
Bilimden uzak durmayı kafa karıştırıcı ve yıldırıcı olmakla açıklamaya çalışan tembel kafalar için dâhi gayet çekici, onların iddialarını da geçersiz kılacak kadar basitleştirilmiş bir kitap.
Günümüzde, artık doğayı önemli ölçüde denetim altına almış olan insan için, doğa bir çerçevenin içine hapsedilip duvara asılmış, göz gönül açan ve içinde olmak istenen bir manzara karesi olmaktan öteye pek gitmiyor. Oysa, modern öncesi dönemde bu böyle değildi; daha eski çağlarda, asla ve kat’a böyle değildi. Tarih dediğimiz olgu, insanın doğayla olan mücadelesi üzerine kuruludur ve insanın bu mücadeleyi kazanması değil, ancak birkaç adım önce geçmesi bile ancak son asrın kazanımıdır. Bundan önceleri, doğa insanın hasmıydı; kötücül ve mütecaviz bir güçtü. Bir ormanda, gece yolunu kaybetmenin yarattığı dehşet duygusunu tatmış olanlar veya çok şiddetli bir fırtınanın ortasında, denizde mahsur kalma tecrübesini yaşamış olanlar için bu dediğim son derece açıktır.
Bu sebeple, medeniyet olgusunun inşa edilmeye başlanmasından itibaren, insanlık kendisini doğaya karşı muzaffer kılacak bazı bilgiler edinmeye çalışmıştır. Astronomi, bunların arasında başat öneme sahipti zira gökleri, sembolik olarak sonsuzu ve uçsuz bucaksız bir bilinmeyeni temsil eden unsuru keşfetme çabasının ürünü olarak, insan merakının sınırsızlığının en eski çağlardaki ilk tecessümüydü. Bu bakımdan, bu bilim dalının ikili önemini vurgulama gerekir: hem insanın doğaya olan mücadelesinde güçlü bir araç hem de giderek bir mücadele aracından çıkıp salt merak duygusuna ve pragmatik olmayan bir öğrenme isteğine yönelik bir güçlü bir araç. Mısır’da, Nil Nehri’nin ne zaman taşacağını bilmek, bu nehrin tarımsal üretimin gidişatını belirleyen en önemli unsur olduğu düşünüldüğünde hayati önem taşıyordu ve astronomiye olan gereklilik, böyle kaygılardan doğarak gelişti. Bugün, asırlar önceki bilgimizi misliyle katlamış durumdayız ancak, yine de devasa bir evrende tek başımıza gibiyiz. Ötelerde ne var, ne yok; onu hâlen bilemiyoruz. Fakat yanımızda yöremizde ne var, bunu bilmeliyiz. (Bu satırların yazarı, daha 10 yaşındayken bu tuhaf merakın cezbesine kapılarak ailesine bir teleskop aldırtmış, bunu da göğün açık ve berrak olduğu evlerinin terasına kurdurtarak kendince gözlemler yapmış ve maalesef birkaç sene sonra filizlenen ergenlik kaygıları içinde, bu bilimsel meraklarını yitirmiş bir kişidir. Neyse, işin bu kısmı üzücü…) Bu sebeple, astronomi bilgisi elzem; sadece o değil, dayandığı temel iddiaları kurarken, içlerinde astronominin de olduğu çok sayıda modern bilim dalının verilerinden faydalanan Kozmoloji hakkında da, allâme olacak kadar olmasa da, temel iddiaları kavrayacak kadar bilgi sahibi olmak gerekir. Tabii burada, bilgiye değer veren, bilimsel gelişmeye inanan insanlardan bahsediyorum –geri kalanlarının keyfi zaten yerinde; astronomi veya kozmoloji, onlara son derece uzak ve yabancı kelimeler.
Bu sebepten ötürü, orta öğretim kurullarında çok sağlam bir fen bilimleri eğitimi verilmeyen bir ülke oluşumuzdan ötürü, bu noktada hepimizin kendi göbeğini kendi kesmesi gerektiği aşikâr. Kozmoloji sahasında, astronomi kapısında girmeyi düşünenler için Carolyn Collins Petersen’in yazdığı “Evren 101: Güneş Sistemi’nden Solucan Deliği’ne Evren Hakkında Bilmeniz Gereken Her Şey” başlıklı kitap, bilimden uzak durmayı kafa karıştırıcı ve yıldırıcı olmakla açıklamaya çalışan tembel kafalar için dâhi gayet çekici, onların iddialarını da geçersiz kılacak kadar basitleştirilmiş bir kitap. Basit derken, Türk Milli Eğitim Sistemi’nin o kendine has tornasından geçmiş bireyler bile, Ay’ın hangi gezegenin uydusu olduğu gibi, çok temel bir bilgiyi biliyorlarsa, bu kitabın anlattıklarından bazı şeyleri muhakkak kapacaklardır. Zira bu kitabın yazarı, meslekten bir bilim insanı değil ancak o da astronominin büyüsüne kapılmış ve hayat yolunu, bilimle çakıştıracak bir istikamet belirlemiş kendine. Petersen, esasında bir gazeteci ancak çok ufak yaşlardan beri, bilime hep ilgisi varmış ve bu ilgi de kendisini esasen astronomi merakıyla belli etmiş. Gökyüzünü izlemeye meraklı bütün çocuklar gibi, o da önce gezegenleri merak ederek başlamış bu işe ve ardından bir teleskop sahibi olmuş. Bilim merakının insanı zorunlu olarak bilim tahsil etmeye yöneltmeyeceğinin iyi bir örneği olarak, gazetecilik eğitimi almış ama yine de bilime duyduğu ilgi asla azalmamış, kendi mesleğini de hep astronomiyle yakından ilgili alanların içinde icra etmiş. Çeşitli bilim dergilerinde yazarlık ve editörlük yapmış; kısa film çekme denemeleri olmuş. Şimdilerdeyse, bilim merkezlerine ve planetaryumlara içerik tedarik etmekte olan bir şirkette çalışıyor. Kitabın önsözünde, yazar bir çocukluk anısını anlatıyor ve belki buradan, evreni anlama ve tanıma merakının kökenleriyle ilgili bir fikir edinebilmemiz mümkün oluyor; Petersen, Max Ehrmann’ın şiiri “Desiderata”daki bir dizeden özellikle çok etkilenmiş. Burada o dizeyi tekrarlamayacağım, ancak Ehrmann’ın şiiri insanı ruhani ve yücelmeye hazır bir varlık olarak görüyor ; bu şiirde, şairin ‘yap-yapma’ ikiliği içinde öğütlerle anlattığı şeylerin arasında, insanın evrendeki yerine dair bir öğüt de var. Hiç de yabana atılmaması gereken bu öğüt, Petersen’i yakalamış ve evreni anlamaya çalışmak çabasının iyice köklenerek yerleşmesine, sonunda da bu kitabın kaleme alınmasına sebep olmuş.
Petersen’in kitabı, oldukça şematik bir gelişim izliyor (yoksa ilk sayfada Oort Bulutu hakkında bir tartışmayla açılması sahiden de pek mantıklı olmazdı); Güneş Sistemi, gezegenler, meteorlar, kara delikler, galaksiler, karanlık madde gibi astronomi biliminin zaten ilgilendiği, ilgi alanını oluşturan temel kavramlar hakkındaki bilgilerin ardından da, büyük fizikçi ve astronomların hayatlarıyla devam ediyor. Popüler bilim yazarlarının bazılarında, şahsen irkiltici bularak pek hoşlanmadığım bir özellik vardır – bilimin, özellikle de fen bilimlerinin ciddiyet maskesini kırmak ve onu kitleselleştirmek uğruna, bazen çok coşkulu ve heyecanlı, epey popüler ve bu yüzden de itici bir yapay dil tuttururlar. Carl Sagan veya Neil Degrasse Tyson gibi yazarların bu tuzağa düşmediklerini, her iki yazarı da kendi dillerinden okumuş biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ancak Richard Dawkins gibi, metinlerinde polemik yaratmaya daha meraklı, daha savaşkan bir tarzı olan bilim insanları için aynısını söylemek zor. Petersen’in aradaki çizgiyi iyi tutturduğunu hassâten belirtmek lazım – bilim felsefesi yazmıyor; o da aynı derecede saygın ve önemli bir alan olmakla birlikte, bu kitap adından da anlaşılabileceği gibi (101), bir giriş kitabı sayılmalı ve daha fazlasını merak edenler, bu oldukça yeterli girişin ardından, evrene ve kozmolojiye dair hakiki bir heyecan ve merak duymaya başladıklarını hâlen düşünüyorlarsa, hemen kuantum fiziğiyle ilgili kitapları okuyabilirler.
Günümüzde fiziğin başka bir dalına, mesela astro-fiziğe veya termo-dinamiğe değil de, popüler kültürün ilgisine mazhar olan kuantum fiziğine yönelik tuhaf bir merak var; muhtemelen “What the Bleep Do We Know?” gibi popüler belgeseller sayesinde yaygınlık kazanmış bir merak bu ve doğru biçimde yönlendirildiği sürece, içinde gelişmeye açık bir taraf da taşıyor. Ancak bilim, bilimsel yöntemlerle yapılır – böyle belgeseller ise New Age’dan fazla etkilenmiş olmaları hasebiyle, pek de gerçek olmayan bir kuantum mistisizmi yaratıyorlar. Kuantum fiziği, ciddi bir bilim dalı olarak değil, kendine has bir spiritüel inanç olarak sunuluyor ve böyle olunca da, bilimle olan bütün bağlarını kaybediyor. Hemen belirtelim ki, kuantumu idrak edebilmek için muhtemelen hem o belgeselden, hem de Petersen’in kitabından çok daha fazlasına ihtiyacınız olacak. Ancak Petersen’in kitabı bilimsel bir kitap ve doğru bir yöntemle, sarih bilgiler veriyor – dolayısıyla, hakiki bir başlangıç noktası. “What the Bleep Do We Know?” içinse, yukarıda saydığım sebeplerden ötürü aynısını söylemek mümkün değil. Hoş, Petersen’in çalışması da kısıtlı ve çok basitleştirilmiş bir kitap; ancak bu, uzun bir yol ve içinde yaşadığımız dünyanın, evimizin, galaksimizin neden ve nasıl oluştuğu hakkında düşünmek istiyorsak, bu kitap o düşünme sürecinde bize yardımcı olacak bilgileri en hızlı ve açık şekilde aktaran başlangıç kılavuzlarından biri. Ve güvenilir bir kılavuz olduğunu da ilave etmek gerekiyor.
- Evren 101
- Yazar: Carolyn Collins Petersen
- Çeviren: Özlem Özarpacı
- Yayınevi: Say Yayınları
- Baskı Tarihi: 2016
- Sayfa Sayısı: 278 sayfa
- Gökyüzünün Ötesi: Evren 101 - 26 Haziran 2016