Murat S. Dural, Ağustos ayı içerisinde okuduğu kitapları Kitap Eki için yorumladı. Farklı kategorilerde yer alan kitaplar konularıyla ilgi çekiyor.
Merhaba. Ağustos ayı içerisinde yaptığım okumalarım ile yine karşınızdayım. İsterseniz zamanınızı almadan hemen listeye geçelim, ne dersiniz?
1. Ötekiler – Asuman Sarıtaç
Ağustos ayındaki ilk okumam Asuman Sarıtaç’ın beni çok şaşırtan kalın romanı “Ötekiler – (Tılsımın Ateşi)”. Açıkçası ne diyeceğimi ne yazacağımı şaşırdığım bir roman. Bu cümleden sonra söyleyeceğim bazı şeylerin yanlış anlaşılmamasını umuyorum. Öncelikle: çok beğendim. Kıyıda köşede kalmış böylesi fantastik, korku öğeleri içeren bir kitaba rastlamak hazine bulmak gibi. Asuman Sarıtaç anladığım kadarıyla Malatya’da yaşayan, muhafazakar bir kardeşimiz. Ancak kitabı okurken bir iki yer hariç hayal ve kurgu gücünün sınırları tüm ön yargıları yakıp yıkıyor. Onda göründüğünden çok daha fazlası var. Cinler üzerinden böylesi gelişkin bir evren kuran çok ama çok az insan biliyorum. Din kitaplarından yaptığı alıntılar çok doğru, düzgün. Ama oraya saplanıp kalmamış, geliştirmiş. Kırılmalar, sürprizler çok iyi ayarlanmış. “Hele o final, hele o final!” diyorum. Dili su gibi akıyor. Uzun olmasına rağmen (daha kısa olabilirdi belki) hızlı ve keyifle okunabiliyor. Ben Asuman Hanımefendi’nin hayal gücüne bayıldım. Şimdi gelelim o “yanlış anlaşılmamasını umuyorum” kısmına. Çok çok az yapmasına rağmen inanan ve inanmayanları, Müslüman ve münafık cin / insanları bazı durumlara, çok katı sınıflamalara ayırması bana itici geldi. Ancak, bilmiyorum kendi farkında mı, insani ya da cinni haris duyguları, psikolojik öğeleri çok iyi kullanıp bunu yumuşatmış. Bir süre sonra hiç rahatsızlık vermedi. Karakteristik ayrıntılar güzel işlenmiş. Sertliğe takılmıyorsunuz. Son bir iki cümle daha kurmak istiyorum. Asuman Sarıtaç bence burada bizlere hayal gücünün bir kısmını sergilemiş. İçindeki şeyleri dışarıya bırakır, daha serbest uçarsa nice dağı, nice uçurumu onun anlatımı ile keşfedebiliriz. Ve sürpriz, yakında serinin ikinci kitabı geliyor. Kısacası, kendisini yakinen takip edeceğim.
2. Geceye Övgü – Şima Özgürler
İkinci kitabım Şima Özgürler’in “Geceye Övgü”sü oldu. Bilgi Üniversitesi’nde “Karşılaştırmalı Edebiyat” üzerine lisans, İstanbul Üniversitesi “Kadın Çalışmaları” bölümünde yüksek lisans ve şimdi Manchester’da “İngiliz Dili ve Edebiyatı” bölümünde doktora. Şima Özgürler iyi bir gotik yazarı. Akademik bakış açısı onu daha da özel kılıyor. Aynen sevdiğim öykü ve romanların sahiplerinden, kendini Gotik’e vermiş akademisyen Uğur Kılınç gibi. Tanışmalarını çok istiyorum. Kitap boyunca romanın uzun olduğunu düşündüm ancak finale yaklaştıkça Şima’nın hayal gücüne kendimi bırakmam gerektiğine ikna oldum. Çok sevdiğim Funda Özlem Şeran (Ecel) ve Orkide Ünsür (Lamia) gibi iki kadın gotik & fantastik yazara bir üçüncüsü eklendi. “Geceye Övgü”de dil, akışkanlık, kurgu gerçekten iyi. Dediğim gibi bana uzun geldi ama bir romandan istenecek her şey gibi uzunlukta aslında önemli. Bu anlamda uzunluğu çok uygun. Sevgili Şima’nın farklı bakış son derece davetkar, insanı içine alıyor. İlerde çok daha iyi, beş yıldızlık nice romana, öykü kitabına imza atacağına eminim. Ağustos ayı okumaları takipte olacağım yazarlar getirdi bana. Ne güzel.
3. O Öyle Olmadı – Ercan Y. Yılmaz
Ercan Y. Yılmaz’ın “O Öyle Olmadı”sı gündeme dair, tarihten alıntılı, yaşanmışlıkların içinde yer değiştiren, birbirini, hatta “belki” kendi kuyruğunu kovalayan öykülerden oluşuyor. Okunması zorlu bir süreç ama uzunluğu çok tadında ve dil, kurgu gittikçe aydınlanan tabloya daha da anlam, lezzet katıyor. Bazı kitaplar okurun hayal dünyasını zorlamadan başlar ve gittikçe kendi dünyasına alıştırarak ağırlaşır. “O Öyle Olmadı” ise bence tam tersine gidiyor; önce oldukça zor bir aleme gidiyoruz, ardından, alıştıkça okuma kolaylığı sağlıyor. Kitabın sonunda “Tam alışmıştım bitti…” dedim. Yakın dönemde ülkede yaşanan olayları kendi gözü ve kurgusu ile aktaran bir yazar Ercan Y. Yılmaz. Son olarak, kitabın değil ama yazarın pek çok edebiyat ödülünün olduğunu önemle belirtmeliyim. Başka kitaplarını da tercih edebilirsiniz.
4. Tanrı’nın Temsilcileri – Kutsal Topaloğlu
Kutsal Topaloğlu’nun “Tanrı’nın Temsilcileri” Polisiye, gerilim, büyülü gerçeklik sevenler için bir seçenek olabilir. Türü için fantastik diyemiyorum çünkü fazlasıyla realist bir noktada duruyor. 422 sayfanın neredeyse 20-25’i büyülü gerçeklik, 380’i polisiye, son 20-25 sayfası ise gerilim, büyülü gerçeklik, fantazya(???) olma iddiasında. Şahsen tam olarak yerini kestirememiş bir roman diyebilirim. Buna rağmen dili son derece akıcı, kurgusunda sıkıntı görsem bile bana günde 200 sayfa okutabilecek kadar aksiyonu yüksek. Amerika, Türkiye, Suriye, Irak haritasındaki kovalamaca, yol öyküleri gayet güzel. Karakterler fazla derin değil ve fazlasıyla “bildimcik”. 22 yaşındaki bir çocuğun kirli sakalı ya da hayatı açıklayabilecek felsefi düşünceleri olması gibi. Hani büyümüşte küçülmüş derler ya, tüm karakterler böyle diyebilirim. Bu hissi verdiği için birden bire çocuklaşıyor birden bire büyüyorlarmış hissi yaratıyor. Ama yazarken hangimizin hatası yok ki? Eğer yukardaki türleri beğeniyorsanız zaman ayırabilir, Türkiye’de bunları yapmaya çalışan bir insana destek verebilirsiniz. İlerde yazacağı eserlerin çok daha iyi olacağına eminim.
5. Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda – Ezgi Polat
Ve bu ayın en iyilerinden, Ezgi Polat’ın Can Yayınları’ndan çıkan eseri “Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda”. Üstelik ilk kitap. Yaşamın koşturması içinde dikkat etmediğimiz şeyler, bakıp görmediğimiz ayrıntılar, en azından milyarlarca başka hayat. Kimi zaman fazla ilgiliyiz kimi zaman ise onlara karşı çok ilgisiz. Aynalara baktığımızda bile gerçekten kendimizi göremez, kendimize kolaylıkla yalanlar söylerken “diğerleri”ni görmek, anlamak, anlatmaya kalkmak daha da zor. İşte Ezgi Polat Can Yayınları’ndan çıkan kitabı “Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda” ile bunu harika bir şekilde yapıyor. Eserleri aynı yayınevinden çıkan çok sevdiğim yazar Deniz Tarsus’u tanıyor mu bilmiyorum ama tanışmadılarsa tanışmalılar. Dilini, derinliğini çok beğendiğimi söylemeliyim. Karakterlerin derinliği, melankolisi, “normal hayat” dediğimiz ama içinde barınan kaoslar, labirentlerle bir bulmacaya dönmüş, gündelik sıkıntıların ve suskunlukların içindeki insanları çok güzel tasvir ediyor. Ayrıntılarda gizli şeyleri canlı, bir film karesiymiş gibi aktarıyor. Bence ilk kitap için oldukça iyi bir giriş. Tahmin edin ne yapacağım; kesinlikle takipte olacağım.
6. Korku Yokuş Aşağıydı – Anıl Mert Özsoy
En iyiler sona toplanmış gibi bir durum oldu. Bu da benim şansım. Anıl Mert Özsoy ve “Korku Yokuş Aşağıydı”… Açık konuşacağım, kelimeleri bu kadar iyi yoğurup kurgulayan yazar azdır. Anıl Mert Özsoy ilk kitabı “Korku Yokuş Aşağıydı”da bunu fazlasıyla başarmış. Dilinin şiirselliği, konuları aktarmaktaki özgünlüğü gerçekten başarılı. Naçizane, tek sıkıntım öykülerde ve öykü geçişlerinde kurgunun beni yorması oldu. Fakat durum olumsuz değil, anlamlar ve kelimeler çok derin. Arada sırada eline alıp okuyası, başka anlamlar çıkarası geliyor insanın. Bu geçişlerde okurun yorulma ya da kopma tehlikesi olabilir. Ve genel anlamda tek bir şey söylemem gerekirse Anıl Mert Özsoy benim bayıldığım bir şey yapmış; kendi özgünlüğünden ve gerçeğinden ödün vermemiş. Asuman Sarıtaç’a önerdiğim gibi; kendini rahat bırakıp serbest uçmuş. Bu onun özgün, saf evreni. Bunun ne kadar özel ve değerli olduğunu görmeliyiz. Saygıyı hak ediyor. Gerçeğini bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyorum. Elini sıkmadan bir nebzede olsa onu tanır gibiyim.
7. Pireler Terk Etmeden – Kaan Koç
Başarılı şiirleri, bu türde yazdığı öyküleri, kitapları ile tanıdığımız Kaan Koç “Pireler Terk Etmeden” öykü kitabı ile bizlerle. Önceden şiirlerini okumadığım Kaan kitabı vasıtasıyla bana hem şiirini hem de öykücülüğünü tattırdı. Çoğu insanın “okurken zorlandım” diyebileceği bir kitap olmasına rağmen şifresini (ki bence şiirlerden oluşan öyküler bunlar) çözdüğümde sevgili Kaan’ı daha yakından tanımanın, çıkmazları, açılamayan düğümleri tasvir ederken vardığı yerlerin, verdiği savaşların ya da kasten vermediği mücadelelere tanık olmanın keyfine vardım. Kitaplar hakkındaki naçizane, kendimi bağlayan unsurlardan birinin “okuduğum şeyin bana meydan okuması, zorlaması” olduğunu söylemeliyim. Kaan ödün vermiyor ama sizi geride de bırakmıyor. Okur bir kitabı eline aldığında yazarla duygusal bir mutabakat yapar: başka bir evrene açılacağını, buna hazır olduğunu, yazarın rehberliğini kabul edeceğini düşünsel olarak imzalar. Bu anlaşmayı kabul etmeyenlerin zorlanacağı ama kendinizi Kaan’a bırakırsanız pişman olmayacağınız kişisel bir kitap, hatırat.
8. Gölün Dibindeki Ev – Josh Malerman
Sondan bir önceki kitap Josh Malerman’ın “Gölün Dibindeki Ev”i. “Kafes”in ardından ondan okuduğum ikinci kitap. Sayfa sayısı olarak düşük, bu onu tam bir “kısa sürede okunacak güzel bir kitap” yapıyor. Süper akıcı, dili net ve tam tadında, enteresan bir kurgu. Ama… Yazmaya çabalayan bir insan olarak aynen “Kafes” için de söylediğim gibi, bu kadar iyi bir hayal gücünde böylesi bir final… Sadece o kısım hayal kırıklığı oldu. Abartıyorum sanmayın, naçizane olarak finali “Kafes”in finali gibi “YİNE” beğenmedim. Bu tamamen benim beklentimden kaynaklanıyor. Tabii ki yazarın düşüncesine, kurgusuna son derece saygı duyuyorum ama bu kurgudan gerçekten çok iyi bir korku/gerilim kitabı (Bir Gaiman, King romanına denk eser) çıkabilecekken bu şekilde bitmesi beni üzdü. Benim üzüntüm tabii ki sizi durdurmasın. Güzel bir kitap. “Kafes” severler için güzel bir atıştırmalık. Josh Malerman’dan çok daha iyisini bekliyorum. Çünkü biraz önce parantez içinde verdiğim isimlere rahatlıkla yaklaşabilir. Yaklaşmalı.
9. Kafamdaki Hayaletler – Paul Tremblay
Bence Ağustos’un bir numarası Paul Tremblay’ın “Kafamdaki Hayaletler”i. Çok iyi kurgu. Çok iyi bir dil. Çok iyi bir roman. Numen Yayınları’ndan ilk defa bir kitap okuyorum. Başarılı bir eseri dilimize kazandırmışlar, imza atmışlar. Çeviriyi yapan Zeliha Babayiğit’i buradan kutlamak lazım. Bazı çeviri romanlar, öykü kitapları yazar ile nasıl uyumlu çevrildiğini adeta haykırıyor. Romanın heyecanını hiç bölmeden su gibi akmasında kesinlikle onun da parmağı var. Peki her şey bu kadar iyi mi? Sanırım bu kadar süper giden bir roman için daha iyi bir final beklemem beni yine hüsrana uğrattı. Final güzel ama oraya gelene kadar her cümlede vaat ettiği potansiyel, hele o dilde her an sizi ele geçirecek iblisvari tıslama, korku öğeleri etkisi daha düşük bir şeye dönüşüyor. Kitap biterken tuttuğum takım son dakikada galibiyet golünü kaçırmış gibi oldum. Yazar Paul Tremblay o gerilim / korku atmosfere insanı sokmayı çok iyi biliyor. Bazı geceler uykuya direnip okumaya devam etmek istedim. Ve inanın bu bana çok olmaz.
Umarım okumalarınız için güzel fikirler verebilmişimdir. Okumak, öğrenmek, bilginin peşinden gitmek ve hayal kurmak bizi ve çevremizi özgürleştirir. Aydın ve aydınlıkta kalın.
Sevgilerimle
- Murat S. Dural Kasım 2018 Okumaları - 11 Aralık 2018
- Murat S. Dural Ekim 2018 Okumaları - 5 Kasım 2018
- Murat S. Dural Ağustos – Eylül 2018 Okumaları - 5 Ekim 2018
FACEBOOK YORUMLARI