bilginin yaşama ve insan doğasına uygunluğuna bakmalı altını çiziyorum; anahtar arıyorsak…
bilmenin ve öğrenmenin önünde öyle büyük engeller var ki. sistem tarafından ele geçirilmiş olmasını kastediyorum tüm bilme biçimlerinin ama bildiğimizden daha da fazla bence bilmediklerimizi bilmeyiş şeklimiz.. öyle ki verili düzene karşı çıkanlar bile o sistemin içinde verileni öğreniyor ve öğretiyor olabilir… diğerlerinden daha fazla bilme ve bildiğini gösterme isteği de egonun bir yanıdır. illâ öyledir demiyorum ama öğretmek, anlatmak da bir bakıma kendini tatmin yanı içerme riskini taşıyabilir. kendisiyle birlikte diğerlerini kontrol etme isteği taşıyor olabilir kendi içinde. sistem bu tür kişilerin egosuna hitap ederek yapabilir pekalâ bunu.. düşünsenize çok zor değil… çok bildiği duygusunu yaşatacak araçlara sahip olmasını sağlamanız yeterli… birebir uğraşmak zorunda da değilsiniz. anlatmaya çalıştığım her bir muhalif birey için hazır okuma reçetesi değil iyi ki de değil ama olabilme ihtimalinin insan doğasına yakınlığı üzerinden gidelim istiyorum kısa bir zaman için… burdan da bakalım bir; düşünme sınırı kalıplarımızın tamamını bir yana koyarak gibi… bırakalım hata yapalım ki en büyük kalıptır hata yapma korkusu. öncelikle söylemeliyim ki; kendi adıma bu tedirginlikten olabildiğince kurtularak yazmaya gayret edeceğim yazımı; o yüzden siz de öyle yapıp okuyun isterim… hatalıysam daha iyi… buldukça düşünmüş olursunuz üzerinde. birisini yenme duygunuza hitap eder… yazıya duygu unsurunu da böylece eklemiş oluruz kendiliğinden.
devam ediyorum o halde, buradan dönebilirsiniz okumaktan yol hazır yakın… ama madem devam ediyorsunuz buraya bırakacağım sansürsüz aklımdan geçenleri… evet, ego diyorduk…ego için kötüdür dediğim anlaşılmasın lütfen, en temelden bakarsak ego kötü bir şey değildir.. kendini savunmak ve hayatta kalmak için gereklidir hatta. ama ne, nasıl kullanılırsa neye hizmet eder…. araç amaç dengesi nerede yön şaşırır… ona bakmalı… bu anlamda bir şeylere karşı çıkma bilgilerinin de bilerek salındığı da aklıma gelmiyor değil çok zaman önce birileri tarafından. asıl bilgilerin çok uzun süredir saklanıyor olabileceği gibi.. bakın, bu çok ilginç bir tuzak olabilir… eğer öyle ise muhalefet yapanların muhalefeti şeklen ve içerik olarak belirlenmiş demektir. sistemin istediği gibi davranan ama bunu bilmeyen gönüllü muhalifler oluşturmak hiç de zor değil. eğitim iletişim ve bunu yürütecek personel araçlarına sahipseniz… daha büyük bir bilgiyi saklayacaksanız kavramları istediğiniz gibi kirletecek ya da içini boşaltacaksanız elbette bir yapıyı kurarken ona karşı gelecek yapıyı da siz kurarsanız kontrol sizdedir.. değil mi… komplo teorisi gibi ama çok mantıklı.. ne diyebilirim; eğer öyle ise ancak şapka çıkartmak gerek bu kıvraklığa…
konuyu açayım biraz; şimdinin bilim insanları meselâ öğrenilmesi istenen bilgiyi çoğaltıyor da olabilirler… ve bunu kendileri bile bilmeden yapıyor olabilirler. ve biz de tutucu(!) olmadığımız için gericiliğe inanacak değiliz ya; bilim insanlarının bilimine bakılacak her şeye baktıkları konusunda güveniyor olabiliriz. onlara inanmamak demek gericiliğe inanmaktan başka alternatif taşımıyormuş gibi bir kıskaçta bile kalmak mümkün.. çünkü her yol kendi içinde bir yere gider. ama asıl yol diye bir şey var mıdır. diğer yaklaşma biçimlerini reddedip geçersiz ya da hafif ilân ederek kendini asıl kılan her şeyden şüphelenmeli, böyle söylüyorum çünkü kendinizi asıl kabul ettiğiniz zaman sizin dışınızdaki sahalarda alınmış tüm deneyimlerden kopuk kalırsınız…yok kabul edersiniz oysa tüm deneyimler bir şekilde yaşamdan alınmıştır.
bilim temsilcilerinin biz bu işi buraya kadar çözdük deyip sizi yarı yolda bırakması farklı deneyimleri kendi potalarında eritememelerinden de kaynaklanır. diğer yaklaşım biçimlerini külliyen reddedip kendisini tek mutlak gerçeklik olarak ilân ediyorsa kendi yaklaşımının henüz bilmemekten kaynaklı oluşturucağı boşluk alanlarındaki savrulmasından doğacak riskleri baştan sahiplenmiyor demektir. belli ki çoook şey var sorgulanacak. özellikle bu dediklerimin tıp ilmi için olması çok önemli bir sorun alanı doğurur…. ciddi makalelerin altında verilen kaynaklar listesinin kendisi ne kadar güvenilirdir. körler sağırlar birbirini ağırlar gibi yazının altında koca bir kaynak listesi ile birlikte verilince bilgi sağlam mı olmuş oluyor. kendi alanında tüm verileri değerlendirmiş mi oluyor.. “truman show” filmindeki gibi her şey birbirini bütünleyen bir oyunun parçası ise ya… ama oyuncuların da oyuncu olduğunu bilmedikleri… aynı düşünme biçiminin sürdürücüsü rolünde olduklarından şüphelenmedikleri… düşünsenize neden olmasın… nasıl bir oyun olabilir bu, çağı içinde gereğini yerine getiren kişiler… kendileri hiç bilmeden. ancak belki bir sonraki çağda bakıldığında oturacak taşlar yerine…belki bir sonraki çağda bilim insanları kendilerini bilimsel bilimsel sorgulayacaklar. ve belki işte o zaman geçmişteki açıklık alanlarını görecekler. bilimin içindeyken dahi meseleye nasıl bir tutuculukla yaklaştıklarını fark edecekler… dilerim ki etsinler.. insan soyunun kendi kendisine engel olması dilerim ki bitsin en kısa sürede…
tüm bunların sağlamasını yapacağımız tek bir alan var bana göre; hayatın ta kendisi… reddettiğimiz ve karşı geldiğimiz şeylere bir daha bakmak… kötü diye etiketlediklerimize. .. iyi diye etiketlediklerimize bilinçaltımızda… iyi ve kötü kavramlarına… nezaket, etik, vicdan vb. kavramlara ve toplumdaki rollerine… safsata bahsine… ki sandığımızdan daha önemli olduğunu içine girince anlarız… safsata konusu ve çeşitlerini bilmeden uyanmak çok zor. neden sonuç ilişkilerinin sözde sağlamalarına kapılıp gideriz haberimiz bile olmadan. beden anatomisine bakmalı elbette ilk iş; kendimize ve hayata bakacaksak sağlama olarak.. ama kitaplardan öğrendiğimizle değil ilk adımda; “zaten öyle” yaptıklarımızla değerlendirmeli.. bedenin suyunu bilip yolunu kendisinin çizdiği akma biçimlerine dikkat kesilerek.
sonra; ikna psikolojisine bakmalı elbette, oyuna gelmeyelim çıkışı ararken.. algı yönetimine… ötekileştirilmiş tüm alanlara ince ince bakmalı… kadın ve erkek ilişkisine ki olmazsa olmaz… bedende kendiyle ve bedenlerin birbiri ile hâllerine. ihtiyaçlara ve tamamlanmalara… sözcüklere bakmalı ah; dile.. müşteri, konfor, turist, emlâk vb türü sözcüklere bir fazla bakmalı diğerlerinden… paraya ve iktidara yeniden bakmalı… öyle ezberlediğimiz sol jargonlarla bakmaktan söz etmiyorum… yepyeni bir şekilde bakabilmek ve eski… karşılaştıra karşılaştıra bakmalı… zevkle bakmalı asıl öyle görev gibi değil. merakla bakmalı ki işe yarasın.
bilginin yaşama ve insan doğasına uygunluğuna bakmalı altını çiziyorum; anahtar arıyorsak… insan doğasının anlatılanlara uygunluğuna. bugün modern tıp her bir organı ayrı ve bağımsız iyileştirme meylinde. oysa beden öyle bölünebilir bir şey değil. bölümleri olan bir şey ama bölünebilir değil… belki bölümleri de bizim bildiğimizden daha da farklı işliyordur. biz doktor değiliz diye başkasına bırakmadan, içinde nefes alıp verdiğimiz bedeni tanımak en büyük hakkım diyen bir sahici hevesle…
çünkü an’ı ve bedeni fark edeceğiz diye uğraşırken de; yani zihnimize karşı gelirken de zihnimizin de bedenimizin bir parçası olduğunu unuturuz… farkında olmak sözünde bile zihni önde tutan bir söz çağrışımı var. bize yepyeni sözcükler gerek yeni anlamlar keşfettikçe… adrenalinle asetil kolinin dengesini gözetirken onları dengeleyen nefesi unuturuz mesela.. o nefesin nasıl olursa iyi, nasıl olursa kötü olduğunu ve olacağını unuturuz… koşarken koşarken varlığını unuturuz nefesin… o koşmalar içinde sürüklenip giderken… en heveslisi isek bile unuturuz; yeni öğrenmeler dediğimiz öğrenmeler nedir bakmayız çünkü… sürükleniriz.
bedenimizdedir deriz cevabı. sonra tutar kendi bedenimizi kitaplardan öğrenme meyli taşırız… yazılardan makalelerden… oysa kitaplar reel yaşama uygunluğu ölçüsünde anlamlı ve işlevlidir… sözler vardır kocaman kocaman düşmüş içlerinde. onları içimizin sesinden öne koyarız genellikle. öyle ki sıkıştığımız yerde onları referans görme ve gösterme meyli taşırız. elbette kitaplar önemlidir, düşünsenize bu yazıyı bir kitap sitesinde yazıyorum; işin güzelliği burada… kitapların güzelliği burada… ama bakmalı diyorum ya işte… belki de modern insanın sorunu budur diyorum. sonra gelsin makaleler gelsin makale altı listeleri… ne çok inandırmaya çalışıyoruz kendimizden kaçarken kendimizi. bir baksak diyorum. bu kadar koşmamızın sebebi kendimizden kaçmak olmasın ve sakın bu en istenilen şey olmasın bizden…
bu kadar kopma ve dağınıklık ve bu kadar bilgi kirliliği arasında nasıl öğrenicez demeden bulalım bakalım bi yol… bir çıkalım bakalım yola ve çıkalım önce bu sıkan cendereden… önce çıkış kapısını bulmak gerek… değil kendini, kendini bulabilmek telâşından dahi sıyrılmak… kendini bulabilmek için önce bihakkın kaybetmek gerek ki tüm yamalar dökülsün… bırakalım bakalım sökülsünler; kendimizi nasıl bırakabilicez kendimizden bir görelim bakalım…
Not: KitapEki.com yazarı Aynur Uluç yazılarında büyük harf kullanmamayı tercih etmektedir.
- “pandora’nın kapısı” şişli cemil candaş kültür merkezi’nde açıldı. - 13 Ocak 2020
- ezgi günlük tutarsa - 7 Aralık 2019
- her şeye rağmen - 18 Kasım 2019
FACEBOOK YORUMLARI