Aşağılamaya Karşı Aşağılama, Nefrete Karşı Nefret

Joseph Conrad, ilk romanı “Almayer’in Sırça Köşkü”nde Borneo’da yaşayan Hollandalı bir tüccarın zenginlik hayallerinin -ve hayatının- tükenişine dair bir hikaye anlatıyor.

Joseph Conrad, ilk romanı “Almayer’in Sırça Köşkü”nde Borneo’da yaşayan Hollandalı bir tüccarın zenginlik hayallerinin -ve hayatının- tükenişine dair bir hikaye anlatıyor. Egzotik bir atmosferde geçen bu aşk ve macera hikayesinin arka planında Conrad’ın sonraki eserlerinde sıklıkla ele alacağı denizcilik, ticaret, sömürgecilik, ırk ayrımcılığı, iktidar mücadelesi gibi temalar -simgeler ve metaforlarla- işlenmiş..

Polonya asıllı Ingiliz yazar Joseph Conrad, asıl adıyla Josef Teodor Konrad Korzieniowski, 3 Aralık 1857’de Ukrayna’nın Padolya kentinde doğdu. Annesi ve babası Polonya soylu sınıfına mensuptular ve babası kendisini Polonya’nın bağımsızlığına adamış bir vatanseverdi. Ne var ki ikisini de küçük yaşta kaybetti Conrad. Yine de yakınları sayesinde iyi bir eğitim gördü, küçük yaşta dünya edebiyatının klasik metinleri ile tanıştı. Fiziksel ve ruhsal açılardan sağlıklı değildi. Doktorlarının tavsiyesi ile denizcilik mesleğini seçti ve kaptanlık sertifikası aldı. Kaptan olduğu yıl Ingiliz vatandaşlığına da kabul edilen Conrad gençliğini romanlarında sözünü ettiği deniz seferleri ile geçirdi. Ilk kitabı 1895 yılında basılan, 1896’da evlenen ve romanları fazla ilgi görmediği için sürekli maddi sıkıntılar içerisinde yaşayan bu büyük yazar, anlatım tekniğin getirdiği yenilikler kadar, sonu hiçliğe varan varoluşçu temalarla da Ingiliz romanını derinden etkilemişti. 1923 yılında ABD’yi ziyaretinde gördüğü büyük ilgi gördü. Bu onu yazmak için yeniden ateşleyecekti ama Ingiltere’ye döndüğünde yeniden hastalandı. 1924’te bir kalp krizi sonucunda hayat veda etti.

Zenginlik Hayalleri

Kaspar Almayer yıllar önce Hollanda’dan uzakdoğuya gelmiş bir adam. Büyük bir hazinesi olduğu rivayet edilen Kaptan Lingard’ın evlatlığı olan Malaya’lı bir kızla evlenerek Borneo’ya, sömürgecilerin egemenliğindeki küçük bir adaya yerleşmiş. Karısına Lingard’ın servetinin kendisine kalacağı umuduyla katlanan Almayer bir süre kendisini buraların hakimi olarak görmüş. Öyle ki İngilizlerin Pantai Nehri’ni işgal etmek niyetinde olduklarını işittiğinde onları ağırlamak maksadıyla oturduğu evin yakınına büyük, lüks bir ev inşa etmiş. Ne var ki işgal gerçekleşmeyince nehir kenarındaki ev yarım kalmış. Dışarıdan gelen gemicilerin -alayla- Almayer’in Sırça Köşkü diye adlandırdıkları konak Kaspar Almayer’e bir zamanlar kurduğu zenginlik hayallerini hatırlatıyor. Yaşadığı bölge yıllar içinde gerek nüfus gerek yöneticiler açısından büyük değişimler geçirse, Almayer’in ayakta kalma koşulları günden güne kötüleşse bile umudunu hala koruyor. Şimdi kendisinden ziyade kızı Nina adına kuruyor zenginlik hayallerini. Lingard’ın altınlarını ele geçirdiğinde kızı ile birlikte Hollanda’ya dönmeyi, serveti sayesinde kimsenin kızının siyah teninden dolayı aşağılamayacağını ve bir prenses gibi yaşayacağını düşlüyor.

İşte tam bu ruh hali içindeyken, düşleri yeniden alevlenmişken karşılaşıyoruz Almayer’le. Hazineyi bulmak için kendisine yardım edeceğine söz veren Dain’in Almayer ve Nina’yı buralardan götürmesini bekliyor. Almayer hiç farkında değil ama kızı Nina da bekliyor Dain’i. Malezyalı bir prens olan Dain Maroola ile Nina arasında başlayan ilişkinin en büyük destekçisi ise Almayer’in -Almayer’den nefret eden- karısı. O, hiçbir zaman kabul edilmediği beyazlar dünyasında kızının da yeri olmadığının farkındalığıyla geleceğini kendi ırkının arasında kurmasından yana. Elbette Dain’den aldığı paraların da etkisi var.

Bir gece vakti Dain geldiğinde Almayer herşeyin düzeleceğini düşünecektir. Ancak Dain’in peşindeki Hollanda donanması nehrin ağzına demirlediğinde işler bozulur. Artık Dain ve Nina için ölüm kalım mücadelesi başlamıştır..

Simgeler, metaforlar

1895’de yayınlanan “Almayer’in Sırça Köşkü”, Joseph Conrad’ın denizde geçirdiği uzun yılların ardından karaya adım atmasından bir yıl sonra yazdığı ilk romanıydı. Conrad’ın bir denizci olarak kaldığı Malezya Takımadası’nda 1887’de meydana gelen olaylara dayanıyordu. 1872’de yayımlanan “An Outcast of the Islands” ve 1920’de yayımlanan “The Rescue” romanları ile birlikte bir üçleme olarak kabul edilir.

Roman o dönemde pek ses getirmedi. Conrad’ın yazarlığının kabul gördüğü dönemlerde ise diğer eserleri ile kıyaslanıp “zayıf” bulundu. Ancak post-koloniyal edebiyat eleştirisinin ortaya çıkmasıyla birlikte “Almayer’in Sırça Köşkü” yeni bir gözle değerlendirilmeye başlandı. Özellikle ırkına gururla sahip çıkıp kendi kaderini tayin eden kadın kahramanı Nina hem daha önce rastlanmayan bir insan tipi hem de Doğu-Batı melezlenmesinin bir metaforu olarak önem kazandı.

“Alamayer’in Sırça Köşkü”ndeki olaylar tanıklığa, kişiler tanışıklığa dayanıyor. Ancak sözkonusu olaylar ve insanlar romana gerçekte olduğu gibi katılmıyorlar. Onlar farklı imgelerin ve mataforların karşılıkları. Meslea Almayer, karısı ve kızları sömürgeciler ile yerli halk (Batı ile Doğu) arasındaki ilişkinin çarpıcı bir metaforudur. Almayer karısı ile zenginlikleri yağmalamak için evlenmiştir. Aralarında hiç bir zaman eşitlik kurulmamış, evliliklerini adam kadından, kendisini bir köle olarak gören kadınsa adamdan nefret ederek sürdürmüşlerdir.  Ve kızları Nina; “Yıllarca annesiyle babasının, biri zayıflığına rağmen öylesine güçlü, diğeriyse güçlü olabileceği yerde öylesine zayıf olan o iki insanın arasında kalmıştı. Birbirinden böylesine farklı, birbirine böylesine düşman olan bu iki varlık arasında, kendi varoluşu karşısında hayrete ve öfkeye kapılan suskun yüreğiyle durmuştu.”

Babasının bütün arzusuna rağmen Nina beyaz yanını kabullenmeyecektir; “Aşağılamaya karşı aşağılama, küçümsemeye karşı küçümseme, nefrete karşı nefret. Ben senin ırkından değilim. Senin halkınla benim aramda da hiçbir şeyin kaldıramayacağı bir engel var.”

Anlaşılacağı üzere evlilik ırklar ve kültürler arasındaki karşılaşmanın temsilidir. Sömürgeci niyetlerle seyehat eden gemilerde kaptanlık yapmasına rağmen Doğu-Batı karşılaşması karşısında ikirciklidir Conrad; bir yandan meseleyi humanizme indirgemeyi reddederek Ingiltere’nin emperyal politikalarında toplumları ilerletecek bir dinamik görür diğer yandan sömürgeciliğin idealist olmayan kaba biçimlerini suçlar. Bu tavır romanda Hollandalılar’dan duyulan rahatsızlıkla somutlanmıştır. Conrad ne kolonyalist milletlerin kültürel üstünlüğüne inanır ne de emperyalizmi tamamen reddeder. Romanlarındaki mesajı “Batı medeniyetlerinin de kökende Doğu toplumları kadar barbar olduğudur, böylece emperyalist varsayımları kuvvetlendirdiği ölçüde onları yıkar da”.

Conrad’ın planlanmış dilsel zenginliği organik olarak kapalı ve sözsel olarak açıktır. Metin titizlikle karmaşık bir bütünlük içinde planlanmıştır, ama birçok meseleyi açık biçimde dile getirmez; çok katlı, belirsiz, tedirgin edici ve çağrışımlı imalarda bulunur. Bu tamamlanmamışlık hali Conrad’ın “imgeler açıkça belirtilmeli, ama her imge şüphe denizinde yüzmeli; keşfedilmemiş belirsizlik aleminde” biçiminde açıkladığı uslubuna uygundur.

Bu ilk romanında yoğun doğa ve duygu tasvirleriyle dili özellikle zorladığı söylenebilir. Bunun nedeni İngilizceyi yirmi yaşından sonra öğrenen bir yazarın İngilizceyi ustalıkla kullanabildiğini kanıtlamak olmalı. Neyse ki iyi sonuç vermiş. Bir alıntıyla bitirelim;

Adam kaskatı kesilmiş bedeninden yukarı doğru yayılan ve titreyen dudaklarında asılı kalan hafif bir ürpertiyle kendine geliyordu. Kız başını geri atarak, bir kadının en korkunç silahı olan o uzun bakışlardan biriyle, gözlerini onun gözlerinde sabitledi; bir bakış ki, en yakın dokunuştan daha etkili, bir hançer darbesinden daha tehlikelidir, çünkü ruhu bedenden ayırır ama bedeni, tutku ve arzunun keyfi kasırgalarıyla bir oraya bir buraya sürüklenmek üzere canlı ve çaresiz bırakır; bir bakış ki, bütün bedeni sarmalayıp varlığın en derin kuytularına nüfuz ederken, elde edilen zaferin çılgınca hazzının beraberinde korkunç bir yenilgiyi getirir. Bu bakışın anlamı, ormanda ve denizde yaşayan adam için de, evlerden ve caddelerden yapılma o yabani diyarların daha da tehlikeli patikalarını arşınlayan için de aynıdır. Böyle bir bakışın uyandırdığı korkunç esrikliği bir kez göğsünde hisseden bir adam yalnız bugüne -ki cennettir- ait bir nesneye dönüşür; dünü -ki ıstıraptır- unutur; yarını -ki cehennem olabilir- umursamaz. Sonsuza dek o bakışın altında yaşamayı diler. Kadının teslimiyet bakışıdır bu.

  • Almayer’in Sırça Köşkü
  • Yazar: Joseph Conrad
  • Çeviri: Ayşe Deniz Temiz
  • Türü: Roman
  • Baskı Yılı: Ocak 2017
  • Sayfa Sayısı: 204 Sayfa
  • Yayınevi : Sel Yayıncılık

 

Vinkmag ad

FACEBOOK YORUMLARI

Yorum

Read Previous

Panik Atak mı?

Read Next

Petersburg Sokaklarında Üşüyen Bir Ruh

One Comment

  • Daha önce hiç Conrad okumadım ama bu kitabı okumak istedim çok güzel anlatılmış elinize sağlık alıntıda tam

    yerinden olmuş..

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Lütfen gördüğünüz rakamları bitişik olarak yazınız! *