Uçurumun Kıyısından Notlar

Emrah Serbes, altıncı romanı  “Müptezeller”de hayata tutunmaya çalışan bir gencin dramını anlatıyor. Yeraltı edebiyatı içinde değerlendirebileceğimiz “Müptezeller”de en diptekilere yer vermiş Serbes.

Roman kahramanının ağzından aktarılan ve çok hızlı akan hikayede bir üniversite öğrencisinin birkaç yılına eşlik ediyoruz. Serbes, kahramanının ismini sonlara doğru açıklamış ama özeti kolaylaştırmak açısından Bakır Arslan ismini daha baştan telaffuz etmek zorundayız. Onunla Antalya’da turistik bir otelde garsonluk yaparken tanışıyoruz. Okulla işi bir arada götürmeye çalışan, aslında pek okula uğramadığı için boş vakitlerini Antalya bitirimhanelerinde değerlendiren, ağzı az buçuk laf yaptığı için bu çevrelerde sevilen bir genç. Nasıl bir çevre olduğunu Bakır’ın ağzından dinleyelim;

Benim takıldığım pasajda Lık Lık Birahanesi gibi daha memur işi, ucuzcu yerler vardı. Agora meyhanesi, Zekai Baba’nın Yeri, Yolcu Birahanesi falan hep bizim oradaydı. İç karatıcı yüzler, ümitsiz bakışlar ve canlı enkazlar da, yılların sildiği, boku, teri, kusmuğu ve sarhoş gözyaşlarının kokusu da bizimleydi tabii.

Öfkeli, atak ve inatçı bir genç Bakır. Bunun nedenlerini Yalova depreminde yıkılan evlerine, işinden atılan babasının mutsuzluğuna, çocukluğunu gönlünce yaşayamamışlığına bağlamak mümkün. Ancak söz konusu kişilik özellikleri alkolle ateşlendiğinde başı beladan kurtulmuyor. Nitekim “masum” bir şaka sonunda kendisini  Antalya Kepez E tipi Cezaevi’nde bulacaktır. Hapishane cehenneminden kendince bir hayat deneyimi elde ederek çıktığında Antalya’yı terk etme kararı almıştır. Annesinin yanına döner ama burası da dar gelir Bakır’a, üçüncü gün valizini toplayıp “Dil Tarih Tiyatro’ya, yazarlık bölümüne” girme kararıyla Ankara’ya yollanır. Burada Antalya’daki hayatına rahmet okutturacak kadar sefil durumlar yaşar. Bir yanda okulu ve roman yazma gayreti, öte yanda parasızlık, alkol ve uyuşturucu ihtiyacı genç adamı bunalımlara ve iç hesaplaşmalara sürükleyecektir;

Kendini bu kadar alçaltan biri, kendi kendini bu kadar aşağılayan biri, daha diğerleri buna yeltenmeden bu aşağılamayı kendi kendine yapan biri, üstüne de bundan zevk alan biri insan olabilir mi? Maskarayım lan ben, Antalya’da da milletin maskarasıydım, kraldım diye anlatıyorum şimdi. İki bira ısmarlayana her türlü maskaralığı yap, kendini sevdirmeye çalış. Gurur mu kaldı bende kırılacak. Yalan, yalan, yalan Yaşadığım yirmi iki yılın hepsi tek tek yalan! Yazar olmaya geldik buraya, burada da milletin maskarası olacağız. Para lazım bana. Güzel hikayeler yazmak için para lazım. Az da olsa düzenli bir para. Sıcak bir oda. Başka bir iş yapamam ben artık, başka maskaralık yapamam. Gidecek başka yerim yok. Özlediğim hiçbir yer yok. Çocukluğumu özlemiyorum. Doğduğum kenti özlemiyorum. Ben nereyi özleyeceğim be Karabüklü?

Ankara’da geçen zor yıllar… İzbe bodrum katlarında, kötü bir bilgisayarda roman yazma çabaları, para bulmak adına girilen tehlikeli ilişkiler…. İki yılda Ankara’yı da tüketir Bakır. Sıra İstanbul’u denemeye gelmiştir.

Emrah Serbes’in romanı (mı?)

Emrah Serbes, 1981 Yalova doğumlu. Bir süre Antalya Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü’nde okudu. Okulu yarım bırakıp Ankara Üniversitesi DTCF Tiyatro Bölümü’nü bitirdi. Gazete ve dergilerde söyleşi yazıları ve tiyatro eleştirileri yayımlandı. İlk romanı “Her Temas İz Bırakır” (2006) ile başladığı “Ankara Polisiyeleri” dizisini “Son Hafriyat” (2008) ile sürdürdü.  “Erken Kaybedenler” (2009) ve “Hikayem Paramparça” (2014) adlı hikaye kitaplarının ardından “Deliduman” (2014) ile yeniden roman yazmaya dönen Serbes, “her gün çocukların öldürüldüğü bu ülkede ne yazabilirim. İki sene sadece boksla ilgileneceğim” diyerek yazmaya ara verdiğini açıklamıştı. Ne var ki iki senenin sonunda yeni bir romanla döndü edebiyat dünyasına.

Yukarıdaki Emrah Serbes biyografisi ile “Müptezeller” romanın özeti arasındaki benzerlikler çok açık. Hatta bu benzerliklerin altını bilhassa çizmiş Serbes ama doğrusunu söylemek, daha doğrusu hakkını teslim etmek gerekirse belli ki derdi kendisini anlatmak değil. Asıl meselesi hikayesi anlatılmayanların, lümpenlerin, berduşların, dibe vuranların hayatlarını edebiyata taşımak. Bu açıdan bakıldığında “Müptezeller” yeraltı edebiyatının iyi bir örneği.

KitapEki’ndeki bir önceki yazım yeraltı edebiyatının önemli isimlerinden Ingvar Ambjornsen’in “Gece Gündüzü Düşlüyor” romanı üzerineydi. O yazıda Ambjornsen’in içinden çıkıp geldiği bir dünyayı anlattığını söylemiş ve söyleşisinden şu alıntıya yer açmıştım; “Beni Beyaz Zenciler ve Son Tilki Avı’nı yazmaya iten ‘70’li yıllarda yayımlanan kitaplar oldu. Bu kitaplar blöf doluydu. Uyuşturucu cehennemlerini anlatan uyduruk anı defterleri, filan. Her şeyin bombok çevreler olarak anlatıldığı bu kitaplar beni çok öfkelendiriyordu. İnsan her yerde insandır. İnsan bilmediği şeyleri yazmaya çalışmamalı. Ben bunları hem bildiğim, hem de takıntım olduğu için yazdım.

Emrah Serbes’in niyetinin de farksız olduğunu söyleyebilirim. Yeraltına “şık”lık olsun diye inmemiş. Yargılamak ya da güzellemek derdi de yok. Medyadan, reklamlardan, hatta romanlardan fışkıran steril insan manzaralarının aksine bu ülkede böyle insanlar ve hayatlar da olduğunu gözler önüne seriyor. Emrah Serbes bu tarz hayatlara ilgisini “Erken Kaybedenler” ve “Hikayem Paramparça” adlı hikaye kitaplarında da göstermişti. Ne var ki  hikayelerde anlatılanlar kaybetmenin kıyısında duruyorlardı, “Müptezeller”in kahramanları cehennemi yaşıyorlar. Buradaki “Cehennem” nitelemesi dışarıdan bir bakışı yansıtıyor. Serbes ise bu bu yaşantının da bir yaşantı olduğunu,  bu insanların da düşleri, umutları, neşeleri, aşkları, hüzünleri, onları ayakta tutan sıcak dostlukları olduğunun farkındalığıyla yazmış “Müptezeller”i;

Çukurun içinde olduğunu bilirsin çoğu zaman ama keyfin yerindedir. Çünkü seni ilgilendiren küçük zaferler ve düş gücüdür. Dünya nimetleri onların olsun dersin (…) Çünkü seni ilgilendiren sevinç,neşe, ruh, aşk ve danstır acılardan önce ve acıların içinde. Çünkü seni ilgilendiren güçlü bir yaşama arzusu ve keşfetme arzusudur nalları dikip de toprağın altına girmeden evvel, doyasıya yaşamaktır seni ilgilendiren.

İçeriden yazılmış, çok hızlı akan, sert, duygu ve düşüncelerin güçlü ifadelerle dile getirildiği bir anlatı. Ancak roman tekniği, özellikle kurgu açısından eleştirilecek noktalar var. Olayları soluklanmadan anlatmak istemiş Serbes. Olaylar arda arda sıralarken araya iki yıllık bir boşluk girmesini hiç önemsememiş. Oysa yirmili yaşlarda bir delikanlının hayatına odaklanan bir romanda iki yıl hiç de azımsanmayacak bir zaman dilimi. Kısacası zaman ve mekanın değişimine karşı statik kalıyor Bakır Arslan. Serbes’in romandan ziyade hikaye anlatmaya yatkın olduğunu düşünüyorum. Keşke “Müptezeller”de zayıf ipliklerle birbirine bağladığı olayları bağımsız hikayeler biçiminde kaleme alsaymış.

  • Müptezeller
  • Yazar: Emrah Serbes
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Ekim 2016
  • Sayfa Sayısı: 163 Sayfa
  • Yayınevi: İletişim Yayınları

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Canavarın Çağrısı

Read Next

Kavşak: Bell Rock (Çankaya), Five Hills (Beştepe)

Leave a Reply

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *

Follow On Instagram