Şilili yazar Isabel Allende, Türk okur tarafından ve değer gören bir isim. Can Yayınları’ndan İnci Kut çevirisiyle yayımlanan son romanıyla da kendi çizgisini devam ettiriyor.
“Nathaniel, aklının berraklaştığı mucizevi bir anda acıdan bulanıklaşmış gözlerini açtı, tek bir sözcüğü sessizce telaffuz eder gibi dudaklarını kımıldattı: teşekkürler.”[1] Isabel Allende’in Japon Sevgili romanının sonlarında yer alan bu cümle, içtenliği, naifliği ve roman kapsamındaki önemiyle kendini açıkça ortaya koyuyor. Allende’in II. Dünya Savaşı; Amerika’daki cinsel, ırksal ve toplumsal dönüşüm; Orta Doğu’da yeni devletlerin kurulması; savaşlar ve yıkımlar üzerine kurduğu romanı, aynı zamanda insanı birey yapan yanları da içeren karakterleriyle okuru cezbediyor.
Şilili yazar Isabel Allende, Türk okur tarafından ve değer gören bir isim. Can Yayınları’ndan İnci Kut çevirisiyle yayımlanan son romanıyla da kendi çizgisini devam ettiriyor. Kıtalar arasında mekik dokuyan, yeni bölümlere geçerken yeni ülkelere ve kültürlere, bununla beraber yeni sorunlara ve insanlara yelken açan kitapta zengin bir karakter kadrosu mevcut. Üstelik her biri kendine ait eğilimiyle diğerlerinden ayrılacak denli belirgin. Bunlar arasında Belasco Ailesi, erkeklerinin genetik ve karakteristik olarak ortak bir şema çıkarmasıyla diğerlerinden ayrılıyor. Isaac, Nathaniel, Larry ve Seth üzerinden devam eden ailenin soyu, hep evin tek erkek çocuğu üzerinden aktarılıyor. Nesillerin roman boyunca nasıl değiştiğine şâhit olunurken aynı zamanda dünyanın da nasıl bir süreçten geçtiği görülebilir. Isaac, kurduğu hukuk şirketiyle giderek zenginleşen bir ailenin işlenen ilk karakteri olarak öne çıkarken ailesine de saygınlık ve ün kazandırır. Nathaniel ve Larry ailenin bu gelişmiş yanını devam ettirirken Seth onlardan yer yer ayrılır. Tüm bunlarla beraber tüm bu erkek karakterler eşlerine bağlılıklarıyla, yardımseverlikleri ve çalışma azimleriyle öne çıkar. Ayrıca hepsinin iş ve aile dışında ilgi duyduğu bir alan var olup bu konuda profesyonele yakın bir eğilim gösterirler. Bu zengin karakterler romanın içine beraberinde birçok örgüyü de getirir. Allende’in erkek karakterleri için tercih ettiği bu tutum, düşüncelerini belli bir sistem etrafında yoğunlaştırdığını da gösteriyor.
Allende’in tüm dünyayı sarmalayan, kültürleri buluşturan, onların değerlerini farklı biçim ve içeriklerde ortaya koyan bir roman yazdığı söylenebilir. Romanını aslında Belasco Ailesi ve Amerika üzerine kurarken onlara eklediği İrina Bazili karakteri ile metnini Avrupa ve Ortadoğu’ya açar. Kitabın ana karakteri olarak ön plana çıkan Alma, Yahudi kökenli biri olarak II. Dünya Savaşı’nda varlıklı bir ailenin çocuğuyken anne babası tarafından Amerika’daki teyzesinin yanına gönderilir. Anne baba Aushwitz’de onları bekleyen mutlak sona doğru ilerlerken ailenin diğer üyesi Samuel İngiltere’ye yollanır, orada İngiliz Hava Kuvvetleri’ne katılır ve savaşa doğru yelken açar. Bir ailenin savaşla nasıl yok olup dağıldığı gözükür. Avrupa’daki bu ailenin her ferdi savaşın farklı yönüyle karşılaşır. Savaş, insanın aklını kaçırmasına yakın bir şeydir. Bir delilik hâlidir. Bunun belki de en çarpık örneği olarak Samuel belleğini yitirirken savaştan sonra hayatına hiçbir şey hatırlamayarak başlar. Onun bu her şeyi “unutuş”u bir yandan savaşın insan üzerindeki yıkımını gösterir. Arından Mossad’a katılımı, kurulan İsrail için yaptıkları romana birçok meselenin girmesini sağlar. Böylelikle okur bir ânda San Fransisco Köprüsü’nden Filistin’de bir mücadeleye, Aushwitz’de bir direnişe tanık olur. Bunlara gizemi bazı karakterler tarafından yıllarca korunan “Japon sevgili” ve Japonya eklenir.
Amerika tarihi, özgürlüklerle olduğu kadar belli dönemlerde ortaya çıkan dayatmalarla da öne çıkar. Allende romanında II. Dünya Savaşı’nı işlerken bunun Amerika’ya yansımalarını gösteriyor. Ichmei Fukuda ve ailesinin yaşadıkları uzun uzun anlatılırken gördükleri muameleler, insanların onlara karşı tutumu, ailenin kendini toplayabilmesi için nesillerin değişmesi gerektiği öne çıkar. Ailenin Japonya’dan Amerika’ya göç edip yerleşen ilk ismi olan Takao Fukuda, savaştan sonra kendini toplayamaz ve hayatını hüsran içinde tamamlar. Onun nesilleri aşan ve bir sembol hâline gelen ata yâdigârı “samuray kılıcı” da elden ele geçerek bu topraklardaki serüvenine devam eder. Japonya’da samuray ustalarının ellerinde dövülen kılıcın Amerika’daki macerası ailenin dönüşümünü özetler. Takao döneminde saklanmak için toprağa gömülen kılıç Ichmei tarafından çıkarılır ve aile sunağına konur. Böylelikle aile dirilir ve yeniden güçlenir. Ekonomik güç bunun peşinden gelir. Kültürlerin ve ülkelerin birbirine bağlandığı yerde kılıcın önemi ve ifade ettiğini anlam öne çıkar.
Romanda en çarpıcı konulardan biri aşktır. İnsanı olduğundan başka biri yaptığı kadar gerçeklerle yüzleştiğinde sorguyu başlatan bu aşk, özellikle Alma ve torunu Seth’le paralel bir ilerleme gösterir. Roman da aşk da gerçekten hiçbir zaman kopmamakla beraber gerçeğin sıkıcı bir tekrarı olmaktan uzaktır. Aşkın nasıl ve kimle yaşanabileceği konusu oldukça farklı örneklerle ortaya konur. Eşcinsel ilişkiden töresel evliliklere kadar birçok ilişki kendine yer bulur. Önemli olanın aslında ırk, cins, din değil de insanın kendisi ve duyguları olduğu ortaya çıkar. Alma gibi güçlü bir karakterin bile yoksulluktan çekinerek hareket ettiği görülür, bunu kendisi de itiraf eder. Dolayısıyla her şey okur için de makuldür, aşkın dayatıldığı bir ortamdan uzaklaşılmıştır. Bu da yazarın birçok şeyi birbirine bağladığını ve ortaya dünyaya saçılmış bir ağ koyduğunu gösteriyor.
Kaderle insanın ilişkisi tarih boyunca düşünülmüş, tartışılmıştır. Birçok farklı yaklaşımdan bahsedilebilir. Allende bir yanıyla bu ilişkiye yaslanır. Her karakter bir yandan kaderini yaşarken öte taraftan onu peşinden sürükler. Kimse yaşadığı hayattan pişman değildir, bilakis onu istedikleri gibi biçimlendirmesini bilirler. Bu konuda öne çıkan ve romanın bir başka ayağını oluşturan konu sırlardır. Her karakterin yaşamının sonunda ortaya çıkan sırlar taşıdığı görülür. Yazar bu konuda ketum davranıp hepsini hayatlarının son deminde olduğu gibi açar. Dolayısıyla herkesin kırılma noktalarına sahip olduğu kadar büsbütün açılması için tüm hayatlarına yayılmış bir yapıyı barındırdıkları söylenebilir.
Isabel Allende’in Japon Sevgili isimli romanı zamanı ve coğrafyayı iç içe geçirerek hareket eden, savaşın ve yıkımın peşinden başka kurulmaların ve yapılanmaların geleceğini gösteren, insanın birey olarak kendi hayatını var etmede özgür olabileceğini ortaya koyan bir eser.
[1] Isabel Allende, Japon Sevgili, Can Yayınları, Temmuz 2017, syf: 317.
|
- Reading Zindanı Balladı; Yaşa(na)mamış Hayatlara Ağıt - 24 Nisan 2018
- İnsan Kaderi Nereye Sürüklerse; Isabel Allende ve Japon Sevgili - 19 Eylül 2017
FACEBOOK YORUMLARI