
Çağdaş edebiyatımızın en velûd kalemlerinden Selim İleri. Roman, öykü, deneme, şiir, anı, senaryo, inceleme-araştırma türünde onlarca eser verdi. ‘O Aşk Dinmedi’ diyerek yazma tutkusunu bir an bile kaybetmediğini ifade eden İleri, 50. Sanat yılını kutluyor.
Değerli okurumuzun bahtına da Selim İleri ile yaptığımız röportaj düşüyor.
-
Yazmak eşittir nedir sizin için; tek kelimeyle?
Mutluluk.
-
Peki ya okumak?
Tek sığınak.
-
Âşık olduğunuz ilk kitabı hatırlıyor musunuz?
Ömrüm boyunca birçok kitaba âşık oldum, ilki Reşat Nuri Güntekin’in Kirazlar öyküsüdür. 9 yaşımda okumuş, fakirliğin arkasındaki acıyı anlatan o hüzün dolu o hikâyeden çok etkilenmiştim. Yazma dürtüsü Kirazlar ile başladı, bana bir rota çizdi.
-
Yazmayı en sevdiğiniz tür hangisi; roman, hikâye, deneme, şiir, senaryo…
Roman. Şiir yazdığıma bakmayın; o bir heves, özlem. Romanlarımda şiirsel anlatım olduğunu söyleyenler oldu. Hatta Atilla İlhan “Bazı cümlelerin var ki o cümleleri alt alta dizsen şiir çıkar.” demişti. Birçok büyük şaire hayranım, onlara erişemeyeceğimi bildiğimden şiirden kaçmayı tercih ettim. Öyküyü de seviyorum fakat yazarken zorlanıyorum.
-
Her türde yazabilen velûd bir kalemsiniz. Kalemin küstüğü dönemler oluyor mu?
Oluyor. Kalemin küstüğü dönemler olduğu gibi fazla yazdığımı düşünüp üzüldüğüm dönem de oluyor. Hayatımı edebî yazarlıkla var etmeye çalıştım. Gençlik yıllarımda bunun sakıncaları oluyordu. Hayal ve Istırap, Hürriyet Gazetesi’nde tefrika edilmişti, tefrika yetiştirme zorunluğundan dolayı üzerinde çalışmanız gereken yazı her zaman istediğiniz gibi olmayabiliyordu. Hayal ve Istırap ile Ölünceye Kadar Seninim romanlarımı iki kez yazdım, iki şekliyle de yayınlandı.
-
Kalem, neye binaen küsüyor size?
Sanıyorum, bu küsme hayatın yeknesak olduğu dönemlere denk düşüyor. Her şey problemsiz geliyor ve dürtücü bir şey kalmıyor. Yazmanın metafizik olduğuna inanıyorum. Bir şey düşünürsünüz, zihninizde planlarsınız, cümleleriniz hazırdır fakat oturursunuz hiçbir şey çıkmaz. Yahut çıkar, sizin hayal ettiğinizle alakası olmaz. Bazen de bir an gelir, kendi yazınıza yetişemezsiniz. Orada bilemediğiniz bir metafizik güç sizi alır götürür.
-
Bir hafta yazamazsanız… Yazma nöbetleri geçirir misiniz?
E artık geçirmem ☺ Geçmişte hep ‘tekrar yazamazsam’ korkusu vardı. Artık öyle endişem yok, yeterince yazmışım.
-
Gönlünüzde en müstesna yere sahip eseriniz hangisi?
Yarın Yapayalnız, Bir Denizin Eteklerinde ve şu an adı belli olmayan yazım süreci devam eden kitabım. İnsan son yazdığını son evladı gibi gördüğü için çok seviyor.
-
Peki, yabancı hissettiğiniz eseriniz?
Ölüm İlişkileri ile Yalancı Şafak… İkisinin yeni basımlarını yaptırmıyorum, onlar artık birer anı. Ölüm İlişkileri gençliğin pervasızlığıyla yazılmış, özel hayatlara fazla girilmiş, gaflarla dolu. Dönüp bakmak istemediğim bir kitaptır. Yalancı Şafak üzerine aziz dostum Füsun Akatlı çok önemli bir eleştiri yazısı yazmıştı ve çok haklıydı. Tekrar elden geçirilebilirdi ama ona gerek duymadım.
-
Arada kaybolduğuna inandığınız kitaplarınız var mı?
Evet, arada kaybolduğuna inandığım kitaplarım oldu. Kafes çok önemsediğim bir roman, ölü bir kitap olarak kaldı. Gençlik yıllarımdan kalan Bir Akşam Alacası’na da bir değerveriş olmadı.
-
Yazdıklarınızı kaybettiğiniz oldu mu hiç? Teknolojik sakarlık diyeceğim ancak bilgisayar kullanmadığınız hepimizin malumu.
Evet, bilgisayar kullanmıyorum. Denedim fakat bilgisayarın karşısına geçtiğimde cümle kuramıyorum. Ekranı kapatarak yazmayı denedim, yine olmadı. Uğraşmaktan vazgeçtim. Atilla İlhan’ın o şekilde kaybettiği bir 20 sayfa var ☺ Atilla Abi, bilgisayarla yazmaya ilk geçenlerdendi. Nasıl olduysa yazdığı romanın 20 sayfası kaybolmuştu. Uzmanlar geldi, bilgisayarı inceledi ama kayıp sayfalar bulunamadı. O 20 sayfayı tekrar yazmıştı. Benim kaybolan yazılarım olmadı. Daktiloyla yazmaya devam ediyorum, şerit bulmak zor, onu da İngiltere’den sipariş ediyorum.
-
Sizi ‘Türk edebiyatının arkeoloğu’ ya da belleği olarak tanımlıyorlar. Siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz?
Teşekkür ediyorum. Umarım hak etmişimdir. Güzelliği paylaşma tutkum var. Hakkı yenmiş, unutulmuş, kenara bırakılmış yazarları şairleri elimden geldiğince yeniden gündeme getirmeye çalışıyorum sadece.
-
Necatigil’le muzip bir anınız var mı?
Muzip anı yok. Necatigil’de muzip bir şey bulmak zordur. Çok ağırbaşlıydı, özenliydi, dünya nimetleriyle işi yoktu, derviş gibi yaşadı.
-
Cemal Süreya sizin için ne ifade ediyor?
Çok şey. O dönemin saygın edebiyat dergilerinden olan Papirüs’ü o yönetiyordu. Geniş yelpazesiyle çok ufuk açtı bana.
-
Peki, Oğuz Atay…
Öyle soylu ve yüce ruhluydu ki ölümcül hastayken beni affedebildi.
-
Sinemaya uyarlanan edebiyat eserlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Herkes eleştiriyor. O eserin yeniden gündeme gelmesi ve yeni kuşakların tanıması açısından kazanç olduğunu düşünüyorum.
-
Selim İleri imzasıyla bir film daha görebilecek miyiz?
Serra Kerimzade isimli genç bir arkadaşımızın yardımıyla üç senaryo yazdım, belli kişilere verdik olmadı. Bu yaştan sonra elimde senaryolarla dolaşıp uğraşmıyorum. Devir çok değişmiş, teknik olanakları yüksek, dünyayı algılayışı çok farklı. Ben yeşilçamın dünyasına hayrandım.
-
Her gün binlerce kitap basılıyor. Yeni nesil yazarlardan dikkatinizi çeken var mı?
Hürriyet Kitap’ta buna yer veriyorum. En son Fatih Baha Aydın’ın Bîhaber romanını okudum ve çok beğendim.
-
Güncel ve moda olanla yetinen bir okur kitlesi var. Okura dönük bir eleştiriniz var mı?
Var. Güncelle kendilerini sınırlayarak yazık ediyorlar. Çok yüksek bir edebi mirasımız var, bugünün okuru çoğundan habersiz.
-
Selim İleri Okuma Kılavuzu hazırlasak önereceğiniz ilk üç eseriniz hangileri olur?
Bunu cevaplamam tevazu dışı olur. Israrınızdan ötürü Ayşe Sarısayın’ın 50. Sanat yılım için hazırladığı ‘O Aşk Dinmedi’ kitabını söyleyebilirim.
-
Son romanınız Sona Ermek bir veda olarak nitelendirildi. Öyle mi sahiden?
Veda etme niyetim yok, Allah ömür verirse yazmaya devam ediyorum.
![]() |
“İSTANBUL CİSME BÜRÜNSE KIRIK BİR BİBLOYA BENZERDİ”
-
17 yaşındaki Selim’i karşınıza alsanız ona neler söylerdiniz?
Ne cesaretle yazar olmak istediğini sorardım. O cesareti bugün gösterebilir miyim bilmiyorum. Başımdaki kavak yelleriyle üniversiteyi bırakıp yazar olacağım dedim. Bu kararımdan hiç pişman olmadım. Yetenekli olup edebiyat dünyasında kaybolup gitmeye yazgılanmış çok insan tanıdım. Ben bu açıdan şanslıydım. 17 yaşındaki Selim’e kalıcı olanın peşinden gitmesini, zamanı iyi kullanmasını söylerdim.
-
O yıllarda “50 yaşında şöyle olmalıyım?” şeklinde bir konumlandırma var mıydı zihninizde?
Yoktu. Hala 68 yaşında olduğuma inanmıyorum. Yaşımı bedenen algılıyorum da ruhen algılayamıyorum. İçimde 20’lik delikanlı var.
-
Bir başka yüzyıla gidecek olsanız bu, hangi yüzyıl olurdu ve kiminle ahbap olmak isterdiniz?
Katherine Mansfield güncesinde, “ Ah Çehov neden öldünüz? Akşamları sizinle karşılıklı oturup konuşabilirdik.” der. Bundan çok etkilenirim. Mansfield ile sohbet etmek isterdim. Sami Paşazade Sezai’yi, Halit Ziya Bey’i tanımayı çok isterdim. Birçok büyük edebiyatçıyı tanıdım, ne yazık ki şimdi ayrılıklarını hissediyorum. Dönem olarak 1930’lar olabilir. Türkçe tangoların, hem beste açısından hem güfte açısından çok rağbet gördüğü bir dönem. Bana en çekici gelen galiba o Türkçe tangolar.
-
İstanbul cisme bürünse neye benzerdi sizce?
Kırılmış çatlamış bir biblo ama ihtişamını hala koruyan bir biblo. Kırılmıştır, yapıştırılmıştır ama hala kendi kendine var olmaya çalışıyordur.
Fotoğraf: Sevde Nur Tunç
- Selim İleri: “Yazarken bilmediğiniz metafizik bir güç sizi alır götürür” - 24 Temmuz 2018
- Şermin Yaşar, Tarihi Hoşça Kal Lokantası’nı anlatıyor - 18 Haziran 2018