yazma arzusunu kamçılayacak, Londra’ya yerleşmesinin ardından, edindiği bütün deneyimlerle başlayacaktı romanlarını yazmaya. “Daisy Miller”, “Avrupalılar”, “Ambassadors”, “Güvercinin Kanatları”, “Bir Kadının Portresi”, “Washington Meydanı” gibi romanlarının yanı sıra novellalarıyla da büyük bir başarı kazandı. 28 Şubat 1916’da öldüğünde ardında romandan gezi notlarına, edebiyat eleştirisinden öykü ve tiyatro oyununa kadar geniş bir yelpazede çok sayıda eser –20 roman, 112 hikaye, 12 oyun ve dergilerde yayımlanmış sayısız edebiyat eleştirisi– bırakmıştı. 1920’lerde, 1930larda bir ara önemini yitirmiş, ancak Yeni Eleştiricilik akımının yükselmesiyle birlikte 1950’lerde itibarını yeniden kazanmıştır.
Tutkunun Romanı
Henry James romanlarının yanı sıra novellalar –kısa romanlar– da yazmıştı. “Aspern’in Mektupları”, kısa romanları arasında –“Daisy Miller” ile birlikte– en önemlisidir. Ve hemen ekleyelim, pek çokları için James’in novellaları romanlarından daha başarılıdır.
“Aspern’in Mektupları” 1888 yılında yazılmış. Yazarın ustalık dönemi ürünlerinden olmakla kalmayıp en sevdiği eserleri arasında da girmiş. Hikaye gerçek bir olaydan, Lord Byron’un Mary Shelley’e yazdığı mektupları bulmak için çabalayan bir Amerikalının kurduğu plandan esinleniyor. Ama işin gerçeklik yanının önemi yok. Esin perisi harekete geçmiş, James’e dramatik, derinlikli ve ışıltılı bir novella yaratma fırsatı sunmuş.
Hikayenin tarihsel geri planı 19. yüzyıl başlarına uzanıyor; dönemin büyük Amerikalı şairi Jeffrey Aspern’in bir aşkına. Yakışıklılığı ve romantik şiirleriyle kadınların kalbini kolay kazanan Aspern’in en büyük aşkı Juliana olmuştur. Şairin sevgilisine çok sayıda mektup yazdığı bilinmektedir. Ancak yüzyılın sonuna gelindiğinde Aspern’in ne sevgilisine ne de mektuplarına dair kesin bilgilere ulaşılmış değildir.
Amerikalı genç bir editör şairin büyük aşkı Juliana Bordereau’nun hâlâ hayatta olduğunu, yeğeniyle birlikte Venedik’te yaşadığını öğrendiğinde büyük bir heyecan yaşar. Şairin hayranıdır ama daha önemlisi editörlük tutkusudur. Avcılık dürtüleri uyanmıştır. Mektupları bulmak ve yayınlamak kör bir tutkuya dönüşecek ve Venedik’e gelerek sahte bir kimlikle Bn. Bordereau’nun eski, büyük evine kiracı olarak yerleşecektir.
Hikayenin bundan sonrası avcı ve avı arasındaki kovalamacaya dönüşüyor. Mektuplara ulaşabilmek için asıl avlanması gereken Juliana’nın yaşı biraz geçkin yeğeni Tina olunca, avlanma yöntemi de değişmiştir. Güçlü ve akıllı bir kadın olan Bn. Bordereau’nun inadını kırmanın zorluğunu fark eden genç adam Tina’yı baştan çıkarmayı bile göze alacaktır. Hayatını halasına bakarak geçiren deneyimsiz Tina, gözüne ışık tutulmuş bir tavşan kadar savunmasızdır. Böylece insani hırsların körelttiği ahlaki zemine sıçrar hikaye. Açıkça dile getirmeyerek vicdanının sesini bastıran editör, ima yoluyla Tina’yı halasına ihanete zorlayacaktır. Oysa mektupların varlığı bile belirsizdir. James, bu belirsizliğe Bordereau’ların evinin kasvetli havasını da katarak okuyucu beklentisini bastan sona diri tutmasını biliyor…
Henry James Karakteristiği
Her Henry James anlatısı gibi, “Art of Fiction”da yaptığı tanıma uygun, kusursuz bir kurgu; Ne demişti “Art of Fiction”da James; “Roman aynı zamanda sanat olduğundan, içindeki kişiler, olaylar, olayların geçtiği yerler, konuşmalar bir bütün oluşturacak biçimde kaynaşmak zorundadır”. Romanlarında böyle bir kaynaşmayı sağlamak için zaman zaman hayattan uzaklaşan, yapıntı karakterler yaratan James, daha kısa anlatılarında aynı hataya düşmüyor. Her ne kadar “Aspern’in Mektupları” da kapalı bir mekanda, az sayıda tuhaf karakter arasında geçse de, hikayenin esas olarak tek bir meseleye ve kısa bir zaman dilimine odaklanması biçimin hikaye üzerinde tahakküm kurmasını engelliyor. James’e oyun yazarlığının sağladığı sahne kurma becerisini, bir evde geçen bir hikayede daha derinden hissedebiliyoruz.
“Aspern’in Mektupları”nda bir tek mekanda üç insanın birbirini kesen üç ayrı trajedisine tanıklık ediyoruz. Ölüme yaklaşmış ihtiyar kadının artık çok gerilerde kalmış aşkına dair anılarını nakite çevirme arzusu; hayat acemisi Tina’nın yalnızlık korkusu; ve editörün her ne pahasına olursa olsun mektupları elde etme hırsı… Gündelik hayat içinde her an karşılaşmasak bile, insana özgü bu duygular keskinleştikçe bencilliğe, iki yüzlülüğe, yalanlara, kısacası ahlaki zaaflara açılıyor James, bir kez daha Avrupada yaşayan Amerikalıların iç dünyalarında dolaşıyor, kadın karakterleri öne çıkarıyor ve mekanı roman kişileri kadar iyi kullanıyor. “Aspern’in Mektupları”nda Venedik kenti atmosferi roman kişilerinin ruh halleriyle kaynaşmış;
“Venedik’te sabırlı olmayı gerektirmeyen hiçbir işe girişemezdiniz ve ben burayı çok sevdiğimden onun ruhuna uygun uzun erimli bir mücadeleye hazırdım. Bu ruh hali bana sürekli eşlik ediyor ve teşvikçim olan büyük şairin yeniden hayat bulan -dehayla aydınlanmış- ölümsüz yüzüyle bakıyor gibiydi. (…) Giriştiğim bu tuhaf iş Venedik’in genel romantizminin ve ihtişamının bir parçası haline gelmişti -hatta geçmişte sanatın hizmetine girmiş olan herkesle aramda gizemli bir arkadaşlık, manevi bir kardeslik kurul duğunu hissediyordum. Onlar güzellik uğruna, sadakat uğ runa çalışmışlardı; peki ben bundan başka ne yapıyordum Jeffrey Aspern’in yazdığı her şeyde bunlar vardı ve benim tel yaptığım onları gün ışığına çıkarmaktı.”
Forster “Roman Sanatı” kitabında James’in roman anlayışının Fransız ve Rus yazarlardan, özellikle Flaubert ile Turgenyev’den etkilendiğini belirtir. James’i bu yazarlara çeken konularını işlemekte gösterdikleri özen, sanata verdikleri önemdir. “Aspern’in Mektupları”ında konusunu kuşatmada gösterdiği beceri söz konusu etkinin olumlu bir yansıması. Kuşkusuz James’in becerisinin bize ulaşmasında Hasan Fehmi Nemli’nin başarılı çevirisinin de rolu var.
Tiyatro ve operada sahnelenen, 1947 yılında sinemaya uyarlanan “Aspern’in Mektupları”, büyük bir yazarın elinden çıktığını her sayfasında belli eden güzel bir kısa roman.
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017