
Sherlock Holmes bugün hala dünyanın en tanınmış detektifi. Yüzlerce fan kulübü, dikilmiş heykeli, Baker Street sokağında yüzyıl önceki haliyle korunan bir evi var.
19. Yüzyılın sonlarında amatörce yazılan bir hikaye ile başlayan Sherlock Holmes efsanesi, polisiye edebiyatın –D.Hammet, R.Chandler, A.Christie, G.Simenon, P.Highschmith gibi- en parlak yazarlarının yetiştiği bütün bir 20. Yüzyıl boyunca ihtişamını hiç yitirmedi. Maceraları hala ilgiyle izleniyor, romanları satılıyor, fimleri, çizgi filmleri, TV dizileri yapılıyor, taklitleri üretiliyor, üzerine tezler, makaleler, kitaplar yazılıyor… Kısacası Sherlock Holmes sadece edebiyatın değil, üç farklı asır görmüş bir kurmaca karakter olarak sosyolojinin ilgi alanına giriyor.
Bizi ilgilendirin vakanın edebiyat yanı. Viktoryen çağlardan çıkıp gelmiş sevimsiz bir İngiliz züppe tiplemesinin dünyanın her köşesinde yıllar boyunca sevilerek okunmasını/izlenmesini sağlayan nedir? Biraz daha genelleştirelim; bir kurmaca karakterin yüzyıllara, yaşlılığa, ölüme meydan okuması nasıl mümkün olabilir?
Yukarıdaki soruların yanıtları üzerinde düşünmek edebiyatın dinamiklerini kavramak açısından iyi bir başlangıç noktası. Bir kutbuna edebiyatın büyülü gücünü, zıt kutbuna edebiyat endüstrisinin doyurulmaz iştahını yerleştirerek bir dolu yanıtı var. Ancak bu yazıda yanıtlar üzerinde değil, Sherlock Holmes efsanesinin Türkiye’deki yansımaları üzerinde durmak istiyorum.
Artur Canon Doyle
Hakkaniyetli davranarak kahramandan önce yaratıcısıyla başlayalım. Mezar taşına bakın neler yazdırmış; “Yaman Çelik, Keskin Bıçak, Arthur Canon Doyle, Şövalye, Vatansever, Doktor Ve Edebiyatçı”. Kahramanı kadar narsist olduğu için mi yoksa mizah duygusunun zenginliğinden mi geliyor sıfatlar bilmiyorum, ama kahramanı gibi renkli bir kişiliği, heyecanlı bir hayatı olduğu biyografisinden anlaşılıyor.
1859 yılında İskoçya’da doğan Canon Doyle tıp eğitimi gördü, bir süre Batı Afrika sahillerine gemi hekimliği yaptı, 1882’de Portsmouth’ta muayenehane açtı. Hikayelerini hasta beklerken yazıyordu. 1887 yılında yazdığı “Kızıl Dosya” adlı hikayesinde Sherlock Holmes’a hayat verdiğinde mesleği de, kaderi de değişecekti. Hikayenin gördüğü ilgi ve yeni hikaye talepleri nedeniyle doktorluk ikinci plana düşmüştü. Sonuçta 4 roman 56 hikayelik bir Sherlock Holmes külliyatı ile polisiye edebiyat tarihine adını yazdırdı. İşin tuhafı elde ettiği bu başarıdan pek de memnun değildi. 1891’de annesine yazdığı bir mektupta artık Sherlock Holmes’tan kurtulmak istediğini, bu romanların daha iyi şeyler yazmasını engellediğini belirtmişti. Nitekim 1893’te yayımlanan bir hikayede Sherlock Holmes’ü bir şelaleden aşağı yuvarlayıverdi. Ama ölmemişti Holmes, yazarının hain komplosuna rağmen hayatta kalmayı başarmış, okuyucuların baskısı sayesinde maceralarını sürdürmüştü.
Sherlock Holmes’tan yakasını kurtaramasa bile, Canon Doyle farklı alanlara yöneldi. Şiirler, oyunlar, tarihi romanlar, bilimkurgu romanları yazdı. Bunlardan en önemlisi 1912 yılında yayımlanan –ve sıklıkla sinemaya uyarlanan- “Kayıp Dünya” romanıdır. Ancak bu roman bile yazarın ve diğer eserlerinin akibetine uğramış, Sherlock Holmes’ün gölgesinde kalmıştır.
Her yaşta, her yerde, her devirde
Nasıl kalmasın? Sherlock Holmes bugün hala dünyanın en tanınmış detektifi. Yüzlerce fan kulübü, dikilmiş heykeli, Baker Street sokağında yüzyıl önceki haliyle korunan bir evi var. Edebiyat ve sinema endüstrisinin yıllardır vaz geçemediği bu tuhaf kahramanın her yıl beş milyon kitabı basılıyor dünya üzerinde. Hakkında yazılan kitap sayısı on binlerle ifade ediliyor ve Sherlock Holmes sinemada en çok canlandırılan (yetmiş beş oyuncu tarafından iki yüzden fazla filme uyarlanmış) karakter olarak Guinnes rekorlar kitabına girmiş durumda. Efsane 2012 yılında, kimisi orijinal kimisi taklit çok sayıda romanda, filmde, TV dizisinde birbirinden çok farklı görüntülerle, çok farklı macerasıyla Türkiye’de karşılığını bulmuştu. Halen de çok sayıda yayınevi Sherlock Holmes romanları yayımlamayı sürdürüyor.
En popüler alanla başlayalım, sinemayla: 2009 yılındaki filmin devamı olarak 2011’in son günlerinde gösterime giren “Gölge Oyunu”nu 2012 yılında izleme fırsatı bulduk. Senaryo zamansal ve mekansal olaraka aslına sadık kalmakla birlikte Sherlock Holmes efsanesinin aşırı yorumuydu. Bazı maceralarında düşmanlarıyla fiziksel olarak da karşı karşıya gelmiş, zaman zaman silah kullanmaktan kaçınmamış olsa bile, Sherlock Holmes’ün karakteristiği atletik yetenekleri ve dövüş sanatlarındaki becerisi değildi. Oysa “Gölgeler Oyunu”nda karşımıza çıkan Holmes –hatta Watson- tiplemesi fazla enerjik. Günümüz bilgisayar oyunlarını andıran sahnelerde oradan oraya sıçrayan Holmes’ün akıl yürütmeleri ikinci planda kalmış. Belli ki Sherlock Holmes’ü hiç okumamış, eski filmlerini hiç izlememiş yeni bir izleyici kuşağı hedef alınarak çekilmiş “Gölgeler Oyunu”. Sherlock Holmes efsanesini hem yağmalıyor hem içini boşaltıyor; tıpkı bizim “edebiyat uyarlaması” yerli dizilerin eski Türk klasiklerine yaptığı gibi…
Buna karşılık Sherlock Holmes’ü 21. Yüzyıla taşıyan, Holmes’ü 21. Yüzyıl teknolojisiyle donatan, hatta Sherlock Holmes hakkındaki kökleşmiş inançlarla zaman aman dalga geçen TV dizilerinde sonuç daha başarılı. Mesela “Elemantary”de çağdaş bir Holmes portresi bulacaksınız. Londra’dan ayrılıp New York’a yerleşmiş, Scotland Yard yerine NYPD ile çalışıyor. Dr. Watson da yanında; ama cinsiyeti değişmiş Watson’un. Güzel bir kadın olarak eşlik ediyor kahramanımıza. Sonuç hiç fena sayılmaz.
Farklılıklar edebiyat alanında da sürüyor. Mesela Anthony Horowitz’in “İpek Evi”, Rodolfo Martínez’in “Ölülerin Bilgeliği” ve “Şairin Ayak İzleri” romanları Sherlock Holmes’tan esinlenerek kaleme alınmışlar. Anthony Horowitz Arthur Conan Doyle Vakfı tarafından “onaylı”!… Vakıf 125 yıllık tarihinde ilk kez yeni bir Sherlock Holmes romanının yayımına onay vererek bu işe Horowitz’i atamamış. Orijinaliyle birebir uyumlu yeni bir Holmes macerası. Rodolfo Martínez ise daha yaratıcı; İspanyol yazar Doyle ve Lovercrfat esinlenmeleriyle kendine özgü bir Holmes yaratmış. Zaman çizgisini de biraz ilerletmiş. Mesela “Şairin Ayak İzler”nde İç Savaş yıllarında (1936) İspanyaya gelen Holmes, artık yaşlı bir adam ama gençliğindeki kadar kıvrak bir zekası var.
Benim Sherlock Holmes’um
Orijinali, yani Canon Doyle’un Sherlock Holmes’ü; uzun boylu, elinde büyüteci, ağzında piposu, başında avcı şapkası, üzerinde pelerinli pardesüsü ile –herhalde yaşadığı çağda bile- sokaklarda kolay rastlanılamayacak ama kolay kolay da unutulmayacak bir tipti. E. Allan Poe’nun Auguste Dupin karakterinden esinlenerek yarattığı bu kendini beğenmiş, ukala detektifi 1857’deki ilk macerasında Watson’un ağzından şöyle tanıtıyordu Doyle; “Boyu bir sekseni geçiyordu, öyle ki, eğildiğinde bile uzun boylu görünüyordu. Zeka pırıltıları okunan gözleri, etkileyiciydi. Şahin gagasına benzeyen ince burnu, tüm yüz görünüşüne atiklik ve karalılık ifadesi veriyor, çıkık ve sivri çenesi de bir adamın kararlılığına işaret ediyordu”
Holmes’un maceralarının anlatıcısı Dr. Watson, bilim adamı olmasına rağmen olayları doğa üstü güçlere yormaya yatkın bir adam. Olayların çözümü için Holmes ile birlikte hareket ediyor, maceralara katılıyor, kimi zaman Holmes’ü ölümden kurtaran rolünü üstleniyor. Sadece bu kadar değil; çok önemli bir görevi daha var Watson’un; Sherlock Holmes’un karakter ve davranış özellikleriyle taban tabana zıt kişiliği sayesinde Holmes’un karizmasını ve çözümlemelerinin etkisini arttıran bir işlevi vardır öykülerde. Ayrıca, her öykünün sonunda, olayın ne olduğunun okuyucuya açıklanmasında aracı –dinleyici- rolünü oynar, arada bir üstlendiği ayak işleriyle arkadaşına yardımcı olur. Watson’un düşüncesindeki basitlik (aslında normal bir insan olması) Sherlock Holmes’a iham verecek, daha doğrusu olayların yanlış yorumlanmasının kaynaklarını gösterecektir. Bu şablon neredeyse bütün Sherlock Holmes hikayelerinde titizlikle korunmuştur. Canon Doyle bir yanıyla Dr. Watson’dır, diğer yanıyla Sherlock Holmes.
Canon Doyle’un Poe’dan etkilendiğini belirtmiştim. Biraz da Gabardiou etkilerinden söz edilebilir. Ancak Doyle bu iki yazarı da biraz da şaka yollu eleştirir satır aralarında. Şaka kısmını bir kenara bıraktığımızda, “gerçekçi bir etki yaratabilmek için belli şeyleri ayıklayabilmek gerekir” fikriyatından hareketle, gerçekten de ustalarına göre çok daha hedefe kilitlenmiş polisiye hikayeler yazmıştır.
Tutkulara, duygulara, metafiziğe hiç yüz vermeyen Canon Doyle’un hikayelerinde hiç bir fazlalık bulamazsınız. Buna karşılık ayrıntıları çok zengin ve çok işlevseldir. Bakın ayrıntılardan nasıl sonuçlar çıkarıyor Holmes; “Gözlerim bana, sol ayakkabının yanında, tam ışığın vurduğu yerde, ayakkabı derisinin üzerinde neredeyse paralel altı kesik bulunduğunu gösteriyor. Kurumuş çamuru çıkarmaya çalışmış beceriksiz birinin elinden çıktıkları açık. Bu yüzden çift akıl yürütmeyle, kötü bir havada dışarı çıktığını ve Londra’nın en kötü temizleyicisine sahip olduğunu çıkarıyorum. Mesleğine gelince; tentirdiyot kokan, sağ işaret parmağında siyah bir gümüş nitrat lekesi ve şapkasının sağ tarafında, steteskobunu saklamış olduğu yeri belli eden bir şişkinliği olan bir beyefendi odama girdiğinde, onun bir tıp adamı olduğunu anlayamama için aptal olmam gerekiyor”…
Evet, her ayrıntının bir açıklaması var, ama sonuçta böyle bir akıl yürütmenin kendisi biraz abartılı değil mi? İşte bu nedenle Holmes’un hem alegorik hem parodik bir şahsiyet olduğu iddia edilebilir. Bir yanıyla aydınlanma felsefesinin temsilidir. Ama tepeden tırnağa rasyonel akıl kesilmiş bir detektif tiplemesi yaratmasına rağmen doğa üstü olaylara merakı ve inancı olan Doyle bunu olumlamak için mi, yoksa alaya almak için mi yapmıştır bilemiyoruz. Sherlock Holmes hikayelerine biraz da şaka karıştığını düşünmeden edemiyorum. Gothic bir atmosfer altında, inanılmaz hatta uçuk denebilecek bir analitik çözümleme ile muammayı halledip bizi hayrete düşürürken, okuyucuda bu akıl yürütmenin olamayacağına ilişkin bir düşünceyi tetikleme ve bu üstün akılcılıkla dalga geçme duygusunu yaratma işlevi görmüyor mu?
- Mary Shelley’in Yaratığı - 4 Şubat 2018
- Jules Verne’in Fantastik Dünyası - 28 Kasım 2017
- Dorian Gray’in Portresi; Yazarını Yok Eden Roman - 19 Ekim 2017
One Comment
Selamlar
Eşşiz bir Holmes incelemesi olmuş bu kadar derinlikli bilgiye nasıl sahip oluyorsunuz bilmiyorum sanırım çok okuyorsunuz ve yazınızda çok vurucu can alıcı bu güzel yazı için sağolun…
Holmes aslında bir dedektif değil bir ip cambazı bilim adamı kıvraklığıyla incelediği olayları muhteşem akıl yürütmesiyle nerdeyse tam isabetle tutturması bulması fevkalade hoş.Konuların çok çarpıcı olması olayların kısa yazılmış olması metinlerin yazarın ne kadar çevresini keskin gözlerle incelediği açık bence bunun üstüne polisiye yok varda onlarda aşk entrika da var ama bu sırf polisiye ,herkese iyi okumalar
NOT; Keşke bütün cinayetler romanlarda kalsa ve dünyamız adi şiddetin ve savaşların olmadığı bir gezegen olsa…
Saygılarımla