Salman Rushdie yeni romanını felsefenin ezeli sorusu ve rekabeti üzerine inşa etmiş: Akıl mı, inanç mı? Üstelik tarihi mücadeleye bu kez cinler, canavarlar ve süper kahramanlar da dâhil oluyor.
“Akıldan yoksun fantezi imkânsız canavarlar yaratır, ama akılla birleşince sanatların anası, mucizelerin kaynağıdır.” (Francisco de Goya)
Salman Rushdie’nin yedi yıl aradan sonra yazdığı yeni romanı İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece bir yanıyla inanılmaz politik bir metinken, diğer bir yanıyla da hayal gücünün zirve yaptığı fantastik bir karnaval.
Salman Rushdie’nin İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece’de yer verdiği ana karakterlerden biri soyadının kaynağı olan ünlü filozof İbn Rüşd. Salman Rushdie’nin babası, ünlü filozofu çok sevdiği için soyadını Rushdie olarak değiştirmiş ve Salman Rushdie de bu romanında İbn Rüşd’e yer vererek hem babasına hem de filozofa bir saygı duruşunda bulunmuş. Tabii İbn Rüşd’ün bu romanda dâhil olduğu olay örgüsünü pek de saygınlık olarak değerlendirmeyenler mutlaka olacaktır.
Sansasyonların yazarı Salman Rushdie
Salman Rushdie zaten edebiyattaki başarıları kadar yarattığı sansasyonlarla bilinmekte. 1988 yılında yayımladığı dördüncü romanı Şeytan Ayetleri’nde Kuran’a şeytan tarafından konmuş ayetler olduğunu söylediği için dönemin İran lideri Humeyni tarafından kendisiyle ilgili ölüm fetvası verilmiş ve birçok ölüm tehdidi almıştı. Pek çok İslam ülkesinde de kitabı yasaklanmıştı. Hint Müslüman asıllı İngiliz yazar bu olayın üzerinden çok zaman geçse de halen ölüm tehditleri almakta ve buna rağmen kışkırtıcı romanlar yazmayı sürdürmekte. Bu anlamda zaten isimleri gibi yaşamları da biraz İbn Rüşd ile paralellik gösteriyor. İbn Rüşd de yaşadığı dönemde aklı ve mantığı savunduğu için dışlanmış ve sürgün edilmişti.
İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece’de, mistik temaları seven yazar bunun sınırını fazlasıyla aşıp fantastik türde bir eser ortaya koymuş. Kitapta İbn Rüşd ve cinlerin sultanı olan eşi Dunia’nın soyundan gelen ve çeşitli yeteneklere sahip olan cin soylular, dünyayı istila eden şeytani cinlerle mücadele ediyor. Böylesi bir özet tüm kitabı anlatmaya yeterli değil elbette, romanda bundan çok daha öte hikâyeler, gelişmeler ve göndermeler mevcut.
Öncelikle, kitaptaki iyi-kötü savaşına denk gelen mücadelenin arkasında İbn Rüşd ve ezeli rakibi Gazzali arasındaki gerilim yatıyor.
Cinlerin ve canavarların terörü
“İbn Rüşd ölmüştü, ama göreceğimiz üzere o ve rakibi münakaşayı mezarlarında bile sürdüreceklerdi, çünkü büyük düşünürlerin argümanlarının sonu yoktur, argümanın kendisi zihni geliştiren bir araçtır ve araçların en keskinidir, çünkü bilgi sevgisinden, yani philisophia’dan gelir.”
İbn Rüşd bilimi ve mantığı savunurken, Gazzali yalnızca dine ve inanca öncelik vermektedir. Her ikisi de öldükten yüzyıllar sonra, Gazzali’nin insanları inanca sığınmaya zorlamak için kötücül cinlerle anlaşması ve onları dünyaya musallat etmesi, akla 11 Eylül’ü getirmektedir. İslami radikallerden ve terörizmden nefret ettiğini bildiğimiz Salman Rushdie, inanç uğruna katliama ve teröre başvuran El Kaide ile Gazzali ve cinlerini özdeşleştirmektedir.
İslami terörizme karşı böylesine güçlü bir politik alt metni olmasına rağmen roman öyle bir fantastik anlatıya sahip ki, canavarların ve süper kahramanların olduğu bir çizgi roman okuyormuş hissine kapılıyorsunuz.
Kitabın bir diğer özelliği de adının, yani İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece’ün aynı zamanda bin bir geceye denk gelmesi. Arap edebiyatının en önemli eseri sayılan Binbir Gece Masalları’na bir gönderme olan kitabın adı, hikâye örgüsünde de dünyada başlayan tuhaflıkların bin bir gece sürmesiyle pekişiyor. Dünya ile cinlerin yaşadığı Peristan arasında bir geçişe neden olan büyük bir fırtınayla başlayan ve bin bir gece süren tuhaflıklar boyunca, dünyanın tüm fiziki kuralları alt üst oluyor ve öbür dünyaya ait kötü ruhlar ve yaratıklar yeryüzünde boy gösteriyor.
Hayal gücü mü, mantık mı?
Gelelim yazının en başına, romanın ilk sayfasında yer alan, ünlü ressam Francisco de Goya’nın gravürüne. Aslında gravürün üzerinde “Aklın uykusu canavarlar yaratır” yazmaktadır, ama Goya bu gravürle ilgili açıklamasında yazının başında alıntıladığım ifadeleri kullanır. Kitabın ilk sayfasında yer alan bu gravür ve ressamın açıklaması aslında kitabın ve Rushdie’nin düşüncelerinin özeti niteliğinde.
Ne salt aklın, ne de salt inancın tarafını tutan yazar, her ikisinin de uyum içerisinde insanın hayatında bulunması gerektiğini savunmakta. Her türlü aşırılığın, zorbalığın, fanatizmin karşısında durmakta. Hem bunu bir yaşam felsefesi olarak belirtiyor, hem de kendi edebi çizgisini ifade etmek için. Hayal gücü ile aklın ve düşüncenin gücü ise İki Yıl Sekiz Ay Yirmi Sekiz Gece’de eşsiz bir uyuma dönüşmüş durumda.
|
- Vay canına! PUKSAVIDA yayın hayatına başladı! - 16 Mart 2017
- Cinler, canavarlar, filozoflar ve bilumum teröristler - 9 Mart 2017
- Londra’da Hoş Cinayet - 30 Ekim 2016
FACEBOOK YORUMLARI