Sessiz Kalanın Ağzından Öyküler: Pembe Kızıl

pembe kızıl_onMelike Belkıs Aydın’ın Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nde ‘Dikkate Değer’ bulunan dosyası Pembe Kızıl Notabene Yayınları’nca kitaplaştırıldı. Öykülerde günümüzün kaybolmuş/yenilmiş insanı mercek altına alınıyor. Bu öznelerin çoğunun kadın olduğu gerçeği dışında Aydın’ın yenilgi tahayyülünün bir kadınla çok daha kolay biçimlendiği ortada… Bir ülkede kadınlık sürekli çerçevelenir ve marjinalleştirilirse, kadınlığın öyküsü de doğallıkla bir varlık sorunu olarak belirir.

Bunu biraz açmak gerekiyor. Aydın’ın karakterlerinin özelliği kaybetmeleri değil, yokluğa, yoksunluğa ve bu koşullar altında hayata bakış şekilleri… Yokluk yoksulluk değil, şu hayatta hiç kimse ve hiçbir şey olma hali. Görünmez, dikkate değmez, en kolay gözden çıkarılabilir ve en zor kabullenilebilir olma hali. Bu halin modern yaşamın olağan sonucu olduğu gelecek akıllara. Ancak yazar, o kapıyı açık bırakmamış. Yokluğun gerekçeleriyle gövde kazanmasının öyküleri bunlar. Sevilenin gözbebeklerinde bir türlü görünememe, ya da onun gözünde geçici bulunulan bir kentteki geçici sevgili olma, teyzelerin aşağılamaları, aldatılma, önemsenmeme hemen her öyküde bir sevilenin bedeninde somutlanıyor. Hiçlik hissinin verdiği sıkıntının öyküleri değil bunlar, hiçliği deneyimlemenin öyküleri. İşte bu cesaret gerektiren öyküler, aslında bu hiçliğin mağdurlarının mağduriyetleriyle verdikleri etkin ya da pasif mücadeleyi anlatıyor.

Hane İçi Mutsuzluğumuz

Kitap dörder öykünün yer aldığı üç bölümden oluşuyor. Birinci Bölüm “Çehreleri Eskimiş Apartmanlar”da, genellikle bekâr, genç yetişkinlerin oturduğu orta sınıf apartman bloklarının öyküleri yer alıyor. Mahalle kimliğine sahip olmayan bölgelere inşa edilen bu bloklar, aile kuramamış ya da henüz aile kuramamış, hatta bir süreliğine bu ülkeye gelmiş yeni kuşak bireylerin yalnızlığıyla özdeşleştirilmiş sanki. Çamaşırlarını evin yakınındaki bir çamaşırhanede yıkatan bu insanlar, duygusal yakınlık da kuramamakta, boşluğu birbirlerine ait nesnelere dokunarak telafi etmeyi denemektedirler. Sevgilinin bıçağı, ya da platonik olarak âşık olunan kişinin kirli çamaşırları, samimiyetin yerini almaktadır. Yalnızlıkla pervasızlaşan, “mahrem”e kaynaklık eden “bir aradalık” fikrini kaybeden birey, kirli çamaşırlarla bile iletişim kurabilmektedir artık. Bu mutlak yoksunluğun yarattığı hezimet duygusudur. Karşıtı olan “zafer” fikri ise çok uzakta bulunan belirsiz birtakım “öteki”lere isnat edilir; sevgilinin Lübnan’daki “asıl” sevgilisi, sevilenin sevgilisi, sevilenin âşık olduğu “öbür kadın” ya da izlenen kadının sevgilisi…

Gerçekten güncel yaşantımızı ve yaşama bakış açımızı gözden geçirme zamanımız gelmiş olabilir. Hepimiz bir şekilde hiç kimseyiz ve hepimiz tanımadığımız birtakım kişilere, sarışın plaza yöneticilerine, evlilere, varsıllara, yükseköğrenimlilere, sanatçılara, mesleği sayesinde ülkeyi ve dünyayı gezebilenlere ya da sade yaşantısı olanlara tarifini kendimiz de iyi bilmediğimiz bir zafer ve mutluluk isnat ediyoruz. Oysa onlar da bizim kadar mutsuz. Belli belirsiz bağlarla birbirinin devamı ya da bir başka öznenin gözünden aynı öykünün farklı boyutları oldukları izlenimi yaratılan öykülerde, aslında kimsenin “kazanan” olmadığı sezdirilir, belli belirsiz.

İkinci bölüm “Evlerdeki Hayatlar” ise büyüteci bu kez “ailelere” tutuyor. Bekârlar böyle yaşıyor, ya aileler yalnızlığı aşabilmiş midir? Tabii ki aşamamıştır. Ailenin doktora aşamasına gelebilen yükseköğrenimli ilk bireyi evine yabancıdır. Annesine yabancıdır, çünkü çok istenen yükseköğrenimin kaynak teşkil etmesi beklenen itibar, sürekli hatırlatılan “ben sana vezir olamazsın demedim, adam olamazsın dedim” deyişiyle belirsiz bir koşula bağlanmıştır. Kaldı ki özel yaşamında da sürekli doldurması olanaksız bir eksiklik (daha zengin, daha güçlü, daha iyi ailelere mensup öteki kadın-lar) isnadına maruz kalmaktadır. Bir başka öykü kocasının sürekli aldattığı ya da en azından sürekli aldatıldığını tahmin eden bir ev kadınına aittir. Erkeklerde de durum farklı değildir aslında, evliliklerin tek bağı birlikte gidilen market alışverişi olmuştur yıllar içinde. Bu öykülerin hepsini biliyor olabilirsiniz. İşte bütün korkularınızla baş başasınız, diyelim ki her şey kötü gitti… Halinizi kendinize itiraf edebilecek misiniz, yoksa ince bir rekabetin sürdüğü çocukluk ailenize mi sığınacaksınız, gidecek bir yeriniz, bir eviniz var mı sahiden? “Gerçek bir evin ne demek olabileceğini düşünmeye başlıyorum. İnsanın birden fazla evi olabilir mi? Belki ev denen şey insanın geçmişini biriktirdiği bir yapıdır, banyolardaki kirli sepetleri gibi.” (s. 28.) “Gerçek bir ev, neresi olabilir sahiden? Dönülecek yer mi? “Dönecek bir ev olunca mı yola çıkılabiliyor?” (s. 28.)

O zaman üçüncü bölüme geçin ve “Yarı Açık Perdeler”den bir komşunuza göz atın… O bekleyen, uman ve sonra düş kırıklığına uğrayan, sizin gençliğiniz olmasın sakın? Bizim gençliğimiz yani… Başlamadan bitiren, masaya oturmadan kaybeden biz yüzyılın mutsuzları, hani ne yapsa bir yeri eksik kalan… Çünkü önüne sürekli yüksek, daha yüksek standartlar konan… Görev listesiyle (oku, evlen, çocuk yap, kocanı/karını elinde tut/ para kazan/daha çok para kazan/ iyi çocuklar yetiştir/ anne ve babanı aş!) doğan… Sonuç olarak hane içlerinde mutsuzuz, bu bir gerçek.

pembe_kızıl_g

Susmanın Halleri

Öykülerin genellikle öznenin kendi kendine konuştuğu, kendine anlattığı anların kurgusu olması, kitapta sık yinelenen “susma” eylemiyle yakından bağlantılı. Bizler, yaşama karşı parmak kaldırmayı, ona itiraz etmeyi isteyen, hedefleyen kişiler olmayı isteriz ancak eğitim sistemi ve toplumsal mekanizma çoğu kez itirazlarımızı bastırır ve bizi “hizaya getirir”. Pratikte konuşuyormuş, bağırıyormuş gibi yapıp susan/susturulan kişilerizdir. Yazar özne ya da öznelerse, pasif direniş önerisiyle ortaya çıkarak, yani taammüden, bir tepki olarak susmayı seçiyor. Susuyor ve saçını pembe kızıla boyatıyor.

Bağıranlar meydanda… Bir de susanlara bakmak gerek: Susan kadınlar dırdırcılarından daha tehlikelidir, bunu bilmiyordu.” (s.18.) “Tırnaklarınızı uzatmanın size yakışacağını söylediğinde, biraz önceki konuyu geçiştirmesine duyduğunuz kırgınlıktan susardınız.” (s. 15.) “O fotoğraflar ki ileriye doğru saymaya onlardan başlanabilirdi, eski yemek masası benim izlememi izlerken teyzelerin yargılamasında susma hakkımı kullanmama yardım edeceklerdi.” (s. 62.) Pembe kızıl ise toplumumuzun marjinal kabul ettiği renklerden biri. Yazar özne bu zor saç rengini bir tavır olarak görüyor. Susan öznenin aksine bağıran bir renk pembe kızıl. Demek istediğim, saçları pembe kızıl olan birinin değil bağırmak, ağzını açmasına bile gerek yok, saç sürekli konuşuyor zaten, hem de oldukça yüksek bir tonda… Yoksa pembe kızıl patlamanın rengi mi?                           

  • Pempe Kızıl
  • Yazar: Melike Belkıs Aydın
  • Yayınevi: Nota Bene Yayınları
  • Sayfa Sayısı: 136
  • Baskı Yılı: 2015
Gülce Başer
Latest posts by Gülce Başer (see all)
Vinkmag ad

Read Previous

Kopuş, süreklilik ve süreksizlik bağlamında “Modernizmin Serüveni”

Read Next

Dünyayı Roman Kurtaracak

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *