“Yaşadığımız dünyada futbol terminolojisiyle ifade edilirse, kötülerin takımı 3-0 önde ve devre arasındayız. Ben bunun kaçınılmaz olduğunu kabul edemem”
Jecques Derrida
Sinop eski zamanlarda işaret/kerteriz noktasıydı. Bir şehre ne kadar uzak mesafe olduğu Sinop başlangıç yapılarak hesaplanır; örneğin, İskenderiye, Atina vb. Sinop’a şu kadar mil mesafede denirdi. Aradan yüzyıllar geçti ve geldik bu güne. Eğer yaşadığımız şu günler dünyalılar açısından bir “kıyamet” değilse, “iyilik ile kötülük, “mutluluk ile mutsuzluk” arasındaki bu mücadelede ünlü düşünür Derrida’nın söylediği gibi “devre arasındayız” demektir.
Mutluluklardan ve mutsuzluklardan oluşan tarih ve hayat biraz da ironi demektir. Hal böyle olunca bunca mutsuzluk altında kuşatılmışken “Mutluluk Festivali!” başlığına takılıp, “işin kolayına kaçmadan” bu ironiyi üstlenmek ve alternatifini üretmek gerekiyor. Edip Cansever, “Öğrendim öğrenmesine, mutsuzluk da bir gelişmedir”, diye boşuna söylememişti. Cemal Süreya, “Kim istemez mutlu olmayı/ Ama mutsuzluğa da var mısın?”, Melih Cevdet Anday, “Umudumuz sabrın tutamadığı ırmak / Umutsuzluğumuz insan kalmak içindi” diyerek hayatın diyalektiğine vurgu yapmışlardı. Bu bahsi Turgut Uyar’ın “Mutsuzluktan söz etmek istiyorum/ Dikey ve yatay mutsuzluktan / Mükemmel mutsuzluğundan insan soyunun/ Sevgim acıyor…” dizeleriyle noktalayalım.
Nükleersiz bir Sinop mutluluk vaadidir. Turistik değil tarihi ve kültürel bir yerel şehir tasavvuru mutluluk vaadidir. Tarih(i) ve coğrafyası ile barışık bir Sinop mutluluk vaadidir. Hikâyelerinden koparılıp “insansızlaştırılmış” Tarihi Sinop Hapishanesi turistik bir obje değil hikâyeler ve fotoğraflarla yeniden kurulan bir hafıza mekanı (ya da Adalet Müzesi) olunca mutluktan söz edebiliriz… Gidenlerin acılarını, mutsuz hikâyelerini üstlenerek yeni bir “kent belleği” yaratmak mutluluğa dâhildir…
Hayat ve tarih, hakikatler kadar rivayetlerden, masallardan, mitolojiden, şakalardan ve ironilerden de ibarettir. Yirmi dört ayar kıssadan hisseli bir rivayetle bitirelim: Bir tarihte Sinoplu Diyojen’in yolu Myndos’a (Gümüşlük) düşer. Kapıların çok büyük şehrin küçük ve nüfusun az olduğunu gören Diogenes Myndoslular’a, “Kapayın kapıları, şehir(liler) kaçmasın!” diye ironik bir imada bulunur.
Gerek mitolojiler gerekse de tarihsel metinlerde sur şehirler kapılarıyla da ünlüdür. Daha yüz yıl öncesine kadar akşamları sur şehir Sinop’un tek geçiş yeri olan “Kum Kapı” kapatılır, içeri ile dışarının bağlantısı kesilirdi. Bu festivalin, zaman içinde iyice kopmuş olan içeri-dışarı, siyaset-sanat, tarih-coğrafya ve insan ile doğa arasındaki kapanan kapıları yeniden aralaması umut edilir. Bu nedenle de “mutluluğu” ve mutsuzluğu” eş zamanlı olarak üstlenip ellerini tarihin ve güncelliğin altına koyan düzenleyenler açısından da Nâzım Hikmet’in “sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin/ işin kolayına kaçmadan ama” dizesi rehberdir.
Özetle, dünyanın ve memleketin “mutsuz!” ve “umutsuz!” durumuna teslim olmayıp yaşadığımız her yerde bahsi yükselterek hayata bir yerinden şiirle, şarkılarla, sinemayla müdahale etmek kıymetlidir. Umulur ki, heves olarak kalmasın umulur ki, kısır tartışmalarla önü kesilmesin ve gelenekselleşsin. Bu nedenle el verip el almak mutluluğa da mutsuzluğa da dâhildir… Tarih devamına erdirsin…
- Evinin duvarına gömülen şair - 28 Temmuz 2018
- Çağın dedikodusu; şiir siyasetin, siyaset şiirin nesi olur? - 26 Haziran 2018
- Gitmek Ama Varamamak, Uçmak Ama Konamamak - 8 Nisan 2018
FACEBOOK YORUMLARI