“Mecburiyet, içimizde ülkelerin değil barışın bayraklarını dalgalandıran anti-militarist bir manifestodur…”
Mecburiyet. Bu kelime bir tuhaf edici bir taciz. Günlük hayatta sıkça karşılaştığımız bir taciz. Mecburiyetler. Okula – işe gitme, vergi ödeme, vergi ödeme, vergi ödeme, vergi ödeme vs.
Stefan Zweig, mecburiyetlerin özgürlüğümüze indirdiği baltayı alıp okuyucuyla buluşturuyor. Ferdinand ve eşi Paula’nın aile içi hayatına sinsi bir şekilde sokulan Askere Çağırma Emri’nin onlarda yarattığı travmaları burnumuza sokuyor. Ferdinand bir ressam. Şüphesiz bir sanatçı duyarlığı ile çevrilmiş vaziyette. Bir bayrak altında savaşmanın garipliğinin farkında. Sırf bu yüzden ülkelerinden İsviçre’nin Zürih bölgesine kaçmışlar. Fakat ikisi de mecburiyet ağını örecek o çivi gibi mektubun geleceğini biliyorlar.
Zweig, mektubun gelmesinin ardından yaşananları usta bir dille anlatıyor. Bir adam ve karısının özgürlük tartışmasını izliyoruz bundan sonra. Ferdinand’ın olaya mecburiyet açısından ve karısı Paula’nın aynı vakaya özgürlük ekseninde bakışından biz de payımıza düşen elementleri alıyoruz. Üniforma altına girmek ve vatan için insan öldürmek mi, yoksa vakit varken ve tüm bunlardan uzakken özgürce yaşamak mı? Bu biraz da günümüz tartışmalarına benziyor. Bir bayrak altında doğmak o bayrağı ölesiye savunmak zorunluluğunu beraberinde getirir mi? Ya da özgürlük tüm bunların üstünde bir mertebe mi? Zweig, Mecburiyet’te tüm bunları karakterleri aracılığı ile sorguluyor.
Hepimizin hayatta mecbur olduğu, mecbur kaldığı “şey”ler var. Fakat bu zorunluluk çok azımızı Ferdinand gibi deliliğe götürüyor. En basitinden devletlerin silah sanayilerine her gün katkıda bulunuyoruz. Bir sakız dahi aldığımızda verdiğimiz vergi çok uzaklarda bir masumun ölmesine yol açabiliyor. Kelebek etkisi belki de bu. Ülkelerin savaş arzularını vergiler ile beslemek. Zweig, İkinci Dünya Savaşı karanlığını belki direkt olarak ifade etmiyor ama satır aralarında bunu hissettiriyor. Paula’nın eşi Ferdinand’ın gitmemesi için kullandığı bir başka argüman ise sevgi. Bu ister istemez iki mecburiyet doğuruyor. Askerlik ya da aşk. Savaş ya da seviş.
Düz Yazı Yayınevi’nden Haziran 2017’de birinci baskısı çıkan kitap elimde. Genel Yayın Yönetmeni’nin Yusuf Gürer olduğu Mecburiyet’i Asena Gülşah İşbitiren çevirmiş. Editasyonda ise Berat Doğan Özkabadayı var. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki çeviri akıp gidiyor. Zorlama yok. 56 sayfa olan bu kitabın en sonuna Stefan Zweig’ın intihar mektubunun tamamı da konulmuş. Brezilya’da bir otel odasında karısıyla birlikte yaşamına son veren Zweig’ın karanlık psikolojisinin ipuçlarını da bu kitap da bulacaksınız. Kitabın açılış cümlesiyle bitirelim: “Mecburiyet, içimizde ülkelerin değil barışın bayraklarını dalgalandıran anti-militarist bir manifestodur…”
|
Okuma önerisi!Pınar K. Üretmen’in incelemesi; “Bireysel ve toplumsal değerlerin iç çatışmaları: Kırmızı Pazartesi“ Kırmızı Pazartesi en basit tanımlaması ile bir cinayet romanıdır. Biraz daha dikkatli okur için, bir töre cinayetini anlatır. |
- Hayat Ve Bilinçaltının Karışık Kaseti: Son Görüş - 16 Aralık 2017
- Delirten Kelime: Mecburiyet - 5 Ekim 2017
FACEBOOK YORUMLARI