Çağdaş İngiliz edebiyatı yazarlarından Margaret Drabble, Som Altın Bebek kitabında müthiş bir dostluk, arkadaşlık, komşuluk ve sadakat hikâyesi anlatır.
Çağdaş İngiliz edebiyatı yazarlarından Margaret Drabble, Som Altın Bebek kitabında müthiş bir dostluk, arkadaşlık, komşuluk ve sadakat hikâyesi anlatır. 1960’lar İngilteresinde, Kuzey Londra’da yaşayan bir grup kadının iniş çıkışlı hayatları… Annelik, aldatma, boşanma, yaşlılık sorunları. Bunları yaşarken birbirlerine yoldaşlık yapmaları. Aslında bir toplumun portresi…
Hikâyenin ana kahramanı Jess evli bir profesörden hamile kalır. Bu gizli ilişkiden bir bebekleri olur ve bebeğe tek başına bakar. Artık Jess’in hayatının tek bir merkezi vardır, Anna. Hayatı sadece onun etrafında döner. Annelik tesadüf eseri kaderi olur ve antropolog olarak hayallerini bir kenara koyar. Anna’nın gelişimsel sorunları vardır. Küçükken çok anlaşılmasa da Anna büyüdükçe sorunlar da gün yüzüne çıkmaya başlar. Anna’nın dünyasında bir amaç, hedef yoktur. Hırs, rekabet, kıskançlık, şehvet, hınç duygularını hiç bilmez. Cinselliğe ilgi duymaz, küçük günlük dramlara, duygusal ayrılık ve buluşmalara bayılır. Jess için Anna, masum gülüşüyle, som bir altın bebektir.
Jess kızı için sağlıklı, egzotik sebzelerle yaratıcı yemekler pişirir. Mütevazı koşullarda dostlarının desteği ile yaşar. Arkadaşları her zaman Jess’e ve Anna’ya karşı ilgilidir ve ona sonsuz destek olurlar.
Jess, “bekâr anne” ve “antropolog” kimliklerine sıkı sıkı sahip çıkarken hayatın tadını çıkarmaktan da vazgeçmeyen bağımsız ve güçlü bir kadın. Yaşadığı aşkları, “Dünyayı yerinden oynatan orgazmlarla perişan düşüp sırılsıklam olurken bir gün hepimiz arınabiliriz,” sözüyle tanımlayacak kadar da cesur ve aşktan ne istediğini biliyor. Altmışların başında feminist hareketin ikinci dalgasında yayılan “Bedenimiz Bizimdir” görüşünü Jess’in tek başına çocuğunu doğurma ve bekâr bir anne olarak yoluna devam etme kararında çok net görebiliyoruz.
Jess, orta yaş krizini yaşadığı ilişkiler sayesinde kolayca atlatır. Ancak yaşlılığın sinsice gelmesine engel olamaz. Tek kaygısı Anna’dır. Yaşlanmak ve çocukların büyüyüp acı çekmesini görmek zor. Jess de bunu atlatmakta çok zorluk çeker.
Romanda, edebiyatçılar ve onların aileleri hakkında da bazı referanslara rastlıyoruz. Onların eserlerinde ya da hayatlarında beyin hasarlı kişilerle nasıl mücadeleler verdiklerini görüyoruz. Jane Austen, Pearl Buck, Doris Lessing, Arthur Miller, Kenzaburo Oe gibi. Jess bu örnekleri düşünüyor. Belki de böylece kendi kişisel trajedisine ortak noktalar ve çıkışlar buluyor.
Margaret Drabble sadece Jessica ve Anna hakkında yazmıyor. Onun hikâyesi çok daha geniş bir yelpazede. Yıllar boyunca toplumlardaki tutum değişikliklerinin nasıl olduğunu vurguluyor ve karmaşık hayatlara sahip tüm kadınları kapsıyor.
Karmaşık, psikolojik romanlar genellikle genç, cinsel kaygılarından kurtarılmış kadın olmanın tecrübesi ile ilgilenir. Bu hikâyede aynı zamanda anne sevgisinin nasıl bir bağımlılığa dönüştüğünü de görüyoruz. Anne-kız ilişkisi bu kitabın kalbinde yer alsa da hikâye bir kadının tek başına nasıl güçlü olabileceğinin de bir göstergesi. Delidolu Yayınları’ndan… Keyifli Okumalar…
|
- Mutlu sonlar hep hikâyelerde mi kalacak? - 13 Şubat 2019
- Daha iyi bir dünya mümkün mü? - 21 Ocak 2018
- Anne-Kız İlişkisine Çarpıcı Bir Bakış: “Som Altın Bebek” - 8 Mart 2017
FACEBOOK YORUMLARI